Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '21

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Maziden Atiye Cumhuriyet

CUMHURİYET TARİHİ, yıllardır ne olaylara gebe olmuş ne tartışmalara tanıklık etmiş ve de ne ihanetleri kaydetmiştir.

Cumhuriyet tarihimiz, bizlerin gözbebeği rejimimizin dünden bugüne nelere tanıklık ettiğinin bir güncesidir.

Osmanlı Devleti, iç işlerinde düzeni ve nizami kaybetmesinden ötürü bir bilinmeze doğru sürükleniyordu.

Şartlar ve dönem acımasız; dost ve müttefik gibi davranan devletler kuzu postunda, avının en iyi tarafını pay etmenin derdindeki kurtlar idi.

Umutsuzluk ve yılgınlık hâkim idi. Anadolu insanı; yıllardır iteklenmenin, doğru dürüst dikkate alınmamanın verdiği bir ruh hâliyle yine senelerce savaş meydanlarında sıla hasretiyle cephelerden cephelere sürüklenmelerin neticesinde, ufku göremiyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, işte yılgın ve yorgun insanların enerjilerinin ve inançlarının tükendiği bir eşikte, döneminin şartlarını ve dünyanın gittiği istikameti çok yerinde tahlil eden ve belki bir daha tekerrürü olmayacak bir değişimi “tetikleyen” vatanseverlerin eseridir.

Cumhuriyet tarihini izlerlerken, nedense hep duygusal davranmayı ve nihayetinde tutum ve tavırlarımızı da hissiyatımız doğrultusunda biçimlendirmeyi “yeğleriz”.

Osmanlı İmparatorluğu’nun o muhteşem ve debdebeli hükümranlığının toplum hafızasında bıraktığı hüsran, özlem, kabullenememe, içine sindirememe…

Soluk alıp verdiği toprakların artık bir değişimden geçtiğinin bilincine vakıf olamaması, Türkiye’de 1923 tarihini baz almak kaydıyla çekişmelere neden olmuştur.

Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir dehaya sahip olmanın kıvancını yaşamak varken ve onun bizlere bıraktığı eseri daha yükseklere taşıyarak taçlandırmak varken, bizler nelerin boyunduruğu altına girdik?

 

Cumhuriyetimiz, demokrasimiz ve genelde Türk Tarihi üzerine söyleve başlandığında; buradan övünç kaynakları türetilmek istendiğinde, nedense tarihe “sadık” kalınmaz.

Hep der dururuz: Tarih, tarihçilerin işidir, diye. Mustafa Kemal ATATÜRK, Anadolu topraklarında emperyalizme karşı bir zafer kazanarak “tarih yapmıştır”. Gerçekten de Türk olduğum için burada hamaset yapmak gereği duymuyorum. Ama, hakikati benim mübalağ etmem veya çarpıtmam, değiştirir mi?

Cumhuriyet rejimi, yıllardır yönetim şekli babadan oğla geçen hanedanlık sultasını, cumhura bırakan bir devrim idi. Bu cumhuriyet idaresi yönetim biçimini de “demokrasi” olarak tayin etmişti. Bakın değerli okuyucular, bir devrim yapılmış, emperyalist devletlerin her türlü tezgâhına ve işbirlikçi girişimlerine rağmen senelere varan alışkanlıklarıyla yoğrulmuş bir milleti/halkı yeni bir hayata doğru yönlendirmek, çok kolayca olabilecek bir hareket miydi?

Birinci Dünya Savaşı yapılmış, dünya milletleri büyük bir yıkımın altında eza ve zulme katlanmış, en değerli varlıklarını yani insanlarını savaş adına meydanlarda yitirmiş. İmparatorluklar yıkılmış. Milletler ulus devlet inşasına girişmiş. Sonra yine, konjonktürel süreç içinde “izm” akımlarının yine dünyayı bir felakete sürüklediği bir zaman diliminde, İkinci Dünya Savaşı insanlığı tekraren acıyla gözyaşı ve kan deryasıyla sınamış.

Tüm bu, insanlığın kaldırabilmesi büyük yıkım ve felaketlerden sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti varlığını sürdürmüştür.

Demek istediğim, neden hâlen cumhuriyet çınarı 100. yılına doğru emin adımlarla yol alırken-tüm yıpratma ve saldırılara rağmen- tarihi yapan ve yazanlara inat, olanbiteni çarpıtarak yorumluyoruz? Bu ülkenin harcına dönemine göre büyük katkılar koymuş kişileri, ölümünden sonra “mesnetsiz bir biçimde”, gündelik politikaya ve tartışmaya alet etmek, ne vicdanî ne de ahlâkî.

Ben demiyorum ki… Sorgulamayalım veya araştırmayalım. İşte devletin kurumları orada. Arşivler açık. Ama, önemli olan ideolojik bağnazlığa kapılmadan, tarihin berrak bir biçimde irdelenmesidir. Cumhuriyet tarihi yeşerdiğinden beridir de karşıtlıklar üzerinden varlığını sürdürmek durumunda kalmıştır.

 

1923 tarihi gerçekten de bizler için çok önemli bir tarihtir. Toplumsal kopuşlar da siyasî tıkanmalar ile siyasetin kesintiye uğraması da hep bu sürecin hazmedilememesinden ve yine cumhuriyet rejiminin içselleştirilememesindendir.

