- Kategori
- Müzik
Lal... Şarap renginde bir nağme.

img458.imageshack.us/img458/7970/f821vp2.jpg
Bir şarkının esintisinden yola çıktım ve dalıp gittim uzaklara. Bir sese, tanıdık rüyalarımmış gibi takılıp kaldım. Bir şarkı yaşamı, bilmiş olduğumuz ama pek de önemsemediğimiz ayrıntıları bu kadar mı güzel anlatır. Çocukluğum ya da şöyle desem daha doğru olur içimde her an nefes alan çocuğumu...
Bir bulut olsam yüklenip yağsam
Dökülsem damla damla toprağıma
Bir bulut olup yağmak, geldiğimiz ve tekrar geri döneceğimiz topraklarımıza dökülmek damla damla… Bazı anlarda ağlamak erdemdir, mutlak ve kesindir. Böyle anların da bir duygusu vardır, hayatımızın anlamlarla çevrili olduğunu iş işten geçtikten sonra anladığımız gibi gözyaşlarımızı da hep tuttuk. Güçlü olmak öğretildi bize, hayat hep çelme takar, düşürürdü yoksa… Her düştüğümde kanayan yaralar geç de olsa kabuk tuttu, ama ben duyguyla sarıldım benliğime. Döküldüm damla damla toprağıma…
Bir deli nehir bir asi rüzgar
Olup kavuşsam üzüm bağlarına
Delilik insanoğlunun yüzyıllardan beri gelen bir güzelliğidir bence, delilik olmasaydı hayatımızda, hepimiz tek bir makineden çıkmış gibi kusursuz olurduk ama hayatımıza renk katacak enstantanelerimiz, bizi yaratıcı kılacak ruhlarımız olamazdı… Hayat sıkıcı olurdu, hayat deliliğimizle güzel ve daha anlamlı… Üzüm bağları… Bana huzuru çağrıştırıyor. Bir su içmenin serinliği ve tatlı bir yalnızlığın huzuru.
Bir çiğ tanesi bülbülün çilesi
Annemin sesiyle güne uyansam
Hepimiz çiğ taneleriyiz semadan dökülen, sonra tane tane olup birleşen ve bulutların çakışmasına ilham veren. Zamandır bizi bizden hem uzaklaştıran hem talihli, talihsiz anların anlamlarını saklayan. Zaman arkadaş, dost. Bazen kandıran, aldatan. Heyecanlandıran ilk aşk misali… Çilelerimiz bizim hayatın akışı içerisinde yaptığımız bilinçli ya da kimi zaman bilinçsiz seçimlerimizin eseridir. Bülbül hep çilelidir ya ‘gül’e aşkından. Gül bir simge, benzetme… Çilesi aslında kendi istediği içindir. Garip bir zevk bile vardır çilelerimizin içinde. Acı çekmek istersek çekeriz, keskin bir karamel tadındadır acılar… Mutlu olmak istersek de mutluyuzdur çoğu zaman.
Annemizin sesi çocukluğa dönme arzusunu barındırır, annemizin sesi düşüp kanattığımız dizlerimiz, mızmızlıklarımız, çocuksu inatçılıklarımızdır. Ama her seferinde, hayatta karşılaşılan her yıkımda ya da parçalanmışlıkta annemizin sesi gelir aklımıza, onun yanıbaşında olma isteği sarar içimizi.
Radyoda yanık içli bir keman
Ağlasa nihavend acemaşiran
Keman sesinin hem ahenkli hem de gizemli bir havası vardır, bence her ezgi, nota keman sesiyle birlikte bir başka güzel ve aynı zamanda lezzetlidir. Burada bahsi geçen Türk musikisinin içinde ayrı bir farklılığıyla karşımıza çıkan yumuşak nihavend ve acemaşiran tınılarıdır. Bu nağmeler ruhen dinlenirse insana bambaşka baharları hatırlatır, meditasyon işlevi görür…
Bir turna olsam yollara vursam
Uçabilsem kendi semalarıma
Belki gökyüzünün gizemi, belki de Tanrı’nın göklerde bulunduğu varsayımı insanoğlunu hep semaya çekmiştir. Tarihte de bunu Hazerfen Çelebi ile görüyoruz, modern teknolojide ise uçaklar insanların ayaklarını yerden kesmelerine vesile olmuştur. Ve bu sema, gökyüzü gizeminden ve özgürlüğü anımsattığı için insanları hep heyecanlandırmıştır. Heyecan verici imgeler de genelde ulaşılmaz olarak düşünülürler.
