- Kategori
- Bilim
Makinelerin Makinesi miyiz?
-
“Büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar. Bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler. Şimdi biz onlar için çalışıyoruz. Biz makinelerimizin makineleriyiz. Onlar masum olduklarını iddia ediyorlar. Ve bunda haklılar.”
Eduardo Galeano
İlkin merak oluşur: “Acaba nasıl bir ürün?”
Ardından istek: “Kullansam mı?”
Ve sonra eylem gerçekleşir: “Ben de istiyorum!”
İnsana gereksinimi olmayan bir ürünü şiddetle istetmek ve olmayan satın alma gücüyle ona satmayı başarmak öyküsünden söz etmek istiyorum, daha doğrusu iç içe geçmiş öykülerden. Siz buna kredi kartları ile henüz kazanılmamış paraları harcatmak öyküsü de diyebilirsiniz. Üstelik gerçekte var olmayan gereksinimler için. Makineler dünyasına hoş geldiniz..!
Düşünün… Çok değil, on yıl öncesine kadar yaşamınızda olmayan ancak bugün onlarsız yapamadığınız ürünler var mı? Neler? On yıl öncesine kadar onlarsız nasıl yaşıyordunuz? Şimdi niçin satın alıyorsunuz? Ya da niçin satın almaya itiliyorsunuz? Çünkü makineler var. Çünkü makineler büyüdüler ve çoğaldılar. Çünkü ürettikleri ürünler gereksinimlerden fazla. Yâni arz, talepten fazla. Bu arzı eritmek gerekiyor. Kim eritecek? Siz! Kim için..? Kim bilir, makineler masum oldukları iddiasındalar.
Pencereyi açtığınızda ne görüyorsunuz? Değişim, hız, belirsizlik, karmaşıklık, çalkantılar, krizler, fırsatlar, tehlikeler, riskler… İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, bu ve benzeri sözcüklerle tanımlanıyor. Nasıl vardık bu noktaya..?
İnsanlık tarihi ilkel toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu, bilgi toplumu süreçlerinden geçti ve şimdilerde siber topluma hazırlanıyor. Makineleşme, sanayi devrimiyle birlikte başladı. İnsanın kas gücü ile yaptığı işler yerini makinelere devretti. Zanaat (el işçiliği ile bireye özel üretim) tarihe karışırken, çok daha hızlı, çok daha büyük miktarlarda ve düşük maliyetli standart üretim anlamına gelen kitle üretim öne çıktı. Yâni giysimizi terziye diktirmek yerine, konfeksiyon ürün satın alır olduk. Niçin? Çünkü çekiciydi. Hem seçenek bolluğu vardı, hem de daha ucuzdu. Özgünlüğümüzü terk edip standartlaştırılmış ürünleri kullanarak “birbirimize benzeme” ya da makineleşme öykümüz böyle başladı…
“Büyüyün ve çoğalın” emriyle büyüyüp çoğalan makinelerin üretimiyle birlikte pazar genişlemesi sürerken, üçüncü bilgi devrimi (ilki matbaa, ikincisi radyo) gerçekleşti: İnternet. Dünya ölçeğinde hem iletişim engelleri ortadan kalktı, hem de iletişim neredeyse bedavaya dönüştü. Bireyin yabancı dili varsa, dünyanın herhangi bir coğrafyasında hangi ürünler üretiliyor, tüketiliyor, kaça satılıyor bilgisine real time-online ulaşabilir oldu. İstek önce düşüncede başlatılır, ardından eyleme geçirilir. Küresel ölçekte çevremizi kuşatıp, kesintisiz uyarıcı sinyaller yayan modern reklam ve pazarlama enstrümanları süreci körükledi, hızlandırdı. Oysa madalyonun arka yüzünde “gereksinim için üretim” yerine “piyasa için üretim” gerçekliği yer almaktaydı. Ne demektir piyasa için üretim? İnsanın “yararına olmayan” üretimdir. Böylece “aşırı arz+iletişim” evliliğinden doğan “olmayan gereksinimin oldurulma” öyküsü de başladı…
Artık bir helikopterle yükselip (helikopter vizyonu diyorlar), “büyük fotoğraf”a yukardan bakabiliriz: Olmayan gereksinimleri için henüz kazanmadıkları paraları harcayarak birbirine benzeme yarışına giren modern insanlar! Ya da “makinelerinin makinesi”ne (ç)evrilmiş, “makineleri için çalışan” modern insan! Biraz yumuşatırsak “tüketim çılgınlığı” da diyebiliriz. Bu arada ABD’de AVM’lerin birer birer kapandığı şimdilerde bizde popülerleşen “her köşe başına bir AVM” sloganının gizemini de varın siz çözün..!
Nasıl başlamıştık? “İnsanlık tarihi ilkel toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu, bilgi toplumu süreçlerini geride bıraktı, siber topluma hazırlanıyor” demiştik. Biz..? Biz toplum olarak bu sürecin hangi evresindeyiz?
Ve… Eduardo Galeano’nun ifade ettiği gibi makineler masumsa, masum olmayanlar kim..?