- Kategori
- Güncel
Lefter’i hatırlayan var mı?

Ulusal haltercimiz Halil Mutlu doktora gitmiş. Doktor Halil’i tanımamış. Ufacık boyu ile adam gibi laflar eden bu hastası karşısında onun boyunun kısalığı ile ilgilenmeye kalkışmış. Kimi gazete okurları ateş püskürdüler. Doktor Halil Mutlu’yu nasıl tanımazmış. Nasıl tanısın kardeşim? Ve niye tanısın? Arkadaş uluslararası bir buluşa mı imza attı? Türkiye’nin bin bir derdinden birine çare mi buldu? Bolu’daki koca üniversiteyi mi kurdu? Hangi etkinliği ile bir doktorumuz bu delikanlıyı tanısın?
Ağır bir demiri kaldırmayı başarmış. Hem de pek çok kereler kaldırmış. Eee, ne olmuş, o demir parçasını kaldırınca.. Kendisine ev vermişler. Altın vermişler. Ün vermişler. Türkiye’ye ne vermişler? Türkiye ne kazanmış? Uluslararası kredi kurumları Halil var diye kredi puanımızı mı yükseltmiş? Dünyanın önde gelen devletleri bizim bir Halil’imiz var diye PKK ya silah vermekten geri mi durmuşlar?
Elli altmış yıl önce bu doktorun başına gelen olayın benzerini yaşadım.
Ankara’dayım. Öğrenciyim. On dokuz Mayıs Stadyumunun önünden geçerken baktım bağırtı çağırtılar geliyor. Maç bitmeye yakın bütün kapıları açmışlar. Ne oluyor, bu maç dedikleri nedir ki, diye düşünerek yolumu değiştirdim. Stadyuma girdim. Tribünlerin tepesine kadar da çıktım. Binlerce kişi... Her daldan her telden adam.. Bağırışıyorlar., Bir ara “Hadi Lefter...” diye haykırıştıklarını işittim. Bu Lefter adını gazetelerden işitmişliğim vardı. Yanımdaki birine “Lefter hangisi kardaşım?” diye soracak oldum. Aman efendim. Sanki ben oracıkta Lefter’i sormadım da Arafat’ta bir kusur işledim. Çevremi alıverdiler. O gün aklı başında bir iki kişi araya girmeseydi. Lefter’in hangi futbolcu olduğunu tanımamak suçundan parça parça edilecektim. O gün bugündür futbola nefretim devam eder.
“Hayatta en büyük övüncün nedir?” diye sorsalar “Hiç bir maçı canlı ya da cansız, beş on dakikadan daha fazla izlememiş olmamdır, ” derim. O beş on dakika da şöyle oluyor. Birileriyle bir yerde otururken maç başlıyor. Gözünüzü ekrandan kaçırmanız mümkün olamıyor. Ama kısa zamanda bir bahane bulup ya ekrana ters oturuyorum. Ya da bir bahane bulup o meclisten kendimi dışarı atıyorum. Benim bu hassasiyetim futbol üstünedir. Bir de boks var, insanlık dışı bulduğum. Sonra yeni çıkan judo, kung fu falan gibi karşılaşmalar.. Bir ilacı olduğunu bilsem alıp kullanacağım.. Bu sporları bir kimsenin sevebilmesini sağlayacak yol var mı? Bilenler bana anlatsınlar. İki genç bayan, güzelim iki insan binlerce kişinin önünde ortaya gelecekler. Ve birbirlerine kıyasıya tekme atmaya başlayacaklar. Birileri can gözüyle izleyecek, ve kimin daha ustaca tekme attığını ve karşısındakinin en olmayacak yerine isabet ettirdiğini izleyecek ve ona madalya verecekler..
Korkuyorum, bu gidişle “Satırla karşısındakini doğrama Sporu” da çıkabilecek. Kestirme yoldan altın madalya.. Arkadaşlar! Yavaş olun.. Bir kendi dalında uzman kişi Halil’i tanımadı diye öfkelenmeyin. Ben size Türkiyemizin acıklı halinin bir örneğini kendi üzerimden vereyim. Elli yıldır gazeteciyim. Elli yıldır adımın geçmediği yayın organı kalmadı.. Kitaplarım, gazete röportajlarım, radyo programlarım, kazandığım yarışmalar.. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin kırk beş yıldır üyesiyim. Birkaç yıl önce Cemiyetimiz adına Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nun Nevşehir’de düzenlediği festivale katıldım. Cemiyetim benim adımı Federasyona yazılı olarak bildirdi. Federasyonumuz yazılı olarak Nevşehir’e bildirdi. Nevşehir yazılı olarak otellere bildirdi. Hiç bir aksaklık ve aksilik yaşamadık. Bu görevden dönüşte Türkiye Gazeteciler Federasyonu başkanı imzalı bir mektup aldım. Bu festivale katıldığımdan ötürü teşekkür ediliyordu. Ve hem zarfın üzerine, hem de mektubun üzerine adım nasıl yazılmıştı, dersiniz? “Zeynep Kazanoğlu.”
Yukarıdaki satırlarda şunu yazdım, bunu ettim derken bu sonucun çarpıklığını vurgulamayı amaçlamıştım, beni hoş göreceğinizi umuyorum. Yetmiş yıldır Zeynel Kozanoğlu olan adım bir çırpıda Zeynep Kazanoğlu olup çıkmıştı. ... Bana göre Türkiye’nin en büyük bilim adamı Oktay Sinanoğlu’dur. Hadi bakalım, bir stadyumu dolduran elli bin kişiye soralım. Bu adı işitmişler mi? Ben de pazu gücüyle, tekme tokatla, yumrukla, adamı kucaklayıp kaldırıp yere çalmayla, ya da yuvarlak bir şeyin kovalana kovalana bir yere tıkılmasıyla başlayıp biten spor dallarını spordan saymıyorum. Beni bağışlayınız sayın sporseverler. Spordan anlayıp Ahmet Çakar olacağıma, Ilgaz’ın Kıyısın köyünden çıkmış ve spordan anlamayı asla öğrenememiş bir Zeynel Kozanoğlu olurum ve böyle de kalırım.
Sizi bilmem ama ben halimden memnunum. Lefter’in kim olduğunu merak ettiğime de pişmanım. Yazımı http://www.igdirhaber.com/fikralar.asp sitesinden aldığım bir fıkra ile bitireyim: ...
Bir devrin tüm as ve klas futbolcuları cennette buluşmuş. Cennetin baş meleği de futbol meraklısıymış. Şeytanı çağırtmış: "Cennetle cehennem arasında bir maç düzenleyelim ne dersin?" demiş. -"Boşuna oynamayalım, biz kazanırız", demiş şeytan. -"Olur mu en iyi futbolcular bizde, ne kadar da kötü futbolcu varsa sizde..." Şeytan şeytanca gülümsemiş: -"Ama bütün hakemler de bizde..." demiş.