Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Mehmet'in bisikleti

Mehmet'in bisikleti
 

Mehmet, pazarda gördüğü bir bisikleti çok beğendi. Yalnız bu bisiklet, çocukların hayalini süsleyen, sünnet düğünü hediyesi olarak verilen veya başarılı bir okul döneminden sonra iyi notlarla dolu karne karşılığında alınan beklide çocukluk çağının en önemli oyuncaklarından olan iki tekerlekli bisikletlerden değildi.Bu bisikletin üç tekerleği vardı. Sürücünün önünde duruma göre yüz –iki yüz kilo yük bindirilebilecek ve ön iki tekerlek üzerine kondurulmuş bir kasası olan ikinci el bir bisikletti .Halk arasıdaki yaygın ismi “Hamal arabasıydı”.

Mehmet’in bu bisikleti almayı çok arzu ediyordu..Hemen eller uzatılmış ve sıkı pazarlık başlamıştı bile. Fakat alışverişin kesinlik kazanması için yapılması veya araştırılması gereken bazı şeyler vardı ki, Mehmet bunları yapmaya koyuldu.Mehmet, bisikletin etrafında bir tur atarak eğilip büküldü. Yere serdiği ceketinin üzerinden bisikletin altına uzanarak bir tamirci titizliği ile çürüğü var mı diye önce göz yoklamasından geçirdi. Mehmet, işi şansa bırakmak istemiyor, emin olmak istiyordu.Pazar yerindeki tanıdık tamircilerden birisine bisikletin kasasını taşıyan ve gövdesi diye tabir edilen demirleri , tekerlek bilyeleri ve diğer aksamları büyük bir titizlikle yoklamadan geçirmesini istedi.Tamircinin ‘’Temiz araba al pişman olmazsın’’ onayını aldı.Mehmet bununla da yetinmemiş olacak ki önceki kullanıcılarından da alacağı bisiklet için malumat topladı.Pazar yerinde yaptığı bir test sürüşü, Mehmet’in kesin kararını vermesi için artık yeterli oldu.Elli liraya kesin pazarlık için el sıkışıldı

Satıcı’’ Bu araba bana iyi ekmek kazandırdı, senin evine de rızık taşıyacak, bereket getirecek. Uğurlu bir arabadır ’’ diyerek Mehmet’ten aldığı parayı sakalına ve çenesine sürttü ardından cebine soktu.’’Haydi Eyvallah’’ diyerek oradan ayrıldı. Bu paranın o dönem için karşılığı on tane koyun veya iyi beslenmiş, Kurban Bayramında iyi paraya satılabilecek bir tosuna eşdeğer olduğu söylenebilirdi.Küçük yerlerde, gençlerin böyle bir bisikletle ekmek parası kazanmak istemeleri, azıcık tanınmış ve belli bir itibarı olan ailelerin asla onaylamayacağı türden bir para kazanma isteğiydi.’’Sen ne demek istiyorsun ailemizin şerefini beş paralık mı edeceksin. Adımızı hamala mı çıkaracaksın’’ diye ret edilirdi.Mehmet düşkün bir aileden geldiğinden böyle bir sorunu yoktu. Yaşlı annesi ise ‘’Oğlum kazanmak ayıp, değil başkasına el açıp dilenmek ayıptır , sen alın terinle helal yoldan para kazanmaya çalışıyorsun. Allah yardımcın olsun ‘’ diyerek onu cesaretlendirdi

Hayırlı bir iş öncesinde ve işin uğur getirmesi için kurban kesmek ve kan akıtmak adetten olduğundan Mehmet, annesinin bahçedeki horozlarından bir tanesini boğazlayarak kendince bu görevi yerine getirdi. Horozun kanını, alnına ve bisikletine sürdü, annesinin hayır duasını alarak çarşıya çıktı.Çarşıda birkaç şeref turu attıktan sonra bisikletini çarşıdaki uygun yerlerden birine park ederek müşteri beklemeye koyuldu.Müşteriler genelde ev ve iş yerleri için tüp gaz , un, yağ, şeker, ve pazardan aldıkları öteberi vs günübirlik ihtiyaçlarını götürebilmek için bu arabaları tercih ederlerdi. Eğer hazırda müşteri yoksa Mehmet yavaş yavaş pedal çevirerek çarşı içinde tur atarken bir taraftan da ‘’Boş arabaaa… boş arabaaa’’diye bağırıyor, kasaya kaynatılmış parlak metalden yapılmış ve Mehmet’in direksiyon dediği “U” şeklindeki boruyu iki eliyle kavrıyor, kamburunu çıkararak manevralar yapıyor ve bu şekilde müşterilerine kendisini hatırlatmış oluyordu.Mehmet’in arabası, bazen köylüleri küçükbaş hayvanını pazar yerine götürdüğü bir araç , bazen kesilmiş hayvanları ve üstü muşambayla örtülmüş etleri kasaba taşımak için bir servis aracı, bazen de bir hastayı acilen hatahaneye taşımak için bir ambulans olacak kadar fonksiyoneldi .Yani ilçedeki insanların yada yakın köylerdeki insanların bir çoğu Mehmet’in potansiyel müşterisi sayılırlardı.Mekanik bir arızası ‘’Allah korusun’’ olmadığı sürece hamal arabasının ciddi bir gideri yoktu .Enerji kaynağını Mehmet’in kol ve bacak kaslarından almaktaydı, hızı ve performansı tamamen buna bağlıydı.

