Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '08

 
Kategori
Öykü
 

Melek, insan ya da şeytan olmak!

Melek, insan ya da şeytan olmak!
 

40’lı yaşlarının ortalarını da aşmış, bedeni, yüreği ve zihni kadar yorgun görünmeyen, aksine onları sanki bir istiridye gibi koruyup saklamış gibi duran bir adam, sıcak geçen bir Temmuz ayına adeta nefes aldırtan ılıman bir akşamüzeri, modern başkent bozkırında, Kızılay’ın göbeğindeki lokalin bahçesine oturdu. Tek başınaydı. Yalnız olmak, kendi kendine biraz düşünmek istiyordu.

Böylesi durumlarda, zihinde bin bir düşünce, adeta acemi dans çiftleri gibi ritimsizce salınırken bu hali gizlemeye çalışan gözler de bir süre sonra yorulur ve ister istemez sağa sola kayar. Öyle de oldu. Daha önce yanındaki kız arkadaşıyla lokal bahçesine girişini siluet halinde belli belirsiz fark ettiği kız, işte tam da karşısında oturuyordu. Yaş olarak 26, taş çatlasın 28’lerinde gösteren kız, esmerdi. Teni, derin maviliklerden, yosun kokuları içinden, denizden ve sıcak sahillerden yeni gelmişliğin tatlı ve taze yanıklığını taşıyordu. Papatya suyu ile özenle yıkandığı izlenimi veren düz, uzun ve kumrala çalan saçları arkadan kalın fakat gevşek bir atkuyruğu şeklinde salınıyordu.

Kız askılı, hafif dekoltesi olan ve strech türden siyah, hoş bir bluz giyinmişti. Altında ise, bluz ile uyumu mükemmel, yine siyah renkli, zarif ince beyaz dalgalı çizgiler içeren kloş bir eteği vardı. Kontrollü bir şekilde bacak bacak üstüne atmış haliyle, öyle, hanım hanımcık oturuyordu. Arkadaşıyla koyu bir sohbetteydi. Arada sırada onun gözleri de kaçamak kayış talimleri yapıyor, bu bakışlar bizim orta yaşlı adama da sıkça isabet ediyordu.

Kızın sağ kolundaki modern tasarımlı, Trabzon işi, kalın gümüş işlemeli bilezik, yine zarif ve uzun boynunu saran küçük siyah boncuklu ince gümüş kolye ve opal taşlı gümüş yüzük ile tam bir uyum içerisindeydi. Yüzündeki çok hafif yaz makyajı ise doğal güzelliğine daha da gizemli bir hava veriyordu. Bu takılarsa, hem bu güzel yüze zahmetsizce elde edilmiş entelektüel bir görünüm kazandırıyor hem de masasına aslında bira, patates eşliğinde düşünmek üzere oturmuş olan adamı düşüncelerinde, taa...antik Yunan’a, Afrodit ve Paris’e kadar hayali bir yolculuğa itiyor, ardından onu o diyarlardan alıp çocukluk aşkıyla birlikte gelincik tarlalarının ortasına bırakıyordu.

Hiç şüphesiz ki yan masalarda da insanlar vardı. Çiftler, çoğunlukla gündelik ve rutin konuşmalar içindeydiler sanki. Etrafta, bu gümüş takılar içerisindeki, güçlü ve çekici bir genetik mirasın sahibesi siyah inci ayarında, dikkati ve ilgiyi cezp edecek başka bir kimse de pek yoktu. Eski zamanlardan günümüze estetik bir dönüşüm simgesi niteliğindeki bu zerafet bütünlüğü, kızı, adamın gözünde post-modern yaşıtlarından ayrı, oldukça farklı bir yere oturtmuştu.

Kız orta yaşlı, klasik görünümlü ama oldukça temiz yüzlü adamın bakışlarından rahatsız değildi. Yumuşak yüz hatları, göz göze gelme anlarında biraz abartıya kaçan jest ve mimikleri, böylesi anlardaki gizli ve adabındaki genç kız şımarıklığını hafifçe ele veriyordu. Bu, bir tür ılımlı avlanma seansında kızın gözleri, basit bir medeni hal sorgulaması yaparcasına öncelikle adamın parmaklarına kayıyor, deneyimli olan adam bekâr olmasına rağmen vücudunun en çirkin yerini teşkil ettiğini düşündüğü, küt ve kısa parmaklarını saklamak için ellerini, masasındaki plastik mayonez ve ketçap şişelerinin arkasına ustaca mevzilendiriyordu. Yaşı gibi ellerini de gizlemeye çalışan adam, onca özgüvenine ve yaşam deneyimine karşın, ilk gençlik yıllarından kalma bir refleksle, nedense bunu hep yapıyordu.Bu durumda beden dillerine dayalı sessiz iletişim ortamı doğal olarak biraz gerginleşiyordu. Kız ister istemez bu sessizce olan biteni protesto mahiyetinde, "...ne oluyor şimdi böyle, bu da iş mi...? " dercesine kollarını kaldırıp ellerini başının üstünde birleştirdiğinde ise, genel estetiği ile bütünleşen kol altlarının bakımlı ve kışkırtıcı zarafeti, adeta bir meleğin, önce masum bir kadınlığa, ardından pasif de olsa şeytanlığa dönüşümünü adamın zihnine kare kare resmediyordu.

