Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '11

 
Kategori
Kitap
 

Masumiyet müzesi ve Orhan Pamuk hakkında

Masumiyet müzesi ve Orhan Pamuk hakkında
 

Etkileyici bir sevda masalı... Saplantılı bir aşk hikayesi... Saplantının altında yatanı öyle kutsamış filan değil anlatan/yazan... Kara sevda ama öyle sevgiliye ulaşamama filan değil, ulaşıp kaybetme desek daha iyi olacak galiba...
Elinden kaçırmak mı yoksa? Güya şartlar gereği o anda ki... Sonuçta bir tarafın kendi mutluluğu için, kendisinden vazgeçmesi anlatılıyor(?)... Zamanın ve hesap kitabın kaybolduğu bir kara sevda masalı...
- Sevdaya kara niye denir inanın bilmiyorum. 

- Günümüzde baş döndürücü şekilde başlayıp biten, sonra yeniden
başlayıveren aşklarına inancı sorgulayabiliriz bu kitaptan sonra... 

Birileri tarafından aldatılmayan, yarıda bırakılmayan, ihanete uğramayan insan kalmadı artık bildiğimiz
insanlar arasında... En azından tutku bitiyor zaman içinde... Birbirini aldatma sorun olmaktan bile çıktı...
Çünkü ikili ilişkilerde mutlaka birisinin görevi oluyor bu... Bu dizili dama taşlarının zincirleme devrilişi gibi, yıkılan ötekileri yıkıyor... Kimse kimseyi ayakta tutmak için uğraşmıyor... Bana daha kötüsünü yaptılar deniyor... Vicdanlar rahat... En fazla üç gün sonra yeni ilişkiler düşünülmeye başlanıyor...
Herkes gardını almış durumda... Önce kim davranacak... İlk yumruğu kim vuracak. İlişkiyi ilk bitiren olmanın zaferi daha çok anlamlı oldu... Neysee konumuz bu değil... 

Yıkılan olmak çok zor bir iş bu durumda... Hele bu yeni dünyadan uzak eski insanlar için çok dayanılmaz bir şey...
Beter bir şey... Düşünün yaşadığı hiç bir ilişkiyi yüreğinden atamamış, içinde büyütmüş, sulamış, saygı duymuş birilerinin yıkılışını... Onlar için sevmek kendinden vazgeçiştir oysa... Her şeyden vaz geçip teslim olmaktır... Kendini adamak mı demeliyim yoksa? Oysa mantık teslim almayı hedefler, teslim olmayı değil...
Şöyle özetlesek olacak artık bu ilişkileri genel olarak; İnsan olmanın temel şartlarını sağlamadığından, (sevgisizlik= sevememek ve sevilmemek) yaşamları yalnızlaştırıyor, anlamsızlaştırıyor...
Hiç bir şeyin anlamı kalmıyor sevgi eksikse...
Lanet bir zincirin sıradan halkası oluyorsun;Bir öğütüm makinası, tüketim aletinden farkın kalmıyor... 

O zaman mantık giriyor devreye, ona, sevdiğine sahip olmak düşüncesine kapılıyorsun...
Sahip olmaya çalışıyorsun... Oysa teslim olmaktır sevgi... Kendini teslim etmedikten sonra sevgi olmaz ki...
Sahip olsan ne yazar ki zaten sevdiğine ; Boynunda tasma ile dolaştırdığın bir köpek kadar sevdiğin olur o kadar...
Sevdiğin mi ne yapar? Seviyorsa o da zaten çoktan teslim olmuştur sana... 

Her şeyin ödenebilir bedeli yoktur... Bedel bazen insanın kendisidir... Yaşamın anlamı insanın kendisiyse, bedel insanın ne ailesi, ne saplantıları, ne kültürü ne de hesaplarıdır... Kendisini koyar bedel olarak ortaya ve sonuç ne olursa olsun mutlu olduğu sürece onu yaşar... O yüzden sanırım hala Leyla ile Mecnun'lar,
Ferhat ile Şirin'ler bu çağda bile kutsallar... 

Bu duygular kalmış kafamda bu romanı/anlatıyı/anıları okurken. Sevginin insana neler yapabildiğini, yaptırabildiğini daha iyi anlamış oldum. Burada anlatılan (kimine göre hastalıklı, kimine göre yüce) ilişki beni etkiledi.
Bu romanın yazılış şekli, tekniği başka bir deneme olarak geldi bana. Orhan Pamuk sanki başka bir şey denemiş. 

Müzecilik aslında tutkuyla sevilen şeylerin korunduğu yermiş bunu çok iyi anladım. 

NOT;Bu yazıyı yazalı çok uzun zaman oldu... Nedense hep eksik bir şey var, sonra tamamlarım diyordum.
Fakat tamamlanmıyor... Bunu anladım. 

 

 
Toplam blog
: 615
: 948
Kayıt tarihi
: 25.06.10
 
 

1959 Denizli doğumluyum.. İ.Ü. İktisat Mezunuyum.. Emekliyim ve hala çalışıyorum.. Yaşam bizden önce..