Mehmet’in taşıdığı yük karşılığında aldığı parayı çok gören bir köylünün ‘’Ne o benzin yada mazot yaktın da para mı harcadın ki bu kadar fiyat çekiyorsun. Ayıp değil mi’’ şeklindeki itirazını’’Evet doğru söyledin amca. Elbette ki bir yakıt bedeli ödemedim ancak harcadığım enerjinin ve döktüğüm terin karşılığında senin veya bir başkasının verebileceği bir değer maalesef yok ‘’ diyerek köylünün vicdanını sorgulamasını istemişti.Bu cevaba karşılık köylü amca bir şey söylememiş ücretini uzatarak Mehmet’i göndermişti. Mehmet kendince köylünün anlayamayacağı kadar derin ve felsefi bir cümle kurmuştu. Köylüyü susmaya mecbur etmiş olduğu için kendisiyle gurur duyuyordu. Çarşıdaki boş arabaaaa… sesi biraz daha heyecanlı ve özgüvenle çınlıyordu. Mehmet ‘’Allaha şükürler olsun, cebime harçlık evime ekmek giriyor artık. Bundan iyisi can sağlığı’’ şeklindeki iç konuşmalarıyla çarşıda pedal çevirmeye devam ediyordu.Mehmet’in tek rakibi at arabalarıydı . Onlar da yüksek fiyat çektiklerinden Mehmet, işverenlerin tercih sebebi olmaktaydı.

Mehmet’in palazlandığını gören işsiz takımının da iştahı kabarmış, parayı denkleştirebilenler birer hamal arabası alarak çarşıda Mehmet’e rakip olmaya başlamışlardı.Rakiplerinin hepsi ‘’Boş arabaaa’’ diye ortalığı inletseler de Mehmet’in ‘’Boş arabaaaa..’’ sesinin gölgesinde kalıyorlardı.Mehmet’in sesinin her zaman bir ayırt ediciliği ve müşterileri arasında bir güvenirliği vardı. Ayrıca Mehmet’in arabası daha bakımlı, daha temizdi. Daha da önemlisi Mehmet’in kendine göre birtakım prensipleri, ustalığı vardı. Hizmet kalitesinden asla taviz vermezdi.Yüklü bir hamal arabasının korkulu yerleri yokuşlardı.Eğer sürücü yokuştan evvel hızını iyi ayarlayamayıp yokuştan arabayı geri kaçırırsa işte bu hem sürücü hem de yükünü taşıtan müşteri için tam bir felaket demekti.Taşıdığı tüm mallar, hasta , hayvan vs bazen de sürücüsünün savrulması demekti ki hiç kimse böyle bir sürücüye malını taşıtmak istemezdi.Mehmet bu tür yokuşlarda son derece profesyoneldi ve arabayı geri kaçırdığı görülmüş şey değildi. Yokuş öncesi silah sesini duymaya hazır atlet gibi bisikletin üzerinde derin deri nefes alır , boynunu öne uzatır ve kamburunu hafiften çıkarır, maksimum hızı elde etmek için’’Bismillah ya Allah’’ diyerek var gücüyle pedala asılırdı.Karşı yönden gelen bir at arabası, yolun ortasında kayıtsızca yürüyen bir köylü yada yazın sıcağında yolun ortasın çömelmiş hayvanların olmaması son derce önemliydi.Bu tehlikelere karşı gözlerini bir dürbün gibi kullanır ve muhtemel tehlikelerden emin olduktan sonra pedala ilk vuruşu yapardı..Tüm bu önlemlere rağmen haşere çocuklarını sıcak yumurtasını alabilmek için takip ettikleri bir tavuğun yola aniden fırlaması gibi hesaba katılmayan bir engel çıkarsa hızının kesildiği yerde koltuğundan fırlar, önceden kasada bulundurduğu ve elinin hemen uzanabileceği bir taş parçasını kıvrak bir şekilde arabasının tekerleğine koyar böylece arabanın geri kaçmasını engellemiş olurdu.Artık bundan sonrası oradan geçecek bir insanın Mehmet’e denk gelmesi kalırdı .Yokuşta Mehmet’e denk gelen herkes tanıdık sayılırdı. Elbirliği ile Mehmet’in yokuştan çıkmasını sağlarlardı. Mehmet derin bir oh çeker ‘’Allah razı olsun ‘’ diyerek onlara teşekkür eder, alnına ağır ağır ötürdüğü eliyle terini siler, yükünü adresine teslim ederdi.

