Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '13

 
Kategori
Eğitim
 

Mehmet Kahvecioğlu

Mehmet Kahvecioğlu
 

Gönen Mezunları toplantısı


Not: Hiç Şüphesiz Gönen’in efsane Müdürlerinden birisi de Mehmet Kahvecioğlu’dur. Kahvecioğlu, adına kitaplar yazılmış, ödüller dağıtılmış, tüm öğrencilerinin hayranlığını kazanmış bir eğitimcidir. Ve Öğrencisi Kemal Yalçın bunu makalesinde çok güzel biçimde dile getirmiş olup, makale face book’ta Gönen’den Yolu Geçenler Grubunda yayınlanmıştır. Kemal Yalçın’ın bu makalesi Isparta Gönen Mezunları Bloğunda paylaşmak istedim.

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM MEHMET KAHVECİOĞLU!

(Yazan: Kemal Yalçın)

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin ilk kez düzenlediği „Mustafa Necati Ödülü“nün Isparta Gönen Öğretmen Okulu emekli müdürlerinden Mehmet Kahvecioğlu’na verilmesine çok memnun oldum. Böyle anlamlı bir ödülü düzenleyen Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’ni de kutluyorum.

1962-1963 ders yılında yazılı ve sözlü sınavları kazanarak Gönen Öğretmen Okulu’nda okuma imkanı elde etmiştim. Gönen benim için yeni bir hayatın başlangıcı olmuştu. Gönen olmasa belki de okuyamam, köyde toprak kavgası, su kavgası gibi daracık bir dünya içinde ömrü geçen sıradan bir çiftçi olurdum.

Gönen’e gidemesem belki de iyi bir tarikatçı da olabilirdim. Dedem kış aylarında evimizde mahalle çocuklarına din dersleri verir, namaz surelerini ezberletirdi. Ben de dedemin yanı başına oturur, dikkatle dinlerdim. Dört beş yaşımdayken bütün namaz surelerini, temel dini bilgileri ezberlemiştim. Benden büyük çocukların okuyamadıkları sureleri su gibi okur, karşılığında dedemden on kuruş ödül alırdım. Bu benim şeker ve leblebi paramdı. Bu on kuruşu alabilmek için saatlerce tüm dikkatimle dedemin anlattıklarını dinler, çocukların yanlışlarını bulmaya çalışırdım.

Kadınların kızların kısa kollu elbise giydikleri zaman cehennemde cayır cayır yanacaklarını ezberlemiştim. Cehennem ateşinin korkusuyla tir tir titrerdim.

Çok sevdiğim, hiç unutamadığım ilkokul öğretmenim Keriman Öğretmen birinde okula yarım kollu bir elbise ile gelmişti. Cehennem ateşinde cayır cayır yanacağı için çok üzülmüştüm. „Öğretmenim, cehennemde cayır cayır yanacaksın!“ dedim. Güldü. Başımı okşadı. „Neden yavrum?“ dedi. „Dedem söyledi, kolunuzun açık kısımlarını Allah yakacak!“ „Üzülme yavrum Allah insanı yakmaz, sever!“ dedi. Ama ben Allah’ın Keriman Öğretmeni yakacağına inanıyor ve çok üzülüyordum.

Isparta Gönen Öğretmen Okulu’na geldiğimde şeytan ve cehennem korkusu içindeydim. Yatakhanemizin eski bir mezarlık içine yapıldığını duyunca birinci sınıf öğrencileri olarak geceleri karanlıkta uyuyamaz olduk. O yıllarda okulun elektrikleri motorlu bir jeneratörle üretilirdi ve gece saat onbir sularında motor durur ve Gönen karanlığa gömülürdü. Okula başlayalı henüz bir iki ay kadar olmuştu. Bir arkadaşımız geceleri „Şeytanlar geliyor! Beni götürecekler!“ diye bağırmaya başlıyordu. Koğuştaki ranzalarda yatan bizler şeytan korkusuyla sabaha kadar uyuyamıyorduk.

Birinci sınıf öğrencilerinin mütalaa saatlerinde 6. sınıflardan abiler sınıfa gelir, öğrencilere her konuda yardımcı olurlardı. Biz de şeytan korkusunu abimize söyledik.

