Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '17

 
Kategori
Dünya
 

Medeniyeti Nasıl Kaybettik?

Medeniyeti Nasıl Kaybettik?
 

 Böyle bir başlıkla karşılaşanlar belki de şakayla karışık "Medeniyeti bulmuş muyduk ya" diyebilir. Espriyse gülünür ve geçilir ancak ciddiyse tarih bilmemenin verdiği zafiyet söz konusudur. Zira Türkler erken dönemlerinde medeniyeti yaşayan ve yaşatan bir topluluktu. Ne değişti diye soracak olursanız, bu yazı bunu anlatmayı hedeflemektedir. Neden ve nasıl bu hale geldik? Atatürk sonrası Türk Milletinin aklını kurcalayan en büyük sorulardan birisidir. Yalnızca cevap bulmamız yetmeyecektir, cevabı uygulamaya sokabilecek girişkenliklere ihtiyacımız vardır. Ne der Büyük Atatürk "Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, tek ihtiyacımız olan şey çalışkan olmak!"

 Anavatan Orta Asya! Çok duydunuz değil mi bu sözü, biliyorum çünkü ben de duydum. Ama bir süre sonra fark ettim ki dilimize pelesenk olmuş Orta Asta bölgesini haritada gösterebilecek insan yok! Abartılı bir anlatım elbette, ancak ülkemizde yaşayan birçok Türk'ün doğduğu yeri bilmemesi acı değil mi? Fakat bu suçu tamamen şahıslara yükleyemeyiz hepimiz farkındayız ki baş etmemiz gereken bir "sistem" belası var. Eğitim sistemine yazı içinde değineceğim şimdilik bir kenarda dursun. Coğrafya problemimiz olduğu aşikar. Peki ya diğer konular? Tarih, Bilim, Sağlık, Ekonomi, Hukuk... Ne derece iyiyiz? 10 üzerinden not verin desem 5'in üstünde kaç kişi verir? Ben cevap vereyim gerçekçi olan hiç kimse vermez, veremez. Atatürk'ün aktif olduğu 20 yıllık dönemi çıkardığımız takdirde bu sorun Osmanlı'dan bu yana devam etmektedir. Osmanlı neden yıkıldı zannediyorsunuz? Tek nedeni savaşları kaybetmemiz olarak göremeyiz herhalde? Dünya tarihinden örnekler vereyim: On binlerce kişilik ordusu bulunan Çekoslovakya Almanya karşısında hiç direnemezken, bir avuç askeri bulunan Fin Ordusu Ruslara karşı nasıl bağımsızlığını korumuştur? Cevap tek kelimedir: Kültür! Finlandiya yukarıda saydığım unsurlarda o kadar iyiydi ki kültürlerini sağlama almışlardı bu da onlara bağımsızlık vermişti. İşte bu gelişmişlik onları hayatta tuttu. Finler şu an özgür bir yaşam sürüyor ve yapılan değerlendirmelerde dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip oldukları söyleniyor. Sizce bunlar birer tesadüf mü?

 Osmanlı'nın yıkılışına dair yine dünya tarihinden ikinci bir örnek de yakın zamanda yaşanmıştır. Muhtemelen onu hepimiz hatırlarız: Saddam Hüseyin. Irak'ın en güçlü olduğu zamanlardı. İran ile girdikleri savaş ne kadar onları yıpratsa da Saddam büyük lokma yemekle kalmayıp büyük sözler söylemeye devam ediyordu. Ve en sonunda Kuveyt'i işgal etti, amaç tahmin edebileceğiniz üzere petroldü ancak uluslararası para baronları buna sessiz kalmayacaktı. Irak'ı işgal etmekle tehdit ettiler ancak Saddam geri adım atmıyordu. Amerika Hükümeti Saddam'ın yatak odasını dahi izlediklerini söylediğinde ciddiye alınmamıştı. Ve nefesler tutuldu, Amerika Irak’a girmek için yola çıktı. Herkes milyonlarca ölü, karşılıklı çok büyük bir savaş bekliyordu. Fakat o da ne? Amerika 2 saatte Bağdat sokaklarına hakim olmuştu. Dünya kamuoyu şaşkındı. Olayın perde arkasında ise Kesnizaniler sessiz sessiz karşılarında gülümseyen CIA ve MOSSAD ajanları ile el sıkışıyorlardı. Kesnizani Tarikatı Irak merkez olmak üzere Orta Doğu’ya yayılmıştı ve çok etkindiler Saddam’ın en yakın adamları bu tarikata üyeydi, hatta iddiaya göre eşi ve kayınbabası da örgütte etkin konumdaydı. Örgüt ise CIA ve MOSSAD ile işbirliği içindeydi. İşte Irak savaşılmadan Amerika’ya böyle verilmiştir. Osmanlı’nın çöküş döneminde de dışarıya çalışan ajanlar ve hainler cirit atıyordu. Bunlar o kadar fazlaydı ki bir noktadan sonra alınan kararlara padişah sadece onay vermekle yetiniyordu. Sonu hazırlayan iki neden dünya tarihinden örneklerle işte böyle başlamıştı.

