Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Laiklik ve sekularizm

Laiklik ve sekularizm
 

Diyanet İşleri Başkanlığı...Sekularizm uygulamasında böyle bir kurumun yeri yoktur...


LAİKLİK VE SEKULARİZM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER...

Laiklik konusu tartışılırken, "sekularizm(ing: secularism) sözcüğü ya da kavramı da, kimi zaman, bir şekilde bu tartışma içine sokulur.

Acaba bu iki sözük ya da kavramın anlamları arasında ne gibi bir ayrılık ya da nasıl bir benzerlik vardır? Bu bloğumda bunu açıklamaya çalışacağım; becerebildiğim kadar...

Laiklik :

Bu sözcüğe çok farklı özel anlamlar yüklense de(nerdeyse her kişi, kendine göre bir laiklik tanımı yapıyor ülkemizde...) genelde hukuk açısından, devletle din işlerinin ayrılığı; devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olmasıdır.

Laikliğin toplumsal açıdan işlevi ise, dinin, toplumsal yaşamın diğer alanlarını düzenleyici kurallara karışmasının önlenmesidir...Bir anlamda da, doğum anından ölümüne kadar kişinin toplum içindeki yaşamını, kesin denetim altında tutan dinin, siyasal, hukuksal ve ekonomik alanlardaki yönlendirici ve sınırlayıcı ilkelerinin, akla dayalı çağdaş ilkeler haline getirilmesidir.

Laikliği, felsefi açıdan ele alırsak, sanırım dinsizliğe kadar varabiliriz...

Laiklik, dine akılcı bir yaklaşımdır. En yaygın ve en çok kabul gören yorumu ile de, din ve devlet ya da dünya ve ahret işlerini birbirinden ayrı tutmaktır...

Sekularizm :

Bu konuya, yabancı sözlüklerden (çoğunlukla İngilizce) yaptığım küçük bir araştırmaya kendi düşüncelerimi de ekleyerek bir açıklık getirmek istiyorum.

Ben, "laiklik" ile "sekularizm" sözcüklerinin aralarında, anlam bakımından bir fark görmüyorum; görünür fark, bence, anlamda değil; uygulamada ve uygulama araçlarındadır.

Bence, sekularizm sözcüğüne, amacının "insanları ahret ile ilgilenmekten alıkoyup, yanlızca dünya hayatı ile ilgilenmeye yöneltmek olan sosyal bir hareket"(1) olduğu şeklinde bir anlam yüklenerek, bu sözcüğe ve de dolaylı yoldan, onunla eşanlamlı olan "laik" sözcüğüne "dinsizlik" anlamı verilmek istenmiştir.

Bu yaklaşımda, "laicize" sözcüğünün, "din ile ilgisini kesmek" anlamının, insana yönelik olarak kullanılması da etkili olmuştur...Aslında, ne "laiklik" ne de "sekularizm" sözcüklerinin içeriğinde böyle bir anlam vardır.

"Laicize" sözcüğündeki "dinle ilgisini kesmek" işlevini, insanın dışındaki devlet, kurum, eğitim gibi unsurlara yönelik olarak anlamak gerekir.

Bu nedenle de ve genellikle kabul gören bir yaklaşımla laiklik; insanı ahret ile ilgilenmekten, yani ibadede yönelik eylemlerinden alıkoymaz, ancak dinle ilgilenmenin dünya yaşamını etkilememesini ve onu yönlendirmemesini öngörür... Sekularizm de böyle.

Fark nerede?

Yukarıda söylediğim gibi, anlamda fark yok; fark uygulamada ve uygulama araçlarında..."Neymiş bu fark", diye sorarsanız, şunları söyleyebilirim:

Ancak, bu farka, Türkiye'deki laiklik uygulamaları açısından bakmak gerekir. Çünkü, diğer batı ülkelerinde, bu konuda fazla sıkıntı olmadığı düşüncesindeyim...

Türkiye'de, bir devrimle birlikte bu devrimin öngördüğü ya da zorunlu gördüğü değişimler, aslında bir "kültür değişimi" idi. Bir anlamda, doğu ve İslam kültüründen (inanç ve ibadet dışında) arınma ve çağdaş kültüre yönelme idi. Bu çok sancılı bir süreçti... Ülkenin bulunduğu coğrafi bölge, bölgenin gelenekleri ve İslami kültüre bağlılığı gözden uzak tutulmamalıydı. İnsanların, düşünülen yeni kültüre adapte edilmeleri hiç de kolay değildi... Her an, eski kültüre dönüş istekleri gündeme gelebilirdi... Çünkü İslam dini, diğer dinlerden farklı idi; İslam, bana göre, bir devlet dini olarak doğmuştu.