„Korkmayın! Ben gelir sizinle yatarım!“ dedi. Bir ay kadar bizim koğuşta yattı. Bizi okul hayatına alıştırdı. 1960’lı yıllarda Gönen’de öğrenciler arasında kitap okuma yarışı vardı. Abiler küçük sınıflara okuyacakları kitapları tavsiye ederlerdi. Öğretmenlerimiz kitap okumayı teşvik eder, kitap okuyan öğrencileri severlerdi. Gönen’nin kitaplığında binlerce cilt kitap vardı. Bütün dünya klasikleri öğrencilerin okumasına sunulmuştu. Bizler susamış toprakların suya kavuşması gibi kitaba, dergiye, gazeteye kavuşmuştuk.

Su içer gibi okuyorduk kitapları.

Okudukça cinden, şeytandan kurtulduk...

Okudukça aydınlanıyordu kafamızın içindeki karanlıklar...

Okudukça insan sevgisini, toprağın sesini, kuşların dilini öğreniyorduk.

Gönen kafamdaki tabuları sarsmış, ezberlenmiş yanlış önyargı ve bilgileri yıkmıştı.

Mehmet Kahvecioğlu okul müdürümüzdü. 950’si yatılı erkek, 50’si gündüzlü kız olmak üzere 1000 öğrenci vardı Gönen’de. Yatılı öğrenciler Isparta, Denizli, Burdur, Muğla ve Afyon bölgesinden seçilip gelmişlerdi. Ailelerimizi sadece yaz ve yarıyıl tatillerinde görebiliyorduk. Ana baba sevgisini öğretmenlerimizden alıyorduk. Mehmet Kahvecioğlu, sadece saygın bir okul müdürümüz değil; esas olarak şefkatli bir babamızdı. Cumartesi ve Pazar akşamları yapılan bayrak törenlerinde ve diğer toplantılarda bizlere „evlatlarım, oğlum, kızım“ diye hitap ederdi. Okul hayatımda öğrencilere hakaret ettiğini, şiddet kullandığını görmedim. Onun dediklerini korkudan değil, sevgi ve saygıdan yapardık. Kahvecioğlu bizlerin her yönümüzle, her türlü insan hallerimizle ilgilenirdi.

Nöbetçi öğretmenler gece saat on sularında yatakhaneleri tek tek kontrol ederlerdi. Bir öğretmenimiz vardı. Şimdi adını bile unuttum. Çok döverdi bizleri. Bir gece nöbeti sırasında hışımla yatakhanemize geldi. Birkaç arkadaşımız gürültü mü yapmıştı, yoksa uyumamış mıydı, tam bilmiyorum. Hepimizi sıra dayağına çekti. Bu öğretmenimin adını unuttum, ama o geceki sıra dayağının acısını hiç unutamadım.

Kahvecioğlu ise gece yarılarında yatakhanelere sessizce gelir, üstü açılan öğrencilerin üstlerini bir baba şefkatiyle örter, uyuyamayanlara neden uyumadıklarını sorar, sayıklayanların başını okşar, horlayanların yastıklarını düzeltir giderdi. Sadece bu baba şefkati bile bence bir öğretmeninin niteliğinin iyi bir ölçüsüdür.

Mehmet Kahvecioğlu, ezberci, kuru ders bilgileriyle sınırlı bir eğitime karşıydı. Gönen’i bölgesinde ve Türkiye çapında sporda, kültürel etkinliklerde ve eğitim kalitesinde saygın bir eğitim yuvası haline getirmeye çalışıyordu. Tiyatro kolu, bizim zamanımızda „Buzlar Çözülmeden“ ve „Kral Oidipus“ oyunlarını sahneye koymuştu. Bu oyunlarda öğretmen ve öğrenciler rol almıştı. Müzikhaneye yeni mandolinler, klasik müzik çalan aletler onun zamanında gelmişti.

Dördüncü sınıftan beşinci sınıfa ikmale kalmadan geçen öğrencilere „Türkiye Gezisi Ödülü“ onun zamanında uygulandı. Bizler Isparta’dan Rize’ye kadar Türkiye turu yapmıştık.

