Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Maço erkek istemiştik, vakti zamanında...

Görmeyen, duymayan bir kadınım, vallaha!

Her deniz kenarı aynı gelir neredeyse bana, her sahil kasabası… Hiç mi farkı yoktur birbirinden, ooo tonla vardır da benim gözüm o ayrıntıları görmez!

Müzik dediğin, ille sözleridir beni esir alan; zaten her fırsatta müzik kulağımın olmadığı, hiç öyle kibarlık falan düşünülmeden, pat diye söylenmiştir!

Yahu, insan alkış tutma konusunda uyarılır mı?

Uyarılıyormuş! Hem de iki ayrı şekilde!...

Geçen sene annemin katıldığı Türk sanat müziği ve Türk halk müziği kurslarının gösterisi vardı, izlemeye gittik tabii ki; annem arada bir göz-kaş işareti yapıyor çaktırmadan, arada bir de yalnızca bizim anlayacağımız tarzda ağzını hafifçe bir tarafa yatırıyor.

Meğerse solo şarkılarda alkışlamayayım diye uyarıyormuş!

Hayır yani, bir terslik olduğunu anlamıştım da ben gömleğimi falan düzelteyim diyor sanmıştım!

Nasıl olduysa öyle bir çocuk doğurmuşum ki, maşallah, onda da bir müzik kulağı var; hani çocuk dediğin annesinin söylediği şarkıları sever, dinler falan ya, ne münasebet!

Çocuğun kulağı ritimde ya, yavrucak hönkürüyor: Anne, o öyle söylenmez diye!...

Neyse, o akşam ben henüz annemin alkış sendromunu aşamamışken bu kez de oğlumun “Anne o nasıl bir ritimsiz alkıştır öyle!” lafı ile bir kez daha yıkıldım: Ayol, altı-üstü alkış! Hem de ben pek güzel ritim tutturduğumu düşünürken; üstelik ayaklarım ile de teyit etmişken! Lan, folklor oynadım, bando takımında trampet çaldım ben! (İlkokulda falandı ya, neyse…)

******

Görmeme konum ezelden beri var; yeni biriyle tanışırım bir arkadaş ortamında, siz deyin iki saat, ben diyeyim üç saat deli gibi sohbet ederim; travmalarından uçuk hayallerine kadar, lakin sorun üzerinde ne renk kıyafet vardı diye, cevap: Tıssss…

Şekli-şemali? Tısss…

Vakti zamanında; üç gün önce böylesine sohbet eden kişiyi yolda görünce suratına bile bakmayan biri için alınan-kırılanların çok olduğundan mütevellit yolda bir nebze tanıdık gelen her kişiye selam verip hal-hatır sorma gibi bir alışkanlığım olmuştur.

Hiç tanışmadıklarıma selam vermem, hatta sarılıp öpmem falan bundandır!

******

Nedense beni ilgilendiren tek konu insan ve psikolojisiydi; o yüzden de problemli bir adam bulup da aşık oldum ya! (Vakti zamanında…)

Sahi, bu yalnızca bana ait değil, bütün genç kızları ve delikanlıları ilgilendiren bir konu ki; genç yaşlarda öyle zeki, edepli, insan gibi insan olan genç erkekleri bir çırpıda eleyiverdik!

Aklımız fikrimiz ille de, şimdilerde “Maço” diye tabir ettiklerimizdeydi.

Bir tarafımız yakıştırmazken bir diğer tarafımız çekerdi; genelde de çekime karşı durmazdık! O aklı başında, zeki ve edepli ve de yakışıklı (O zamanlar yakışıklı görünmezlerdi gözümüze) bize karşı duydukları aşkı söyleyemeden biz onlara yırtık birine olan aşkımızdan söz ederek uçurttuk gitti! (Bilerek yaptık tabii ki…)

******

Gel zaman-git zaman bizler o edepli gençleri çok yad eder olduk lakin öyle önemsememiştik ki ne irtibatı devam ettirmiştik ne de bir telefon falan kaydetmiştik!

İnsan en azından bir alo deyip de “Seni hiç saydığımdan dolayı lütfen affet! Sen bunu hak etmemiştin!” desin istiyor…

Bir nevi günah çıkartma! Ya da Sezar’ın hakkını Sezar’a verme durumu…

******

Beni ilgilendiren insan psikolojisiydi dedim ya; kendi yaşantımda da öyle; hani dedim ya görsel olarak her sahil yeri birbirine benzer, farkları bana göre şöyledir: Bilmem nerede tatil yaparken şöyle bir duygusal travma yaşamıştım, bir başka yerde ne fena kavga çıkmıştı, falan…

Anlatıyorum da ne annem ne de bir yaş küçük kız kardeşim hatırlamıyor: Annem bizleri çok iyi yetiştirmek için çırpınıp durdu, hem beslenme hem de sosyal gelişimimiz için…

Özene-bözene yapardı, özene-bözene sunardı yiyecekleri; nasıl olduysa bir gün yiyesimiz mi yoktu, ne, bir celallendi annem “Özeniyorum elalemin çocuklarına, yanakları al-al, sizinkiler soluk” dedi.

Amanın, bir koymuş ki bana! Kız kardeşim hatırlamıyor bile, ben ise unutmuyorum!

Annem, maşallah, çok güzel bir kadın; pembe-beyaz ten denilir ya, aynen öyle… Pek fazla makyaj yapmazdı, belki de bu yüzden, göz kalemi ve ruju…

Rujunu iki şekilde kullanırdı: Yanaklarına bir-kaç kez dokundurur, sonra parmak uçlarıyla dağıtırdı. Bir de dudaklarını aynı rujla boyardı.

Nasıl koymuşsa artık bana dedim ya, o günden sonra anneme çaktırmadan rujundan bir-kaç dokunuş yaptım yanaklarıma, aynen annemin yaptığı gibi parmak uçlarımla yanaklarıma dağıtmaya başladım!

Hala tam bilmiyorum derdim yalnızca annemi memnun etmek miydi, yoksa elalemin çocuklarıyla savaşmak mıydı?

 

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..