 Medeniyet ile başlayıp nerelere geldik. Yukarıda saydığım iki nedenden birincisini detaylı inleyeceğiz. Bilimden, kültürden bahsedeceğiz. Medeniyeti bir meydana benzetirsek, bu kavramlar o meydanlara çıkan ara sokaklardır. Osmanlı’dan devam edelim. Avrupa bilimle, teknikle; Reformla, Rönesans ile uğraşırken Osmanlı Devleti’nde verilen fetvayı bilmek ister misiniz? Osmanlı neyi merak ediyordu sizce? Söyleyeyim: Cennetin dili nedir? O dönemlerde seküler yaşamdan söz etmemiz belki zor ancak dini bu boyutlara vardırmak ne kadar akıl işi? Yetmedi mi? Gelin o zaman bir örnek daha vereyim : 

” 1575 yılında 3.Murat’ın emriyle müneccimbaşı Takiyüddin Efendi’ye rasathane kurdurulur. Takiyüddin Efendi büyük bir alimdir, kurduğu rasathane Avrupa standartlarındadır ve kendisi de yaptığı çalışmalar ve icatlarıyla sürekli geliştirmektedir. Sayesinde astronomi büyük ilerlemeler kat ederken, Osmanlı halkı veba ve depremlerle uğraşmaktadır. Bunun faturasını ise Takiyüddin Efendi’ye keserler çünkü onlara göre Takiyüddin Rasathanesindeki teleskoplarla meleklerin bacaklarını dikizlemektedir! Siz şu an gülüyorsunuz ancak 400 yıl önce bu nedenden ötürü o rasathane kapatıldı. Ve Osmanlı sanata ve bilime, kültüre ve ilime sırtını döndü. Topluma din değil, yobazlık ve hurafeler hakimdi. Ve bunların egemenlik sürdüğü bir toplumda din daima değersizleşmeye mahkum olmuştur, olacaktır da.”

 Müslümanların yobaz takımı var da diğerlerinin yok mu? Elbette var. Hristiyan Katolikler de en az bizim kadar ilime, bilime karşı hurafeler ile yaşayan ve can alan kimselerdi. Nitekim Engizisyon Mahkemeleri de bunun en açık örneğiydi. Galileo’yu tanıyoruz, peki hayatını biliyor muyuz? 1580 yılında yani Takiyüddin’in Rasathanesi’nin kurulduğu yıllarda Galileo 16 yaşındaydı. Önündeki yıllarda modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucusu olmayı başardı ve bilim kitaplarına adını altın harflerle yazdırdı. 1618 yılında üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle ilgili olarak kilise ile tartışmaya girdi. Engizisyon Mahkemelerince yargılanan Galileo 69 yaşında müebbet hapse çarptırıldı. Kısa süre sonra iki gözünü de kaybetti ve sefalet içerisinde 1642 yılında karanlıktan aydınlığa göçtü. 

 Bizden aşağı sayılmazlar değil mi? Bir örnek daha verelim ve konuyu toparlayalım:
Giordano Bruno ismini duyanınız var mı? Yine 1600’lü yıllarda Avrupa’da yaşayan gökbilimci ve filozof olan Bruno bilimsel düşüncenin özgürlüğü savunup hararetle kendi düşüncelerini savunmaya başladı. O kadar iyi yerlere geldi ki yıllar sonra adı Rönesans felsefesini biçimlendiren adamların en ünlülerinin arasında yer aldı. Evrimin sonsuz olduğunu iddia edince o da kilise ile ters düştü. Ve idam cezası aldı.  Roma’nın ünlü Campo de’ Fiori meydanında yakılarak öldürüldü… Daha sonra ise yakıldığı meydana heykeli yapılarak anılmaya başlandı.