Kahvecioğlu suskun köy çocuklarının özgürce konuşmasını istiyordu. Onun zamanında öğrenciler okuldaki eğitim ve öğretimin işleyişinde, uygulanmasında söz sahibiydiler. Her ay sinema salonunda tüm öğrencilerin, öğretmenlerin, gerektiğinde hademelerin, aşçıbaşının, şoförlerin katıldığı bir toplantı yapılırdı. Bu toplantılarda okulun tüm işleri usulüne göre ele alınır, öğrenciler düşüncelerini, önerilerini açık açık söyler; hatta öğrenciler verilen dersleri ya da öğretmenleri eleştirebilirdi.

Bu toplantılardan birinde söz aldım. Hatırladığım kadarıyla 4. sınıf öğrencisiydim. Tarih dersini ve tarih öğretmenimizi eleştirmeye başladım:

„Ben Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi öncesinde, atının kuyruğunu nasıl bağladığını öğrenmek istemiyorum, bu seferin neden ve niçin yapıldığını, tarihsel sonuçlarını ve bugüne etkilerini öğrenmek istiyorum!“ derken, ön sırada oturan tarih öğretmenimiz ayağa kalktı, bana müdahale etti, sözümü kesmek istedi.

Okul Müdürü Mehmet Kahvecioğlu:

„Osman Bey! Osman Bey! Çocuğa müdahale etme! Sözünü kesme!“ dedi. Bana da „Evladım konuş! Ne biliyorsan, ne düşünüyorsan söyle!“ demişti.

Ben Kahvecioğlu’nun öğrencilerinin düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan çağdaş yönünü sevdim ve kendime örnek aldım.

Gönen’de bizlere doğru okuma, doğru yazma; okuduğunu anlama, anladığını başkalarına anlatabilme, düşüncelerini yazıya dökme beceri ve sevgisi verilmeye çalışılıyordu. Gönenliler arasında şiir yazma ve okuma, öykü ve roman okuma ve yazma özel bir saygı ve teşvik görüyordu. Ben ilk şiirlerimi Gönen’in gül bahçelerinde yazmıştım. Yazdığım şiir ve yazılar „Gonca“ adlı okul gazetesinde yayınlanmıştı.

Gönen Öğretmen Okulu, Mehmet Kahvecioğlu’nun müdürlüğü zamanında yoksul köy çocuklarının beyinlerinin çağdaş bir anlayışla aydınlatıldığı bir eğitim yuvasıydı. Orada yarının öğretmenlerine hayata eleştirel bakabilme, araştırma, tabuları yıkma ve hümanist bir yurtseverlik bilinci veriliyordu. Öğretmenler çok nitelikliydi. Mesleklerinde yetkin ve özverili insanlardı. Hepimiz kendimizi „Anlımızda bilgilerle“ Anadolu bozkırını yeşertme adamıştık.

Dinsel bağnazlığa, siyasal gericiliğe, Türkiye’nin toplumsal ilerlemesini engelleyen güçlere karşı mücadeleye hazırlanıyorduk. Okulumuzun en yüksek binasının çatısına her yerden görülebilecek şekilde, Mustafa Kemal’in „Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.“ özdeyişini Mehmet Kahvecioğlu yazdırmıştı.

Kompozisyon derslerinde hemen hemen her öğrenciye bu söz açıklattırılmıştı. Yarının, özgür ve demokratik Türkiye’sini yaratacak nesillerini yetiştirecek öğretmen adaylarına „Hayatta en gerçek yol göstericinin bilim olduğu“ bilinci kazandırılmaya çalışılıyordu.

Bilimle gidilmeyen yolun sonunun karanlık olacağı düşüncesini Gönen Öğretmen Okulu’nda öğrenmiştim. Bu bilinci bizlere kazandıran eğitim kadrosunu bir orkestra şefi hüneriyle yönlendirmiş olan sevgili okul müdürümüz Mehmet Kahvecioğlu’na en derin şükranlarımı sunarım.

Gönen ilköğretmen Okulu, Gönen Köy Enstitüsü’nün devamıydı. Okulumuz 600 dönümlük büyük bir arazi üzerine kurulmuştu. Gül bahçelerimiz, sebze ve meyve bahçelerimiz, bağlarımız, ahırımız, ineklerimiz, arı kovanlarımız, kuluçka makinemiz, yüzlerce tavuğumuz vardı.

Bütün işleri biz öğrenciler severek yapıyorduk.