Hamal arabasının da zaman zaman beklenmedik arızaları olabiliyordu.Lastiğin patlaması veya havasının inmesi gibi küçük arızalara Mehmet elindeki malzemeleri kullanarak çözüm bulabiliyordu ancak bilyelerden birinin dağılması, zincirinin kopması, milin yalama olması gibi arızaların meydana gelmesini Mehmet’in asla düşünmek istemediği ve kendi imkanlarıyla gideremeyeceği türden arızalardı .Bu türden arızaları tamir edebilecek ustayı ilçede bulmak nerdeyse imkansızdı. Tamir işini yapabilecek ustaların en yakın olduğu ilçe otuz beş kilometre mesafede idi.Gidip gelme ve yol harcamaları ayrıca iş kaybı göz önünde bulundurulduğu zaman Mehmet’in en az bir haftalık kazancının buharlaşması demekti. Tanıdık bir şoför aracılığıyla arızanın giderilmesini sağlamak en mantıklı çözümdü. Bu bile iki günlük iş kaybı anlamına gelirdi.Bazen bu tarz acilen hall olmasını istedikleri işlerini gördürmek isteyen veya daha fazla masraf yapmaktan kaçınan köylülerin taksicilere küçük ücretler ödeyerek işlerini gördükleri olurdu.Yalnız bu taksiler sarı renge boyanmış ve maliyeye kayıtlı, taksilerden değildi.Şoförlerinin de farklı bir imajı vardı. Ve genel de bir devlet memuru olupta mesaiden kaçıran veya tatil günlerini bu işe ayırarak ekstra kazanç peşinde olan kişilerdi.İstisnasız çoğu oturduğu koltukta iş yapmadığından şişmanlamış olmaları ve kasıla kasıla yürümeleri ortak özellikleriydi.Bu memur bazen okulun kaloriferini yaktıktan sonra müşterilerini alıp sefere çıkan ve akşam uğrayıp külü boşaltan ve yarının kömürünü yakmaya hazır hale getirdikten sonra tekrar sefere çıkmaya hazır taksici -kaloriferci de olabilirdi. Çoğunun Ankara’dan torpilli olması onlara bu serbestiyeti sağlıyordu.İdare amirleri bile bunları çoğu zaman görmezden gelmek durumunda kalırdı. Son dönemlerde sünnet düğünü konvoylarında bir nostaljiye dönüşmüş olarak gördüğümüz Chewrole marka taksilerin sahipleriydi bunlar.İlçede dört beş memur bu işle meşguldü.Metalik mavi renkteki Chewrole marka araçlarının koltuklarına oturmadan önce taktıkları güneş gözlükleri onlara ayrı bir hava veriyordu .Uçağını havalandırmak için harekete geçen pilotlar gibi.Ağır el hareketleri ile marşa basar, yavaş yavaş hız artırır ve sanki yerden kanatlanacakmış gibi sağa sola yalpalayıp gözden kaybolan bu taksileri arkadan seyretmek ilçedeki insanlara büyük keyif verirdi.Sabahın erken saatlerinde çeşitli vesilelerle ilçe merkezine gelen köylüler ilçenin parke döşeli tek yolunun sağında ve solundaki kahvehanelerin önüne atılan sandalyelerde kıtlama çaylarını yudumlayıp koyu bir sohbete dalarken bu arabaların geçişi onlar için bir merasime dönerdi. Kafalarını uzatıp ‘’Hangisi daha erken kalkış yapacak’’ şeklinde iddialaşırlardı. İddiayı kaybedenler genelde çay paralarını ödemeye razı olurlardı. İlçenin varlıklı insanları bu araçları kiralarken diğerleri için Van tipi Ford marka minibüslerle seyahat etmek daha ekonomik olurdu.Ani bir hastalık veya taziyelere gitme işi bu istisnaların dışında kalırdı.Taksi sahipleri ile Mehmet arasında her zaman bir dostluk bağı vardı. Mehmet’in bir arızası söz konusu olduğunda harcayacakları zamanı ve parayı fazla önemsemez Mehmet’in işini mutlaka görmeye çalışırlardı. Çünkü Mehmet onların neşe kaynağıydı ve Mehmet’in’’Boş arabaaa ‘’ sesinin çınlamadığı bir asfaltın tadı tuzu olmazdı.