Uçmak, uçabilmek… Bir kuşun kanadından ilham alıp gidebilmek… Orhan Veli de dememiş miydi: Gün olur alır başımı giderim. Denizden yeni çıkmış ağların kokusuna. Şu ada senin, bu ada benim yelkovan kuşlarının peşisıra… Gitme isteği ya da rüyalarımızı süsleyen o uçarı uçmak istemelerimiz bizimle hep varolmaya devam edecektir. Kimi insan alıp başı gidebilecek ama zaman geçince içinde hep geri dönme isteği uyanacaktır. Bunun adı “Gurbet” tir.
Bir seher vakti sılaya varsam
Selam versem ah sıradağlarıma
Sıla özlemi. Gitgide yalnızlaşan ve maddileşen dünyalarımızda bir nevi geri dönme isteği ve doğal dünya arzusudur. Doğal olan herşey insanı cezb etmiştir. Çünkü bulunulan metropollerde hem insan yaşayışları ve davranışlarında hem de tükettiğimiz yiyeceklerde doğal olana rastlamak çok güçtür. ( Biraz genelleme gibi oldu ama karşılaştığım deneyimlerimden yola çıkarak bu kanıya vardım.)
İnsanlar hem madden hem de manen doğallığa bundan dolayı büyük bir özlem duymaktadırlar. Bu nedenledir ki (ve aynı zamanda rahatlama isteği de vardır bunun içinde ) Budizm, zen felsefesi ve meditasyona yönelmişlerdir.
Komşunun kızı çoban yıldızı
Yaz bahçeleri yeşil, mor, kırmızı…
Çocukluğumuzun neşeli dakikalarında genelde yanımızda hep bir komşu kızı vardır. Çekirdek çitlediğimiz akşamlar ya da sessizce birileri hakkında konuşurken… Komşu kızı bize hınzırlıklarımızı, çocuksu yaramazlıklarımızı hatırlatır.
Ve yine herkesin hayatında bahçeler varolmuştur. Bu mecazi anlamda yani içimizde büyüttüğümüz bahçalerimiz de olabiliyor. Ama örneğin benim çocukluğumda anneannemin sıcak yemek kokuları arasında gül bahçeleri gelir hep aklıma. Koşturup dalından yemişlerini kopardığımız... Çocukluğumuza tanıklık eden yaz bahçeleri…
Ah şişede la'l Hem de ay hilal
Bir daha da görmedim öyle yazı
Sessizlikle sonlanıyor herşey hayatımızda, aşklar, acılar, mutluluklar ve ölümler hep sessizliğimizle son buluyor. Ve bize lal tadında zamanlar kalıyor, kendimizi ve ruhumuzu bir an olsun dinleyebilmemiz için. Ay bize bazı zamanlar arkadaşlık ediyor, hareket ettiğimizde sanki bizimle geliyormuş hissi uyandırarak…
Bazı yazlar vardır yaşamlarımızda, tadı damağımızda kalmış. Sessiz, sakin ve ışıldayan yıldızların gölgesinde dolu dolu geçen yazlar ve yine aklımızın bir karış havada olduğu, kavak yellerinde gezindiğimiz, kendimizi çok önemli zannettiğimiz o büyüme sancıları içinde kaldığımız yazlar… Daha ne yazlar geçecek kimbilir ama hiçbir yaz belki de o yaz gibi olmayacak ve bizde o yazda ki gibi kalmayacağız hiçbir zaman…
Ne güzel bir şarkıdır “LAL” Sanki beni bana anlatır, duygulanırım, gülümserim de kimi zaman ama hayat kokan bir şarkıdır…
Gerçekleştirmek isteyip de yapamadığımız rüyalarımızı, aslında insanı, keşfetmek üzere olduğumuz benliklerimizi hatırlatıyor bana bu şarkı…