Her yıl mayıs ayı sonunda dersler bitince 5. sınıftan 6. sınıfa geçen öğrenciler bir haftalığına köylerine izine gider gelir ve haziran ayında okulun bağına bahçesine, malına masadına bakarlardı. 1967 yılı Mayıs ayının sonunda sınıfı geçmiş olmanın sevinciyle memleketim olan Denizli’nin Honaz bucağına gittim. Anamla babamla, dedemle ninemle, ailemle hasret giderdim.

Türkiye 1967 Yerel seçimlerinin propaganda sürecini yaşıyordu. Vardığım günün akşamı Honaz’da, Belediye Kahvesi’nin önünde Adalet Partisi’nin seçim toplantısı varmış.

Akşam yemeğimizi yedik. Evimiz belediye binasının hemen arkasında olduğundan toplantıdan gelen sesleri duymaya başlamıştım. Merak ettim. Gidip konuşmaları dinleyeyim dedim.

Vardığımda kahvenin önü dolmuştu. Ben de arkadaşlarımla birlikte konuşmaları dinlemeye başladım. Bir milletvekili adayı kürsüye davet edildi. Alkışlarla mikrofonu eline aldı. Başladı konuşmaya:

„Kredi vereceğiz!“

„Ortaokul açacağız!“

„Yol yapacağız!“

„Yetiştirdiğiniz kirazları domatesleri daha yüksek fiyattan sattıracağız!“

Konuşması bitince yanına vardım. „Müsaade ederseniz, ben de konuşmak istiyorum!“ dedim.

Mikrofonu kapatarak elime verdi.

Gönen’de mikrofon açıp kapatmayı öğrenmiştik. Açtım mikrofonu, başladım konuşmaya:

„Sayın milletvekili adayına bana konuşma hakkı verdiği için çok teşekkür ederim. Sayın milletvekili adayı kredi vereceğim diyor. Sağ olsun! Ama krediyi kime verecek? Honaz’ın yoksullarına mı verecek, zenginlerine mi?“

Daha cümlemi bitirmeden bir şişe rakıya fedailik yapan biri geldi. „Kes sesini! Burası çocuk yuvası değil!“ diyerek tehdit etti.

Konuşmaya devam ettim. „Ortaokul açacaklarmış! Çok teşekkür ederim. Ama bu okuldaki eğitim nasıl bir eğitim olacak?“

Henüz sorumu bitirmeden milletvekili adayı öfkeyle yanıma geldi, boğazımı sıktı. Nefes alamıyorum! O anda Halk Partili Süleyman Akgündüz ile Ali Erşan imdadıma yetiştiler. Milletvekili adayının boğazımı sıkan ellerine vurarak beni kurtardılar. Ortalık karıştı. Adalet Partililer beni bir anda top gibi tutarak havaya attılar. Elden ele top gibi atılarak kendimi kahvenin dışında buluverdim.

Boğazım acıyor, ayaklarım titriyordu. Ne olduğunu tam anlayamadım. Ben gerçekleri söylemek istemiştim. Milletvekili adayı beni öldürmek istemişti! Neydi bunun sebebi?

Milletvekili adayı konuşmaya başladı: „Bu çocuk zehirlenmiş! Bu çocuğa kızılcık şurubu içirilmiş! Ben bu çocuğu okuduğu okuldan attıracağım!“

Daha fazla beklemeden eve geldim. Annem, perişan halimi görünce telaşlandı. Su içirdi.

Sonra ağabeyim geldi. Çok öfkeliydi. „Ben seni Gönen’e komünist ol diye mi gönderdim?“ diyerek iki tokat attı. Milletvekili adayının boğazımı sıkması değil, ağabeyimin tokadı bana çok dokundu. Gözlerimden yaş akıyor. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum! Annem sarıldı bana! O da ağlıyor! Annem gözyaşımı dindirdi. Ama okuldan atılma korkusu beni öldürecekti.

Oysa ben beş yıldan beri „iyi“ ve „pekiyi“den başka not almamıştım. Yüksek öğretmen okuluna gitme hakkını elde etmiştim. Ya bu milletvekili beni okuldan attırırsa, ne yapardım?

Ertesi sabah erkenden annemle birlikte bahçeye gittik. Öğleye doğru ağabeyim yanımıza geldi. Çok öfkeliydi. Elime bir kazma verdi. Honaz yolunun kenarındaki bağımızın içindeki deve dikenlerini kazdırmaya başladı. Yer beton gibi. Vuruyorum! Kazma geçmiyor! Elim Gönen’de hamlaşmış. Kazmanın sapını tutan ellerimin içi patladı, kanamaya başladı. Annem ağlıyor! Ağabeyime „Eziyet etme çocuğa!“ diye yalvarıyor.