Mehmet’in çalışkanlığını ve dürüstlüğünü belediye de karşılıksız bırakmamış ona bir arsa vererek onu ödüllendirmişti. Belediye, ev yapımı için lazım olan ufak tefek malzemeyi de sağlamıştı. Mehmet, ilçede çok yaygın olan taş ve kerpiçten örülü bir ev inşa etti. Komşularından bazıları da ağaç, çalı vesaire temin ederek evini tamamlamasını sağladılar. Mehmet, evin avlusunu da aynı şekilde taşlardan örülü bir surla çevirmiş, birkaç kayısı söğüt ve kavak ağacı dikerek etrafını yeşillendirmişti.Münasip bir kızla evlenmiş iki de kız çocuğu olmuştu.Bahçedeki su birikintilerini ve çamurları eşelemek için dolaşan kazlarını, ördeklerini ve onları peşleyen kızlarını seyre dalmak, bir ikindi serinliğinde hanımının yaptığı kaçak İran çayını yudumlamak Mehmet’in aile saadetinin vazgeçilmezlerindendi.

Ancak eşinin ve komşularının Mehmet’te son dönemlerde fark ettikleri değişikliği pek hayra alamet olarak görmüyorlardı.Mehmet içe kapanmış, neşesini kaybetmiş , üstüne başına eskisi gibi dikkat etmez olmuştu .Günlerdir tıraş olmuyor ve yıkanmıyordu.Çocukları ve çevresiyle arasında da tıpkı evin etrafına ördüğü gibi bir taş duvar örmüştü .Kimseyle tek kelime etmek istemiyordu.Mehmet’teki bu değişikliğin sebebini Mehmet söylemese de ilçeye yeni getirtilen ve gittikçe yaygınlaşan “Motorlu üçteker hamal arabaları”ndan başka bir neden değildi.Mehmet’in rakipleri onu adeta ezmişlerdi. İnsanlar da artık eskisi gibi vefalı değillerdi. Onu terk etmişlerdi.Mehmet’in kaldırımdaki ‘’Boş arabaaa..’’ sesleri boşlukta yankılanıp duruyor, vefasızlığa çarpıp tekrar ona dönüyordu.Motorlu hamal arabaları köylülerin mallarını daha güvenle ve daha ucuza taşıyorlardı. Yokuşlarda hamal arabalarının geri kaçması ve köylülerin eşyalarının boca olması durumu ortadan kalkmıştı artık.

İnsanların vefasızlığı veya Mehmet’in teknoloji karşısındaki yenilmişliği Mehmet’i geçmiş alemin de biraz gezdirdi. Bazen ücret almadan hastalarını taşıdığı insanlar, kokmasın diye özenle sardığı ve aceleyle kasaba satılmak üzere yetiştirdiği etler, bazen de arabasına sırf iyilik olsun diye bindirdiği uzak mesafelere gidecek olan yaşlı köylüler …..Mehmet’in hırpani bir kılıkla bisikleti üzerindeki görüntüsünün ve aslında ‘Vefa’’ diye inleyen ‘’Boş arabaaa” seslerinin artık kimsenin umurunda değildi. İnsanlar onu terk etmişlerdi.Yolun ortasına topladığı küçük taş parçalarıyla tıpkı çocukluğunda yaptığı gibi kulübeler, evler bahçeler yapıyor gelip geçenlerin sataşmalarına maruz kalıyordu. Mehmet’in büyük bir özenle taşlar ve çamurlarla ördüğü küçük kulübeyi, muziplik olsun diye yıkan köylüleri, eline geçirdiği taşlarla caddenin ortasında kovalıyordu. Köylü bir kahvehaneye sığınarak ancak kurtulabiliyordu.Ama Mehmet’in arkadan savurduğu küfürlerden kendisini koruyamıyordu.

