Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Lanetli lal bir mezar 1 (Eksiksiz)

Lanetli lal bir mezar 1 (Eksiksiz)
 

Ölüm yaverinin pişmanlığı...


Uyandığından beri huzursuzdu. Yüreğinde kopan fırtına iki gündür devam ediyordu. Yaşlandığını hissetmenin verdiği ürperme iliklerine işledi. Yıkmadığı, boğmadığı hiçbir düşünce kalmamıştı. Dudağını sıkıca dişledikten sonra yüreğinin isyanına eşlik etmeye karar verdi. Yan odaya girdiğinde kalbi heyecanla titredi.

Parşömeni rahlenin üzerine yayıp ceviz ağacından hokkayı yanına koydu. Parşömenin yüzeyine dokunan parmakları, kanayan yarasının ilacıymışçasına derman emdi. Beyazımsı likayı hokkanın içine doğru ittirip dibine yerleşmesini sağladı. Dikkatle mürekkebi hokkaya döktü. Mürekkebin koyuluğu gözlerine hüznü salarken tahta kalemini hokkaya batırıp içindeki çığlıklarla yazmaya başladı.

Lanetli bir mezarda, beddualarla yatacağım anı bekliyorum. Hiç düşünmediğim kadar, hiç hissetmediğim kadar yalnızım. Hortlağımsı bir solukluk bütün yüzümü kapladı. Hırçınlığım, debelenmem sırf bu yüzden ruhumu parçalıyor.

Dilimin kesildiği o yaban yazının sıcağını çok iyi hatırlıyorum. Yeni kalınlaşmaya başlayan boğuk sesimle en son şahadet getirmiştim. Hançerin keskin ucunu dilimde, sarımsağın yakıcı uyuşukluğuyla hissettiğimde geri dönüşün olmadığını biliyordum. Gecelerce ateşler içinde kıvrandığımı, dilim kadar yüreğimin de dağlandığını anlatmama gerek yok herhalde.

Bu satırları vicdanımı rahatlatmak için yazıyorum. İlk görevimden başlayarak aldığım sayısız can için…

İki gün önce Cellât Hüseyin Karahummadan hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesinde sadece biz vardık. Cellât mezarlığına kimsesiz olarak defnedildi. Vebalı gibi insanların dışladığı bir işi yapıyordu. İmamın soruları yanıtsız kaldı cenaze töreninde. Helalliğin içten alındığı bir cenaze töreni…

Kıvransam da, dışlansam da ben de bir cellâdım. Azrail’in yaveriyim. Lanetli bir yaver…

Huzursuzdu. İçini kemiren farelerin kinci sesini duyar gibi oldu. Etrafına bakıp sessizliğinin kuytusunda kayboldu. Lal bakışları ruhunun isyanına uymanın utancıyla büzüşürken kalemini parşömene bastırdı. Her sözcük dimağında gezinen bir hatırayı inadına su yüzüne çıkarıp, sinesine saplanan hançerin ışıltılı yüzünü gösteriyordu. Kıvrılan her harf kederinin vuku bulan görüntüsüydü. Her hadise, ölümün karanlık yüzünü yansıtmaktan öteye gitmiyordu. Hanelerin içine gizil bir korku salan varlığı, dışlanmasının acısını eziyordu. Korkulan ve kovulan bir zavallıydı. Sevdiklerinden, ailelerinden ayırdığı yüzlerce insanın son nefesini duyumsadığı, bir katre an gözlerinin buğusunu gölgeledi.

Yalvaran bir insanın canını alan bir yaverim. Selam verilmeyen, dışlanan bir insan, ölümün soğuk yüzünü vicdanına sarmıştır artık. Bunu kimse bilmez. Duyulmayan bir çığlığın kahramanlarıyız biz. Şehzadeleri boğan, elçilerin başını kesen, isyancıları katledenleriz. Ahalinin huzurunu sağlayan da aslında biziz. Bizim kestiğimiz başlar teşhir ediliyor sarayın önünde. İbret alsınlar diye biz; atan bir kalbi durdurup, akan bir damarı kesiyoruz. Fışkıran kan da, moraran bir surat da cehennemde bir yer ayarlıyor bize. Kaderim beni seçti bu kara ölüm için. Yüzlerce ölü bakışının içinde kayboldum. Derin kuyulardan haykırdım.