Yoldan geçen bir Honazlı laf attı: „Kazdır, kazdır! Kızılcık şurubu nasıl içilirmiş öğrensin!“

Laf atana bakıyorum! Daha doğru dürüst eşeğe binmesini bile bilmeyen biri. Ben bu insanlara kredi verilsin diye konuşmuştum akşam! Ağabeyim sinirleniyor iyice: „Yanına gelmiyeyim! Yırtarım ağzını! Sen yoluna devam et, karışma kardeşime!“ Kuyruğunu kısıp, eşeğine „deh“ deyip uzaklaşıyor yanımızdan.

Ellerimden kan akıyor! Annem yalvarıyor ağabeyime. „Yeter oğlum! Çocuk doğru söylemiş! Ne suçu var bunun!“ Ağabeyim sonunda annemin sözünü dinledi: „Bırak baltayı elinden! Git eve! Eşyalarını topla. Doğru git Gönen’e!“ Dediklerini yaptım. Bir haftalığına izine geldiğim Honaz’da bir gece kaldıktan sonra Gönen’in yolunu tuttum.

Gönen’e ertesi gün öğleden sonra varabildim. Okul bomboştu. Arkadaşlarım henüz izinden dönmemişlerdi. Tek başıma idare binasının önüne gittim. Havuz’un fıskiyesi şırıl şırıl akıyordu. Öğretmenlerim koca çamın gölgesine oturmuş dinleniyorlardı. Önce din dersi öğretmenim rahmetli Aziz Üstün beni gördü. „Ne oldu Kemalim? Nedir bu halin? Niye geldin?“

Ağlamaya başladım. Tutamıyorum kendimi! Mehmet Kahvecioğlu hemen yerinden kalkıp geldi: „Ne oldu oğlum sana? Ağlama, anlat!“ Bütün öğretmenler yanıma geldiler. Anlattım başıma gelenleri:

„Milletvekili adayı beni okuldan attıracakmış!“

Mehmet Kahvecioğlu, beni sol koltuğunun altına aldı. „Oğlum Kemal! Korkma! Ben bu okulda müdür olduğum sürece kimse senin kılına dokunamaz!“ dedi. Şefkatle başımı okşadı. Babamdan, ağabeyimden görmediğim anlayışı, sevgiyi, şefkati, desteği Mehmet Kahvecioğlu’ndan görmüştüm. Sadece bu çağdaş, özgürlükçü tutumu bile bence onun Mustafa Necati Ödülünü almasına yeter.

Tebeşir tutan elleriniz çiçeklensin sevgili müdürüm!

Ömrünüz su gibi uzun olsun!

Size derin saygı ve şükranlarımı sunuyorum.

Bochum, 22 Eylül 2007

1966-1967 ders yılı 5A şubesi öğrencilerinden

679 Kemal Yalçın

Haziran 2012 de facebook’ta Yolu Gönenden Geçenler grubunda yayınlanan,Kemal Yalçın’ın bu anısı çok sayıda beğeni ve yorum almış olup, yorumlardan Kahvecioğlu ve Gönen’deki eğitim-öğretimle ilgili açıklayıcı ve yazıyı bütünleyici olanlardan bazılarını aşağıya alıyorum.

Osman Yıldırım gerçekten çok güzel bir anı!tüm öğretmenlerimiz sert davransalar da bize sahip çıkarlar korurlardı.Büyük eğitimci tanıdığım en büyük müdürlerden Kahvecioğlu öğrencilerine bir baba gibi korur kollar gerekirse de kızardı. kendisi nezdinde tüm öğretmenlerimi saygıyla anıyor Müdürüm ve eşine sağlıklar diliyor Kemal Bey’e de anısı için teşekkür ediyorum. (4 Haziran 2012, 10:12)

Mustafa Akça Kemal Bey, elinize yüreğinize sağlık, çok güzel ifade etmişsiniz Gönen'i ve Sn. Müdürümüz Kahvecioğlu'nu. Anılarınızı okurken sanki kendi anılarımızı okuyor hissine kapıldım. Çünkü, neredeyse bire bir örtüşme var sanki. Rahmetli Aziz Üstün öğretmenimiz...Daha Fazlasını Gör