Mehmet’in garip davranışlarının yanına yenileri de eklenmişti. Aniden arabasının kasasına atlıyor, dimdik durarak gelen geçenleri büyük bir devlet adamının protokol edasıyla selamlıyordu .Mehmet bazen cumhurbaşkanı, bazen emniyet amiri, bazen ilçe kaymakamı oluyordu. Mehmet, halk için yeni bir neşe kaynağı olmuş ilçeye heyecan getirmişti.Hatta bir ara peygamber olduğunu ilan etmiş, etrafındakilere öğütler vermeye bile başlamıştı.İlahi bir vazifeyi yapmanın huzuru ile evinin yolunu tutmuştu. Mehmet’in artık gerçek yaşamla bağlantısı kopmuştu. Evde ‘’Beni öldürecekler… Bak işte işte geliyorlar’’diyerek kaçıp köşelerle saklanması , garip davranışlar sergilemesi en çok eşini ve çocuklarını tedirgin ediyordu.’’Biliyorum siz de onlarla berabersiniz beni öldürmek istiyorsunuz’’ diyerek eşine karşı kalkan yaptığı elleri ile kendisini korumaya çalışıyordu.Hatta eşinin yanındaki garip bir yaratık ona saldırmak için hazır bekliyordu.Herkes onu öldürmek için işbirliği yapıyordu.Mehmet tekrar sakinleşmiş, tavandaki bir ağaç parçasına gözlerini dikmiş saatlerce tavanda açılan havalandırma deliğinden gelecek mesajları beklemişti.

Karanlık çökmüş Mehmet’in çocukları ve eşi büyük bir endişeyle yataklarına girmişler ve yorganlarını başlarına çekmişlerdi. Aldıkları nefesi bazen kendileri bile zorlukla fark ediyorlardı. Anne ve çocuklar yorgan altında korkuyla kenetlenmişlerdi. Sanki olacakları sezinlemişlerdi .Mehmet, ‘’Kalkın! artık zamanı geldi .Verilen emri yerine getirmem gerekiyor.Üstlerime karşı itaatsizlik edersem beni hapse atarlar. Üstlerimi kızdıracak davranışlardan kaçınmalıyım .Haydi çıkın yorganın altından”. Komutunu verdi. Mehmet’in emri kesin ve katiydi.O da nihayetinde üstlerinden böyle bir emir almıştı .Anne ve çocuklar büyük bir korkuyla yorganın altından kafalarını çıkararak babalarının nasıl bir emir aldığını öğrenmek istiyorlardı. Mehmet, elindeki ekmek bıçağını büyük bir görev adamı ve sorumluluğuyla taşıyordu. Kurbanlarına doğru ilerliyordu.Tüm mahalleyi ayağa kaldıran imdat seslerini duyan komşular Mehmet’in evine doğru koşmuşlardı.Mehmet çocuklarını ve eşini rehin almış ve onları öldürmek için son talimatı bekliyordu. Komşuların, bu dehşetli manzara karşısında tüm ikna çabaları devam ediyordu.Bu arada polis, belediye ve itfaiyeye haber verilmiş ailenin zarar görmemesi için herkes seferber olmuştu .Mehmet’in kafasını anlamsız bir şekilde sağa sola sallayarak ’’ Henüz değil, henüz değil, tam on dakika var’’ demesi çocuklar ve insanları ümitlendiriyor , dehşet saatlerini erteliyordu. Aileyi kurtarma ümitlerini arttırıyordu.Yaklaşan ekipler Mehmet’in on dakikasının dolmaması için dua ediyorlar ve Mehmet’in bir dalgınlık anını bekliyorlardı. Derken belediye başkanı Mehmet’e usulca yaklaşarak , ‘’Sayın valim bir maruzatım var beni dinler misiniz?’’ dedi. Mehmet büyük bir devlet adamı ciddiyeti ile ‘’Tabi ki başkan seni dinliyorum’’diyerek elindeki bıçağı bir kenara fırlattı ve belediye başkanıyla özel bir görüşme yapmak üzere odasına yöneldi. Bundan yaralanan görevliler, Mehmet’in üzerine kapaklanarak onu etkisiz hale getirdiler. Mehmet’e kıyafetleri giydirilmiş kolları arkadan bağlanmış, Elazığ Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesine gönderilmek üzere halkın alkışları arasıda ambulansa bindirilerek konvoy eşliğinde yola çıkarılmıştı

Mehmet bundan sonraki yaşamında bu hastanenin başhekimliği görevini yürütecekti

 
Toplam blog
: 49
: 1026
Kayıt tarihi
: 04.11.07
 
 

On beş yıllık eğitimciyim. Halen bir devlet kurumunda öğretmenlik yapıyorum. Dünyanın en zor ama en ..