Lal bir celladın isyanını kimse okumaz. Bu parşömen bile bulaşıcı bir düşünce barındırdığı için ardımdan yakılacaktır. Bunu biliyorum. Ama belki meraklı bir göz, belki bir gezgin okur bu satırları. Buluşur zihinlerimizde sözcükler. Belki… Ayrıkotlarının arasında gezinen düşüncelerim beni bunu yırtmaya zorlar. Bilmiyorum.

Susmak bilmeyen hesaplaşmalarımı bir kenara bıraksam da yine ezilen buğday taneleri gibi yüreğim. Nefes alanı almaz eden ellerim, yağlı kemendim, kılıcım, hançerim hepsi suç ortaklarım. Kendime yoldaş yaptığım bütün cılız varlıklar ölümümle rahat bir nefes alacaklar. Katlettiğim ruhların didikledikleri gönlüm, yan gelip yatacak lanetli bir mezarda. Varsıl zihin oyunlarımla, kanlı parmaklarımla…

Yumruklanan kapının sesi korkuyla kulak kesilmesine neden oldu. Mürekkebi kurumamış olan parşömeni öylece bırakıp kapıya yöneldi. Gıcırdayarak açılan kapının önünde Bostancıbaşı duruyordu. Gözleri buluştuğunda sessizce anlaştılar. Bostancıbaşı önde, Cellat Kara Mustafa arkada Balıkhane Kasrı’nın yolunu tuttular. Padişahın gazabına uğrayan hangi ölümlünün canını alacaktı? İt gibi titreyen adamın gözlerinin rengini düşündü. İnsani duygularını yok etmesini beceremediğini fark edip kendinden utandı. Osmanlı Hanedanının emrinde adaleti sağlayanların son halkasıydı. Güçsüz bir halkaya sahip olmak hicaptı. Kasrın yanına geldiğinde içinde büyüyen öfke dayanılmaz oldu. Bir hiçti. Eğri büğrü, şekilsiz bir mezara gömülecekti. Ürkütücü bir mezarlıkta cezalandırılan cellâtların hazin öyküsü bedduaların arasında nihayete ererdi.

Elleri bağlı adam Kara Mustafa’nın önünde diz çöktü. Kara Mustafa, adamın yüzüne doğru kılıcını kaldırıp gözlerindeki dehşet ifadesini ciğerlerine çekti. Adamın gözlerini siyah bir çaputla bağladı. Gökyüzünün maviliğinde, bir insanın son gününde başı çeken kişi olmanın eziciliğiyle parmaklarını kabzasının üzerinde oynattı. Bostancıbaşı şahadet getirip işareti verince, adamın yalvarmaları arasında kılıcın parıldayan keskinliğini boynundan aşağı indirdi. Fışkıran kanla toprakta yuvarlanan baş, Kara Mustafa’yı irkiltti. Yüzlerce infaza karşın yüreğinin köşesindeki merhamete sövdü içindeki dillerle. Yazdığı mektubu düşündü. Üzerine sıçrayan sayısız kanın kokusu genzini yakıp soluksuz bırakırken kılıcını kaldırdı. Şekilsiz mezarını düşündü. Yalnızlığını, lanetli ruhunu, ecelini düşünüp iç çekti. Azrail’in yaveri, parlayan kılıcının heybetine kendi gölgesini düşürdü. Bostancıbaşı’nın bağrışları gaipten geliyormuş gibiydi. Kılıcını, mektubunu, yalnızlığını duyumsadı. Ölümün kıyısına kanı fışkırırken, ruhunun dehlizlerinin sesi mezarlıklarda çınladı.

Kalem dergisi Pişmanlık sayısında yayımlanmıştır.

Semrin ŞAHİN

 

 

 
Toplam blog
: 25
: 244
Kayıt tarihi
: 10.10.11
 
 

1981 yılında Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu.  On dokuz mayıs üniversitesi Türkçe öğretmenliğind..