Osmanlı Devleti, din-tarım imparatorluğu idi.Toplumsal yapı da siyasal yapı da yani devlet düzeni de ve iktisadî gelişmeler de hep çağının değerlerinden ve ideolojik kavramlarından besleniyordu. Devletin başındaki sultan/padişahların güçlerini dinden almaları, tek tanrılı dinin gereği toplumun üzerinde kuşatıcı bir siyasal ve dinsel güce sahip olmaları, pekâlâ kulların birey aşamasına geçişlerinde en büyük direnç noktası olarak tezahür ediyordu.

İşte Türk Devrimi ve dolayısıyla cumhuriyet, Osmanlı tebaası konumundaki “insancıklara” “vatandaş” kimliğini yukarıdan aşağıya olacak şekilde armağan ediyordu.

Bu bağlamda, devrim muhafızlarıyla karşı devrimcilerin tartışmalarına baktığınızda, sürekli olarak bir “reddiye”, “inkâr”, “yok sayma” olgularını müşahede edersiniz.

Gerçekçi açıdan bakıldığında, karşı devrimci diyeceğimiz kesimlerin en büyük yanılgıları, Türk Devleti kimliğini cumhuriyet rejimi altında kabullenmemeleri idi. Çünkü yıllarca ümmet tanımlaması altında bir lokmaya tamah etmeleri, dünyadan tecrit bir biçimde hâlen ilkel şartlarda ekonomik faaliyetler ile iştigal olmaları, özellikle toplumun ayrıcalıklı nüfuzlu entelijansiyesinin din toplumu olmanın verdiği avantajları kaybetme telaşıyla toplumu her daim dogmalarla uyutmaları, devir ve düzen değişse de zihniyetin “donmasına” neden olmuştur.

Cumhuriyet rejiminin kök salması ve yerleşmesi adına cumhuriyetin inşasında önemli hizmetler ifa eden kurmay kişilerin de hepten bir reddiye üzerinden yeni dönemin hikâyesini yazmaları, bugüne dek uzanan mücadelenin bir yüzüdür.

Ben, bu çağımıza artık uymayan tartışmalarda ebedi banimiz ATATÜRK’Ü, ayrı yerde tutmaktayım. Kesinlikle Atatürk’ün olduğu mesnetsiz bir değerlendirmeyi kabul etmiyorum. Buradan şu çıkmasın: Atatürk eleştirilemez. Hayır, ben bunu demiyorum. Pekâlâ, Mustafa Kemal ATATÜRK de eleştirilebilir. Hataları olmuştur. Bunun yargısını bizler verecek değiliz. Benim karşı çıktığım husus, Atatürk üzerinden ya da Atatürk’e en yakın kişiler üzerinden cumhuriyet düşmanlığı yapmak. Buradan yola çıkarak Atatürk’ü milleti nazarında kötülemek, bunların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

 

ATATÜRK ve rejim üzerinden yapılan saptırmaların en başta gelenleri, herkesin bildiği gibi bir “dinî mağduriyet” yaratmak ve alt kimlikler üzerinden ülkenin ve devletin bütünlüğünü sarsmak. Karşı devrimci dediğimiz kesimler, yıllardır yeni kurulan devletin kurum ve kurallarını, yine devrim değerlerini tahrip etmek maksadıyla hem sahada hem de masada ellerinden geleni yaptılar. Ne adına? Tarihte bence şanla ve şerefle yerini almış Osmanlı Devleti adına…

Nasıl ki Atatürk’ün vefatından sonra işbaşına gelen kadrolar, cumhuriyet rejiminin yerleştirmek istediği fikri altyapıyı telakki etmek istedikleri doğrultuda topluma “dayatmışlar” ise de, yeni Osmanlılar dediğimiz hâlâ akılları tarihin geçmişinde kalmış kitleler de yeni devleti, bilinçli ve planlı bir biçimde reddettiler.

Buradan şunu söyleyebiliriz. Yeni bir devlet kurulmuştu. Bu yeni devlet altyapı ve üstyapı çerçevesinde üniter-ulus devlet modelinde, laik, demokratik sosyal hukuk devleti sisteminde ülkeyi silbaştan dizayn ediyordu. Giyim kuşamdan tutunda insanların vatandaşlık aidiyetine kadar sahip oldukları hak ve hürriyetler ile yine ödevler bağlamında cumhuriyet toplumu ve bireyi tesis ediliyordu.

Bugün, cumhuriyet muhafızları Kemalist entelijansiye de sağcı muhafazakâr-mukaddesatçı entelijansiye de, kendi kurguladıkları muhayyele üzerinden bir çözümleme yapma derdindeler.

Sol Kemalist aydınların zaviyesinden bakıldığında, Türk Medeniyeti içinde Osmanlılar “yok farz ediliyor” veya hepten reddiye yapılıyor. Böyle bir tavır takınmak ne kadar rasyonel değerli okuyucular? Türk Medeniyeti 100 yıllık bir sürece sığdırılabilir mi? Kök salmış bir kadim uygarlıktan bahsederken Osmanlı Devletini yok saymak, nesillerin dimağlarından silmek, aynen karşı devrimcilerin düştüğü akıl tutulmasının birörneğidir.

Bundan sonrası zaten hep bilinen süreç. Bir adım Kemalist hareketten geldiyse… Bir hareket karşı devrimci kesimlerden gelmiştir.

Oturduğumuz yerden baktığımızda, bu kısır bir üretimden başka bir şey değildir.

Birbirimizi reddettiğimiz ve inkâr ettiğimiz bir çaba, sadece çok meşhur bir havanda su dövmekten başka bir şey değildir.

Çünkü tarih yapılmıştır ve yapıcıları tarihteki müstesna yerlerini de almışlardır.

  

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..