4 Haziran 2012, 12:02

Tulay Alpseymen Gönen İlköğretmen Okulu'nda kısa bir süre çalışan bir öğretmen olarak bu satırları okurken gözyaşlarımı tutamadım. Gönen ve müdürümüz Kahvecioğlu bundan daha güzel anlatılamazdı herhalde. Şu anda Narlıdere Geriatri Merkezinde tedavi gören müdürümüze ve eşine acil şifalar diliyorum.. (7 Haziran 2012, 20:55)

Necdet Kavcar "Kahvecioğlu ise gece yarılarında yatakhanelere sessizce gelir, üstü açılan öğrencilerin üstlerini bir baba şevkatiyle örter, uyuyamayanlara neden uyumadıklarını sorar, sayıklayanların başını okşar, horlayanların yastıklarını düzeltir giderdi. Sadece bu baba şevkati bile bence bir öğretmeninin niteliğinin iyi bir ölçüsüdür." Ne güzel dile getiriyorsun be arslanım Kamal Yalçın.

15 Haziran 2012, 03:49

Ahmet Fırtına Kimin herkeste ne kadar hakkı vardır..ödenir..ödenmez bilemem.. Ancak Mehmet Kahvecioğlu' nun benim üzerimdeki hakkını ödeyemem.. Bir öğretmenle yaz çalışmaları sırasında yaşadığım bir kavga nedeniyle Mehmet Kahvecioğlu yerine sıradan birisi Gönen Öğre...Daha Fazlasını Gör

29 Haziran 2012, 14:10

Necati Şahin Ellerine,kalemine sağlık Kemal ağabey.Gönen Öğretmen Okulu 1972 yılı mezunuyum.Gönen ile her zaman gurur duydum.Ölünceye kadar da gurur duyacağım.Birçoğumuzun babasının yapmadığı davranışları bizlere Mehmet Kahcecioğlu yaptı.Bunu hepimiz yaşadık gördük...Daha Fazlasını Gör

9 Temmuz 2012, 23:54

Saadet Abdullah Ünal Kemal, kalemine ve yüreğine sağlık. Yaşanan GÖNEN ruhu, ancak bu kadar anlatılabilirdi. Çünkü bu makalede anlatılanlarbir çok arkadaşlarımız tarafından yaşanmış olaylardı. Saygıdeğer Müdürümüz, babamız her şeyimiz Mehmet Kahvecioğlu'na acil şifalar diliyorum. Makaleye yorumda bulunan tüm arkadaşlara da saygılar sunuyorum. Abdullah ÜNAL.

8 Ağustos 2012, 11:23

Tulay Alpseymen Sabri bey haberiniz yok herhalde, müdürümüz Mehmet Kahvecioğlu'nu kaybettik. Cenazesi 31 Aralık 2012 de İzmir-Karşıyaka _Bostanlı'dan defnedildi. Tüm sevenlerinin başı sağolsun.. Nurlar içinde yatsın...

Nazmi Öner Kemal Bey ben Kahvecioğlu'nu tanımıyorum. Biz mezun olduktan sonra gelmiş. Fakat tanımasam da, karşılaştığım tüm öğrencilerinden methini işittim. Sizin yazınız ve yapılan yorumlar da onun ne kadar değerli bir eğitimci ve ne kadar babacan bir insan olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu durum Gönenlilik ruhunu da en güzel biçimde ortaya koyuyor. Bu yüzden anınızı, izniniz olursa, Isparta Gönen Mezunları Blogunda yayınlamak istiyorum.

