Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '08

 
Kategori
Kitap
 

Masumiyet Müzesi ve taşınma ..2

Masumiyet Müzesi ve taşınma ..2
 

www.turkiye-resimleri.com/data/media/38/istan...


MASUMİYET MÜZESİ VE TAŞINMA ..2

Okumam normal hızımdan daha yavaş, bir yandan toparlanıyorum, bir yandan soğuk algınlıklarımızı atlatıyoruz. Şimdi de kızım hasta oldu. İşte o arada ne kadar okuyabiliyorsam... 196. sayfaya geldim.

Okurken hepmizin bildiği şeyleri yazmış olmasına sevindim. Severek okuduğum birçok Türk yazar var, ama nedense yazarlarımızın büyük bir kısmı, edebiyat adına, Pamuk’tan çok daha ağır bir dil kullanırken, insani duyguları atlıyorlar sanki... Tabii ki ben edebiyat üzerine yetkili biri gibi konuşamam, benim adım: “okuyucu” (yine okuyucu yazdım, “okur” diye yazmam gerekiyor sanıyorum, ama “dinleyici” veya “seyirci” ya da “izleyici” sözlerinin yanına “okuyucu” olurmuş gibi geliyor bana). Pamuk’ta ise acının, yoksunluğun, kıskançlığın, itiraf etmekten korksak bile, herkeste olduğu gibi, en yalın, çıplak haliyle anlatılması, beni Türk Edebiyatı adına, Türkçe okuyan okuyucu olarak çok sevindirdi.

Biz amatör blogcular bile “belki birileri okur da paylaşırız” diye yazıyoruz. Bir çok yazarın düştüğü hataya düşerek, cinselliği anlatmanın özgürlük olduğunu sanarak abartırken, esas duyguları olduğu gibi yazmaktan çekiniyoruz. Önce kendimize karşı, öğretilen değer yargıları çerçevesinden bakarak, “aman başkaları ne düşünür” baskısıyla ikiyüzlü davranıyoruz. Hemen burada geçen yazımdaki hatalarımı belirteyim, (hani başkaları okur diye yazarken) biraz fazla aceleye getirip birkaç yanlış yapmışım. İlk ama ciddi büyük hatam resim ve resim altı yazısı olmuş. “İletişim Yayınları”ndan ve resmin sahibinden özür diliyorum. Diğer büyük yanlışım, “kızımın ikici yaş doğum günü” diye yazmam olmuş. Başka yanlışlarım da vardır mutlaka, onlar için kolayca “amatör yazarlığıma” sığınacağım izninizle.

Kitabı okurken kendimi, alışkın olduğum gibi, okuyucu kimliğimden sıyrılıp izleyici ve hatta yaşayan kimliğimde buluyorum. Zaten okuduklarımın, başka hayatları anlatırken, bana beni de gösterdiğine inanırım. Bazı sahneler kendi anılarımı canlandırıveriyor gözümde... Örneğin; Kemal’in kendi nişanında bütün erkekleri birbirine benzettiği gibi, kocam da bir protokol yemeğinde kadınların hepsini birbirine benzetip, kulağıma “hepsi aynı fabrikadan çıkmışlar” diye fısıldamıştı. Nişanı okurken bu anı ayrıntılarıyla gözümde canlandı, kahkaha attım.

Bir bölümde “yalan” üzerinde duruyorlardı. “Sahi yalan niye söylenir?” diye düşündüm. Galiba “korku” yalanı söyleten, ama ne korkusu? Ben ne zaman yalan söylerim veya söyledim? Annem babam kızar diye korkup söylediğim yalanlar var. Bazen açıklaması uzun gelen şeylerde sanıyorum ufak tefek yalanlarım oldu (bunda korku yok aslında, tembellik veya üşengeçlik gibi). Bir de karşıdakini üzmemek, kırmamak için söylediklerim var, içinde şefkat de olsa, bu da korkuya giriyor.

Türk kadınının modernleşme uğruna boyalı sarışınlaşmasını anlatmış. Aslında bu yalnızca Türk kadını için değil neredeyse tüm dünya kadınları için geçerli. Bir yandan “aptal sarışın” şakaları yapılırken diğer yandan hemen hemen her kadında “sarışınımsı” olma eğilimi var. Böyle olmadığını, farklı olduğunu göstermek isteyen bir çok kadın da kızıl saçla farkını ilan ediyor. Gerçi bizde ve bizden daha doğu ülkelerde (özellikle Hindistan) kına ile kızıllığı sarışınlıktan çok daha önce benimsemişler. Sonuçta, birey olarak ne kadar yalnızlık çekersek çekelim, insanlar sosyal yaratıklar, popüler kültür mutlaka bir taraftan bizi etkiliyor.

Popüler Kültür deyince “Küresel Ekonomi, Küresel Isınma” falan da aklıma geliveriyor. “Masumiyet Müzesi”nden uzaklaşıyormuşum gibi duruyor ama bana öyle geliyor ki, bugünün “küresel ekonomik kriz” nedenlerinin tüm başlangıcını Orhan Pamuk’un son romanında okuyorum. Kendi anılarımla, düşüncelerimle harmanladığımda, ister istemez “oradan buraya geldik” diyorum. Ve aslında buraya geleceğimiz nasıl da açık-seçikmiş...

Arabesk bir toplumuz, ataerkiliz, “erkekler ağlamaz” Türkiye’de... Gerçi “arabesk”in en ünlüleri, bestecileri de erkek... Yine de beni en çok şaşırtan, Kemal’in duygularının, hissettiklerinin yoğunluğu oldu. Ben kıskançlığın, kurmacalığın, hasetin, karmaşıklığın kadınlarda daha güçlü olduğunu sanıyordum. Gizliden gizliye, kadınları daha özverili, daha duygulu ve sevgili yazdığı için sevindim.

Her taşınma sırasında biriktirdiklerimiz şaşırtıyor beni. Bu kez de öyle oldu, ben de yükümüzü azaltmak adına DVD ve CD kapaklarını feda ettim. 200 CDyi saklayabileceğimiz şekilde hazırlanmış kutunun içine tek tek hepsini yerleştirdim. Şimdi hepsi kapaksız ama iki büyük koli kazancımız oldu. Bir de çok fincan biriktirmişim... Ne gereği vardı ki? Her gittiğim yerden fincanım var, atmaya da kıyamıyorum. Kırıldıkça diğerini kullanırım diyorum ama öyle kolay kolay kırıp-döken biri de değilim. Bu kez toplanırken ilk defa fotoğraflara kendimi kaptırmadığım için kutlanmayı hak ettim. Bugün bir çırpıda, bütün hepsini kutuya koyup, hemen bantladım. Açarken bu kadar kolay olmayacak tabii ki. Yerleşirken, herşeyin yerini yeniden bulurken genellikle, hatta hep ayrıntılara takılırım: En çok neyi nerde görmek istiyorum, hangi şeye en çabuk nasıl ulaşabilirim, önceliklerine göre mutfak eşyaları, kitaplar, fotoğraflar, hangi dolapta, hangi rafta... Giyisiler kolay, onların yeri belli.

 
Toplam blog
: 10
: 1123
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

Çok gördüm, çok gezdim, çok yaşadım. Bir arpa yoldan, evvel zaman içinden, ne kaldıysa... Üç sonsuz ..