 Tüm yaşananlar ortada, Orta Çağ’dan çıkmış insanlık yeni dünyaya uyum sağlamaya çalışıyordu.  Ve herkes, her ülke, her millet, her devlet hatalar yapmıştı. Ancak önemli olan hatadan dönmek ve gerçeği görmek değil midir? İşte tam bu noktada biz onlardan ayrıldık. Onlar 100 yıl sonra Aydınlanma Çağı’na girerken biz hala karanlıkta meleklerin bacaklarını dikizlemeye karşı olarak oturuyorduk. Tarihinden ders alan toplumlar yeni bir medeniyet inşa ederler ve bu medeniyet onların hayata tutunmalarını sağlar. Finlandiya örneğinde gördüğümüz gibi bu oluşturulan medeniyetler ne kadar sağlam temellere dayandırılırsa yıkılması o kadar zor olur. Savaşların topla tüfekle verildiği dönemleri geçtik, akıl ve bilim çağına geldik. Bu ikisini en iyi kullanan topluluk ön plana çıkmaya ve diğerlerine liderlik yapmaya hazır hale gelir. Tıpkı günümüzde olduğu gibi bir avuç Yahudi'nin koca Müslüman ordusunu kontrol etmesini başka hangi denklemle açıklayabilirsiniz ki? Yaşadığımız dönemde Timur değil Ali Kuşçu önem arz ediyor, Muratlar değil Takiyüddinler konuşuluyor, Piri Reis efsanesi tartışılıyor. Osmanlı benim fikirlerime göre işte bunlar yüzünden yıkıldı, zihniyet çağa göre yenilenmesi gereken bir şeydir. Yenilenmezsen, yıkılırısın. Osmanlı bahsinin anlaşıldığını düşünüyorum ve Cumhuriyet faslını açıyorum. Yeni devletimizde ne yaptık?

 600 yıl cihana hükmetmiş bir imparatorluk batarken, Anafartalar Kumandanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulmuş yeni bir devlet… Türkiye Cumhuriyeti. Öncelikle biraz Mustafa Kemal’den bahsetmek lazım, askeri yönünü tamamen kenara bırakıyorum. Ben onun siyasi adam rolüyle ilgileniyorum bu yazıda, bir devlet adamı ülkesi için ne yapabilir sorusuna onun uygulamaları cevap vermiştir. Fütursuzca Atatürk’ü karalayanlar olacaktır ancak bu saçma ve gereksiz. Yaptıkları ortada, neymiş dinsizmiş? Aç bak bakalım Tokyo Camii’ni kim yaptırmış, Kuranı tekrar kim bastırmış? Bunları bilmeden yaptığınız yorumlar cahil zırvasından başka bir şey olmuyor. Ki yıllar önce yazdığım bir yazıda isterse kumandaya tapsın sizi ne ilgilendirir demiştim. Bu görüşümü hala sürdürüyorum inanç kişi ile yaradan arasındadır üçüncü kişiye yer yoktur. Başkasının dinine müdahale etmeye çalışanlara bir bakın hepsi dininin gerekliliklerinden uzak hayat sürmektedir. İnkılapların ayrıntısına girmeyeceğim zira hepimiz tekdüze yazılmış lise kitaplarından bıkmış durumdayız. Şapka devrimi, harf devrimi, kılık kıyafet devrimi… bunların hepsi yıllarca okunan kitaplarda birikmiş ve sonrasında hayata geçirilmiş projelerdir. Ömründe 5 kitabı yan yana görmemiş olan insanlar yıllık yaşama 3.997 kitap sığdıran bir adamı eleştirirse komik olur. Atatürk hatasız mıdır? Kesinlikle hayır. O da insandır ve putlaştırmaya gerek yoktur. Yeri gelir hataları anlatılır, yeri gelir yaptıkları övülür ama her şeyden önce bu ülkeyi kurtarıp kurduğu için minnet edilir. 

 Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında eğitim kongresi yaptığını bilen var mı? Yardımcıları Paşam isterseniz iptal edelim ordu hücuma geçecek yakın zamanda şimdi eğitimle uğraşmayalım deyince “Şimdi eğitimle uğraşmazsak kazanacağımız zaferlerin bir anlamı kalmayacaktır” deyip kongreye gitmiştir. Kadın öğretmenlerin erkek öğretmenlerden ayrı oturduğunu görünce kızmış ve bundan sonraki kongrelerde karışık oturacaksınız demiştir. Bu denli aydın görüşlü bir adam cumhuriyeti ilan edip devleti kurduktan sonra da eğitime verdiği önemi kat be kat arttırmıştır. Hitler’den kaçan Yahudi bilim adamlarını ülkeye alıp onlarca öğrenci yetişmesini sağlamıştır ve onları yurtdışına öğrenim görmeye göndermiştir. Tarihin öneminin farkındaydı ve bunun için önemli çalışmalar yürütmüştür. Atatürk bu topraklara medeniyeti getirdi ancak bir zümre tarafından anlaşılmadı veyahut anlaşılmak istenmedi. Tarihi çok iyi biliyordu dedik, Orta Asya Türkleri hakkında biraz bilgi verelim ve Atatürk’ün tarihten nasıl dersler aldığını görelim. Mete Han’dan beri Türkler birçok kez dünyaya hükmetmiştir. Peki bu imparatorluk da kadınların değeri neydi? Neydi biliyor musunuz? Hatunlar, kağanların yaptığı antlaşmalara kendi ismini yazar imza atardı. Hanlar devletten uzaklaşınca devletin kontrolünü eline alırdı kimse saygısızlık yapmaz ve yapmayı dahi düşünmezdi. Bilir misiniz eski Türklerde anahtar ve kilit kelimeleri yoktur, çünkü böyle kelimelere ihtiyaç duyulmamıştır. Bunlar yabancı dillerden dilimize yerleşmiş kelimelerdir. İşte Atatürk eski Türkleri çok iyi tanıyordu ve örnek alıyordu. O yüzdendir ki yabancı yazarlar onu Bozkurt olarak nitelendiriyordu. Anlatmak istediğim kısaca biz medeniydik, bu medeniyeti kaybettik. Atatürk üstün dehasıyla problemi çözdü ancak sonra ne oldu? Gelin biraz da medeniyeti nasıl kaybettiğimizi ve Atatürk dönemi sonrasını konuşalım.

 Biz Türklüğümüzü kaybedip Araplaşmaya başladıkça medeniyetimizi kaybettik. İslam kisvesi altında bizi Arap kültürü altında yoğurmaya çalışanlar bir dönem başarılı oldular ve biz hala bunun savaşını veriyoruz. Uzatmayıp tadında bırakmak istiyorum, biz ne zaman özümüze dönersek, kendimizi bulursak, Atatürk’ün izinden gidersek o zaman doruğa ulaşırız. İslam’ın olduğu yerde medeniyet olmaz diye bir şey yok. Zamanın Müslüman alimleri (İbni Rüşd, Harezmi, Battani, Farabi, İbn Sina…) İslam’ı nasıl doruk noktaya çıkarttılarsa şimdiki Müslümanlar da çıkarabilirler. Ancak onlar bilimi takip etmek yerine, olmayan bir cihadı takip etmeyi tercih ediyorlar bu da dünya sahnesinde geri planda kalmalarına neden oluyor. Peki soruyorum geri planda olmayı bu kadar çok arzulayan bir topluma biz neden bu kadar ihtiyaç duyuyoruz? Türk’ün Arap’a ihtiyacı yoktur, Türk’ün batıya da ihtiyacı yoktur. Biz kendi kültürümüz ve geleneğimizi sürdürüp çağın gerekliliklerini yerine getirmeliyiz. Atatürk’ün yaptığı da buydu, çünkü reddedilemez bir şekilde son 250-300 yıldır bir batı üstünlüğü söz konusudur. Biz bunu görmezden gelir de, yalancı dostlarımızla  hayat sürmeye çalışırsak yanlış yapmış oluruz. Biz daha önce bunu yaptık ve medeniyetimizi kaybettik, kendi kültürümüz olmayınca devletimizi de kaybettik. Korkmayın Türk devlet kurmakta mahirdir. Nitekim yenisini de kurduk, kendi geleneklerimiz temelinde inşa ettik ve yine aynı tehlike ile karşı karşıyayız. Geriye bakıp feyz almalıyız, tarih tekerrürden ibarettir. Finlandiya örneğini unutmayın, ayrıca şunu da hatırlatmak isterim. Finler’in tarihlerinde öyle büyük başarıları yoktur savaşçı bir millet değillerdir oysa biz yedi cihana hükmettik aradığımız kuvveti geçmişimizde bulabiliriz. Tam da bu yüzdendir ki ne der Büyük Atatürk: Ey Türk Gençliği! Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur! 

 Türk Gençliği, mevcudiyetinin yegane temelini sakın ha sakın unutayım deme. İşte o zaman medeniyetle yetinmekle kalmaz uğruna binlerce şehit verdiğimiz bu aziz toprakları da kaybederiz. 


UMUT KARADAŞ

 
Toplam blog
: 23
: 8045
Kayıt tarihi
: 06.08.14
 
 

Bilgi Güçtür ..