Bu durum, Cumhuriyeti kuranları çok düşündürdü... İslam dinin bir şekilde kontrol altına alınması gerekiyordu. Bunun için de bir kontrol mekanizması kurulmalıydı... Dinin, hukuka, siyasete, ekonomiye karışmaması için önlem alınmalıydı.

Cumhuriyeti kuranların önlemi, Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında bir devlet kurumu kurarak, dinin özerk bir biçimde örgütlenmesine izin vermemek şeklinde olmuştur... Böylece din hizmetleri, bu kurum, yani devlet tarafından karşılanacaktı.

Bunun anlamı neydi? Anlam şuydu:

Bu yolla, dinsel faaliyetler, devlet denetimi altında tutulacak; din kurumunun yeniden toplumsal ve siyasal bir güç olarak kamusal alana girmesinin önüne geçilmiş olacak.

Bu durum, Cumhuriyeti kuranlar için, ulusal devlete geçiş, ulusal egemenlik ilkesinin yerleşmesi ve çağdaşlık atılımları ile ilgili bir tercih olmuştur.

Doğru mu olmuştur? Yanlış mı olmuştur? Bu tartışılır.

Bu tercih, bana göre, "yığınakta yapılan bir hata olmuştur"... Zaman zaman söylerim; "yığınakta yapılan hata, muharebe sırasında kolay kolay değiştirilemez"... Bu bir askeri kuraldır ve bunu sivil hayata da uygulamak mümkündür...

Cumhuriyeti kuranlar, bu konuda fazla uğraşmamışlardır... Laiklikle ilgili siyasal, sosyal, hukiki, kültürel atılımlar yapmışlar ama laikliği halka benimsetmekte başarılı olamamışlardır... Bu başarısızlıkta, laikliğin, Türkiye'de toplumsal yapının doğurduğu bir sonuç olmamasının; topluma kabule zorlanan hukuksal bir kalıp olmasının da büyük payı olmuştur denebilir.

1. Bunun en belirgin nedeni de, Atatürk döneminde, laikliğin yalnızca belirli bir bürokrat kadronun bir lüksü, bir üstünlük unsuru, kültürlü, entelektüel olmanın bir niteliği şekline girmiş olmasıdır. Bu durum, laikliğe olan tepkiyi kuvvetlendirmiştir. Laik olduğunu sanan ve bunun için kendini "ilerici" kabul eden bürokrat kadro, dinsel bağları sıkı olan halk kitlelerini "gerici" olarak suçlamış ve onları hor görmüşlerdir.(2)

2. Bir başka neden de, laikliğin, Atatürk'e ve değişim hareketine karşı olup eski düzenin korunmasını isteyenler tarafından çok dar açıdan -ya da felsefi açıdan- anlamlandırılarak, toplumu dinsizliğe götüren bir unsur olarak görülmesi ve topluma da aynı şekilde aktarılması olmuştur. "Bunda, gericiler kadar, laikliği savunanların yanlış tutumları da rol oynamıştır"(3)... Bir önceki maddede olduğu gibi...

İşte, konumuz olan iki kavram arasındaki fark, bu ara başlık altında açıklamaya çalıştığım "laiklik" uygulamaların, "sekularizm" uygulamalarında olmayışıdır... Sekularizmim, "demokrasi, insan hakları ve bu haklardan biri olan din ve vicdan özgürlüğü ile" örtüşmesidir.

Özetle:

"Secularizm" düşüncesinde ve uygulamalarında, devletin elini ayağını dinin üzerinden çekmesi esastır.

Bu nedenle de, devletin kendine bağlı kurumlarla dini kontrol altına almaması ve yönlendirmemesi gerekir...Devlet, dinin ilerde devlete yönelik bir tehdit olacağı düşüncesi ve de endişesi taşıyorsa, halkını demokrasi içinde eğitmesi gerekir.

cdenizkent

1) Orhan Türkdoğan, Değişim-Kültür Sosyal Çözülme, 1988, s.198
(2) Çetin Özek, "Devrim, Gençlik ve Konya Olayları", Cumhuriyet Gazetesi, 26 Temmuz 1968
(3) Cahit Tanyol, Atatürk ve Halkçılık, 1981, s.156
 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..