- Kategori
- Gezi - Tatil
Limon ağaçlarının gölgesinde bir rüya: Capri

Capri Adası
Biraz deniz, biraz güneş, biraz hareket derken kendimi Napoli Körfezi’nin güneyindeki Capri Adası’nda buldum. Limon ağaçlarının gizli bahçesi Sorrento’ya gelmişken Capri’ye gitmemek olmazdı. Sorrento’dan feribotla 20 dakikada Capri Adası’na vardığımda, gördüğüm manzara beni adeta olduğum yere mühürledi. Denizin ortasında yükselen Faraglione kayalıklarına bakarken, Capri’nin yeşillikler içinde bir cennet olduğuna kanaat getirdim. Tek isteğim eşyalarımı bırakıp, biran önce bu büyülü adanın her köşesini gezmekti...
Ayağıma en rahat ayakkabılarımı geçirip, bu güzel adanın dolambaçlı sokaklarında dolaşmaya başladım. Yemyeşil bahçelerin rengarenk çiçeklerle süslenmiş olması, tam anlamıyla ruhumu okşadı diyebilirim. Capri’nin küçük ve sempatik merkezine ulaştığımda, aklınıza gelebilecek pek çok lüks mağazanın burada olduğuna şahit oldum. Bu mağazaların arasında gezinirken gördüğüm küçük butikler çok tatlıydı. Meydanda gezinirken, telaş içinde karnımın acıktığını unutmuştum. Limana yürüdüğümde aklıma daha önce bir dergide okuduğum Da Paolino Restaurant geldi. Limon ağaçlarının altında yediğim ada yemekleri gerçekten çok lezzetliydi. Da Paolino Restaurant’tan çıktıktan sonra Capri’nin diğer merkezi Anacapri’ye doğru yol almaya başladım. Sevimli kelimesi Anacapri’yi karşılayan en doğru kelime olabilir. Hediyelik eşya satan şirin dükkanlarının arasında dolaştıktan sonra, günbatımını güzel bir yerde karşılama arzusuyla, tepede bulunan Cafe Casa Oliv’e gittim. Günbatımını, uçsuz bucaksız bir maviliğin ortasında, hafifçe esen rüzgar eşliğinde, yemyeşil bir bahçeyle çevrili terastan izlerken kendimi bir film karesinde gibi hissettim...
Akşam yemeğine hazırlanmak için buradan kalkıp, otele geçtim. Bu seferki adres; İl Riccio Restaurant’tı. Deniz kenarındaki bu balık restoranı, Grotta Azzurra'dan birkaç metre uzaklıkta. Manzarası şahane, yemekleri ise leziz. Burada sabaha kadar oturabilirdim ama ertesi gün için programım epey yoğun olduğundan, akşamı burada noktaladım...
Ve yeni güne, pırıl pırıl bir güneşin altındaki bu mavi-yeşil adada merhaba dedim. Çok vakit kaybetmeden motorların yanaştığı kıyıya inip, bir takaya bindim. La Grotta Azura’yı yakından görmeden olmazdı. Doğal bir güzellik olan bu deniz mağarasının içine girerken eğilmeniz gerekiyor. Güneş ışığı, sualtındaki boşluğa yansıyıp, deniz suyuna doğru parlarken, bu mağarayı aydınlatan bir mavi yansıma oluşturuyor. Bu eşsiz manzara karşısında etkilenmemek imkansız. Adanın simgesi haline dönüşen Faraglione kayalıklarını da yakından gördükten sonra karaya geri döndüm. Sadece iki gün için geldiğim Capri’den ayrılmadan önce güzel bir yemek yemeliyim diye düşünüp, Capri’nin merkezinde bulunan Aurora Restaurant’a gittim. Şehrin en iyi restoranlarından biri olan Aurora, gösterişten uzak bir mekan. Yemeklerine ve servisine bayılıyorum. İtalyan yemeklerinin tadı damağımda kalmıştı ama artık dönüş vaktiydi. Feribota binmek için limana geldiğimde, son kez Capri’ye bakıp, hafızamda bu manzaranın fotoğrafını çektim...
İtalya hakkında ilginizi çekebileceğini düşündüğüm bir diğer yazım için tıklayın!