Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Martı ve Balıkçı

Martı ve Balıkçı
 

Ara Güler


Balıkçı Varbet'i nasıl bilirsiniz? Adam ölmüş gibi sordum ama öyle sorduğuma bakmayın siz. Aslında kırk yıllık hikaye. Ama adı üstünde hikaye. Gel gör ki, Sait Faik yazdıysa tabii ki yaşamıştır Varbet, yaşamaz mı? Hoş hâlâ da yaşıyor ya.
 
Topal martısı vardı hani. Hah işte o, hatırladınız değil mi? Sait Faik denince Topal Martı hikayesi hatırlanmaz mı hiç? Suskun balıkçı Varbet. Sait Faik'e denizde korktuğu belki de panik atak geçirdiği için, posta koyan balıkçı. Topal martıyla dostluk kuran, konuşan, öldüğünde siyah kurdela takan, ağlayan, insan Varbet.
 
Bakın yazı için Topal Martı hikayesini yeniden açtım, açtım da şu paragrafı şuraya bi yazayım dedim. 

Balık sükûndan hoşlanır. Kendisi gibi ağzı var dili yok insandan haz eder.
Benim yine başım dönüyor. Bir daha mı balığa çıkmak? Bu ne kocaman, sağır, derin ses, denizin sesi. İnsan bu küçük sandalın içinde ne ufak. Ah kara. Orada sesler, insanlar, gürültü var. Ağaçlar var. Rüzgârlar var. Ayağının altında kaskatı topraktan açıklara bakmak tatlı şey. Ama bu kocaman bir ağzın nefes alışına benzeyen sağır sesleri denizin ortasında, bir sandalın içinde, bir topal martı yan gözle sizi dikizlerken dinlemek insana bir korku, bir ürperme veriyor. Ah bir dönsek! Karaya bir ayağımı bassam kurbanlar keseceğim. Kurban mı? Kurban ne korkunç, ne barbar şey Allahım! Nasıl da hayvanları çoluk çocuğun, kadınların, kızların önünde boğazlarlar. Ne iptidai âdet!
 
Nereden geldi aklıma bu Topal Martı durup dururken. Durduk yerde olur mu hiç? Aslında ben içinde başka bi kuş olan yazı yazmayı düşünüyordum. İnsanların bi kağıdı sevimli kılmak için allayıp pullayıp kondurduğu kuş. Neyse yazarım, belki yarın, belki yarından da yakın... (Milli Piyango) Milli Kumar için kuşu avlamışlar, sevimli kılmak için reklam yapıyorlar, kuş vasıtasıyla... insankuşları avlıyorlar!
 
Dün gece oturmuş haberleri izliyorum. Rize'de balığa çıkan bi tekne, baya yüklü dönmüş seferden. Yirmi ton hamsi. Hamsi falan iyi de, motor bozulmuş, sanırım ağlar motora takılmış ve sonucunda yan yatmış. Bütün tutulan hamsiler, tekrardan denizde.
Balıkçıların aramadığı yer kalmamış ekmek teknelerini kurtarmak için. Burası Türkiye, beklemek bizim işimiz abiler. Yardım bir sene sonra gelir.
 
Nasıl sinirler gerilmiş, tutulan hamsilerin gittiğine mi yanarsın, teknenin yan yatmış olmasına mı, yoksa yorgun argın uykusuz gelmeyen yardım ekiplerini beklemeye mi?
 
Martılar gelmiş ama, hava soğuk, sonuçta herkes ekmek derdinde.
Balıkçılar bi görmüş ki bi martı kanat çırpıp duruyor denizin üstünde. Onun da kanatları misinaya takılmış.
 
Mübarek misina da İskender'in düğümü gibi düğümlemiş herkesin kolunu kanadını o gece.
 
Sonra o sinir bozukluğu içinde olan balıkçılardan biri, hava soğuk falan diye aldırmadan, girmiş denize beline kadar, martıyı kurtarıyor.
 
İnsansın sen balıkçı, insan.
Bi de ne diyor biliyor musunuz “ ne olacak ki, onun da canı var, o da yaşasın.” Dedim ki bu martılarla balıkçıların arkadaşlığı, arkadaşlıktan geçmiş dostluğa varmış. Ee ortak kaderleri deniz. Denizin halini onlardan başka kimbilir ki? Fırtınası, yağmuru, karında... birbirlerine yarenlik ediyorlar.
 
Sait Faik boşuna adada yaşamamış, boşuna kendisine balıkçıları arkadaş etmemiş. Hakikatlı insanlarmış.
 
Var mı Allah aşkına böyle insanlar hâlâ dedim. Var, arkadaş var.
O zaman umudumuz da var insandan yana.
Ya kamu kurumundan yana?
Onu karıştırmasaydım keşke şimdi!
Neyse oldu bi kere!
 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..