Yan masalardan süzülerek gelen sigara dumanı bulutçukları, önce masaları adeta şöyle bir yalıyor, ardı sıra oralarda konuşulan sözcükleri yedeklerine katarak ve son yasaktan da kaçarcasına yükseliyorlardı. Bu yükselme hali, yükün yani konuşulanların hafifliği ve uçup gidiciliği hakkında da güçlü bir işaret taşıyordu. Ortamdaki bu genel hafiflik hali, aslında ciddiyetten hoşlanan adamı, yaşadığı sessiz iletişimin ciddiyeti konusunda oldukça rahatlatıyor, o da bu hafifliğe sessiz bir ortak gibi keyiflice yelken açıyordu.

Adam sonunda hesabı istedi. Kalkarken kendince tek derdi ellerinin fark edilmemesiydi. Kendisi için bir şey istediği ya da umduğu için değil, kızın keyfi ve gizli mutluluğu bozulmasın diye!

Kız da tüm bu süreç boyunca hiç ayağa kalkmamıştı, benzer duygu ve düşüncelerle... Biraz sonra o da hesabı ödedi ve doğuştan bir iki santim kısa olan sağ ayağını hafifce seke seke, arkadaşı ile kolkola, bahçenin önünde akan insan selinin içine karıştı. Bakmayın siz kalabalıklar içinde olduklarına, onlar da aslında "...yalnız ve güzel, tutku içinde sevdiğim ülkem..." gibiydi...Nuri Bilge Ceylan'a nazire yaparcasına!

Bu arada sürekli devam eden duman bulutçuklarının bazıları iyice yükselerek, tepedeki devasa kestane ve incir ağaçlarının dallarına ve yapraklarına ulaşmaktaydı. Orada tatlı tatlı bekleşen serçeler de kuş-bakışı izledikleri bu insanlık halleri karşısında dile gelebilseler adamın zihninden geçen dizeleri seslendirmek isterdiler. Nasıl mı?

Affına sığınarak gök tanrının
Kutsal kitaplara tekrar bakıyorum
ve de,
yeryüzünde asırlardır olup bitenlere,
sürüp de gidenlere...

Bu işte bir terslik var,
şeytan olan insan,
insanoğlu şeytan gibi
meleklerse, sadece silüetler
özlem ve idealler
diyorum kendi kendime...

Aslında hem erkek
hem de kadın şeytan.
Avlanmak erkeğin ilk işi
hem de ilk çağlardan beri

Ve kadının,
O sedefsi ve güneşsi teninin yakıcılığında
O dipdiri ve kıvrımlı beden,
O özverili ve masum gibi duran
Aslında üremenin ve bereketin kaynağı
Hiç bir şey yapmasa da çekici olan
özlemlerin masmavi derinliğinde
" Avlanılmak" da
Pasif bir şeytanilik olsa gerek!
diyorum kendi kendime...

Hem, yaşamda seçimler ne derece özgür ki?
Şartlar da bazen oldukça acımasızsa
Ya da şansızlıklar...
Bazen, melek olmak isterken
bir de bakmışsın insan,
İnsan olmak isterken
bir de bakmışsın şeytan oluvermişsin

Sonra da diyorum ki,
Dönerek yüzümü gökyüzüne,
ardından da adama ve kadına
Şartlar, şansızlıklar bir yana,
İşte insanın doğası bu!
Kapanıp saklanıp yargıla(n)mak da nafile

Esas olan içten ve gönülden olabilmek
Paylaşırken zihni de, yüreği de, bedeni de
Ölüme meydan okuyabilmek
Sonsuzluğu doğru birlikte açılabilmek.
Geçici olduğunu bile, bile...

İ.Ersin KABOĞLU,

29 Temmuz 2008, Ankara

Fotoğraf:
www.meleklermekani.com

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..