NOT. Mehmet Kahvecioğlu ile ilgili aynı sitede yayınlanan BEKİR BATI’nın anısını da aynen kopyalayarak buraya ilave etmek istiyorum.
Bekir Batı
KAHVECİOĞLU NEDEN BÜYÜKTÜ?
Evet, Kahvecioğlu büyük bir eğitimci ve büyük bir insandı. Kendisini 13 Eylül 1967 günü aşağıda anlatacağım olay ile tanıdım. İyi ki tanıdım, iyi ki hayatımda yer aldı.
O yıllarda öğretmen okulu giriş sınavları iki aşamalı idi. Birinci aşamaya ilçem olan Çal’da girdim ve sonucunu beklemeye başladım. Aradan bir zaman geçti, köyümden bir arkadaşıma sonuç geldi, onu ikinci sınava çağırıyorlardı. Fakat bana bi türlü çağrı gelmiyor. Birinci sınavım çok iyi geçtiği için ben bunu bi türlü kabullenemiyorum. Tütün tarlasında ” Baba, bana 50 lira ver ben hakkımı aramaya gideceğim” diye isyan ediyorum. Yoldan geçenler benim bu isyanımı hala hatırlatırlar. Sonra tütün-üzüm işlerine dalıyoruz.
11 Eylül 1967, 15 gündür bağda üzüm topluyoruz ve o gün babaannemin ölüm haberi geliyor köyden. Apar topar köye gidiyoruz ve babaannemi defnediyoruz ve 12 Eylül günü köyde kalıyoruz. Ve o gün akşamı postadan bir zarf çıkıyor. İçindeki belgede;
“ Birinci sınavı kazandınız, 12 Eylül günü saat 9.00 da ikinci sınav için Gönen Öğretmen Okulunda hazır bulunmanız gerekmektedir” diyor. Bizi bir telaş alıyor, öyle ya sınav sabahtan yapılmıştı zaten…Biz yine de bir minibüs kiralayıp, rahmetli babam ve ilkokul öğretmenimle birlikte Gönen’in yolunu tuttuk. Bizim bir ihmalimiz veya kabahatimiz yoktu çünkü…Belki durumu anlatırsak sonuç alabiliriz diye düşündük.
13 Eylül 1967 saat 9.00, çıktık idare binasına, dedik Müdür Bey’i görmek istiyoruz. Kızıl saçlı, mavi gözlü dev gibi bir adam çıktı karşımıza; “evet müdür benim buyurun dedi.” Önce ilkokul öğretmenim durumu anlatmaya çalıştı. Ama “ sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun öyle el- kol hareketleriyle” diye fırçayı yiyince sustu… O zaman ben atıldım ve durumu tane tane anlattım. Müdür Bey “ evladım burada kusuru olan varsa biziz, sizin hiçbir kusurunuz yok. Birinci sınav sonuçlarını listeye geçerken arada unutulmuş, ikinci sınava bir hafta kala farkettik ve düzeltmeye çalıştık, ama demekki düzeltemedik” dedikten sonra “Onun için seni tek başına sınava alacağız” diye ekledi. Sonuç olarak beni sınava aldılar ve sınavı kazandım. O gün benim hayatımda dönüm noktası idi. Bütün hayatım o güne ve Müdür Bey’in o kararı ile şekillendi…
O günden beri hep sordum kendi kendime “ADALET UĞRUNA BU RİSKİ KİMLER ALABİLİR?” . Cevabını buldun mu derseniz buldum: BÜYÜK İNSANLAR…
Gönen’de okuduğum yıllar ve sonrasında kendisinden çok büyük yakınlık gördüm, adeta bir baba şefkati gösterdi hep bana…Havuzun başında ısmarladığı ıhlamurları içerken yaptığımız sohbetler, her zaman getirip verdiği hediyeler ve lojmanının balkonunda başbaşa yediğimiz yemeği unutamam…
Ve yıl 2005, kendisini çocuklarım ve eşimle birlikte Dikili’deki yazlığında ziyarete gittiğimde beni bir divana oturttuktan sonra “evladım sırtın terlemiş diyerek” sırtıma minderler yerleştirmesini hiç unutamam. Hele çocuklarımın “33 yıl aradan sonra seni nereden tanıyacak?” diye sorduklarını aktardığımda söylediği “bakın çocuklar bir öğretmenin hayatında unutamayacağı bir-iki öğrenci olur, onlar özeldir. Sizin babanız çok özel bir öğrenci idi” sözü hala kulaklarımda…
Anlayacağınız Kahvecioğlu benim hayatımda her bakımdan çok özel ve çok büyük bir insandı. Evet o bizlere çok babalık yaptı da biz ona yeterince evlatlık yapabildik mi acaba? Kendi adıma söylersem yapamadık. Onun için kendisinden helallik diliyorum; HAKKINI HELAL ET HOCAM…
NUR İÇİNDE YAT BÜYÜK İNSAN…

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..