- Kategori
- Deneme
Memleketimden insan manzaraları 7
ALACAKLA BORÇ ÖDENMEZ
Bakırköy Merkez Lisesinde öğretmen olarak çalıştığım yıllarda, dışarıdan ücretli öğretmen olarak gelen Mâlî Müşavir Çetin Tamtürk (1) ile iyi dost olmuştuk.
Çetin Bey, öğretmen değildi; ama diplomalı pek çok öğretmenden daha çok seviyordu bu mesleği. O nedenle her yıl, öğretmeni olmayan birkaç derse girerdi mutlaka.
Öğrencileri seviyor, sevdiği için onlara karşı müşfik ve anlayışlı davranıyor; dolayısıyla öğrenciler de O’nu seviyordu.
İyi öğretmen olmanın birinci şartı, öğrenciyi sevmektir. Öğrenci, öğretmenin kendisini sevip sevmediğini çok iyi bilir. Kendisini seven öğretmeni o da sever; dolayısıyla dersini de sever. Öğrenci, öğretmeni ve dersini sevdi miydi, başarılı olur.
Çetin Bey’le iyi anlaşmamızın asıl nedeni, özellikle eğitim konusunda “hemfikir” olmamızdı.
Ben, öğretmenlikte 20 yılımı tamamlayıp da yayıncılığa soyunarak Dilem Yayınevi’ni kurduğumda, bir “mâlî müşavir”e ihtiyaç oldu. Çetin Bey gibi bir dost varken, başkasını arayacak değildim ya.
Önerimi, memnuniyetle kabul etti.
Her hafta perşembe günü yayınevini ziyaret eder; defterleri, faturaları gözden geçirir; gerekli notları alırdı.
“- Durum nasıl Çetin Bey? Borcum mu fazla, alacağım mı?” diye sorduğumda, her zaman, değişmeyen cevabı şu olurdu:
“- Alacağın borcundan fazla… Ama alacakla borç ödenmez Hüseyin Bey!”
“Alacakla borç ödenmez” sözü, bir espri gibi gelirdi bana, ilk zamanlar.
Alacakla borç niçin ödenmesin ki?
“Ali Bey’den bin lira alacağım varsa, Ondan alır, Veli Bey’e veririm; olur biter” diye düşünürdüm.
Bir gün, yine aynı cevabı verince Çetin Bey;
“Alacakla borç niçin ödenmezmiş arkadaş? diye sordum.
“Bak Hüseyin Bey, dedi; ticarette henüz yenisin. Herkesi kendin gibi düşünme. Görüyorum ki, borcunu karşı taraf istemeden, söz verdiğin günden önce ödemeye çalışıyorsun. Çok güzel, takdire şayan!.. Ancak, öğüt vermiş gibi düşünme sakın, ama ben senin üzülmeni hiç istemediğim için derim ki, ‘Alacakla borç ödenmez.’ sözünü kulağına küpe yap. “
“Neden çok önemli oluyor bu söz?”
“Ahmet Bey’e bu aybaşında ödemen gereken 500 lira borcun varsa, “Nasıl olsa Orhan Bey’den 1000 lira alacağım var, onu alır, borcumu öderim; 500 lira da bana kalır” diye düşünürsen, çok üzülürsün. Orhan Bey’in borcunu ödeyeceğini nerden biliyorsun? Ya ödemezse? Ya ödeyemezse?”
“Bonosu var, senedi var, çeki var elimde…”
“Evet; bono, senet, çek olması güzel… Güzel de bu yine de o borcun mutlaka ödeneceği anlamına gelmez. Öyle olsaydı, mahkemeler borçlu ve alacaklı davalarıyla dolup taşmazdı.”
“Yani?”
“Yanisi şu ki, Ahmet Bey’e olan borcunu, Orhan Bey’den alacağınla ödemeyi planladığın sürece sen de borcunu ödeyemezsin. Dolayısıyla çok mahcup olur ve üzülürsün.”
Doğru söylüyordu Çetin Bey. Ve ben 38 yaşımda meslek değiştirip yeni bir işe soyunduğum günlerde, bu konulara kafa yormamıştım hiç.
Aradan onlarca yıl geçtikten sonra, niçin mi anımsadım; Çetin Bey’i ve O’nun kulağıma küpe yapmamı istediği sözü?
Mahmut Makal, “Anımsı Acımsı” kitabında öyle bir anı anlatmış ki…
Yazarımız, 1968’de, Millî Eğitim Bakanı İlhami Ertem’e çektiği telgrafta:
“Yazdığım yazılardan dolayısı bir sürü ceza verilmesi, bütün varlığımla yirmi yılımı verdiğim öğretmenlik mesleğinde artık yerimin kalmadığını gösterir. Tüm teşkilatınızla benimle uğraşmaktan kurtulup biraz da eğitim işleriyle uğraşmanız için istifa ediyorum.” diyerek öğretmenlikten ayrılır.
O günlerde, Cağaloğlu’ndaki Öncü Kitapevi’ne uğradığında, May Yayınları’nın sahibi Mehmet Ali Yalçın(2) ile tanışır. Yayıncı Yalçın, yazardan basmak için bir kitap ister. Makal’ın da o sıralarda bitirmek üzere olduğu bir kitap vardır elinde. Bir ay sonra teslim koşuluyla pazarlık yapılır. Bundan sonrasını Makal’dan dinleyelim:
“ Kitap 400 sayfa dolayında olacak, on beş lira fiyat konacaktı. O günkü ölçülere göre on bin liranın üstünde telif hakkı tutuyordu. Maaş alır gibi alacaktım. Bir hafta önce istifa ettiğimde aylık maaşım dokuz yüz liraydı. Buradan, kısa bir süre için olsa da maaşımdan çok maaş alacaktım.”
Ne şanslı adam, şu Mahmut Makal! Arayıp tarama zahmetine girmeden, şans ayağına geliyor. O nereye giderse, talih kuşu O’nu bulup kafasına konuyor!
Şaka değil, 1970’li yılların önde gelen yayınevlerinden May Yayınları’nın ünlü sahibi Mehmet Ali Yalçın çıkıyor karşısına. Elinde dosya, kimseye yüzsuyu döküp yalvarmadan henüz bitmemiş kitabını, çok iyi bir telif ücreti karşılığı satıveriyor.
“Doğuştan şanslı” diye buna denir işte!
Tanrı, “Yürü ya kulum” deyince, böyle oluyormuş demek ki!
Aaa!.. Büyük bir hata yaparak yazarın sözünü kesmişim. Özür dileyip susuyorum. Söz yazarımızda yine:
“Yayınevinin her işini çok güzel yürüten askerlik arkadaşım Teoman bonoları hazırlarken, Yalçın, Mahmut Yesari’yi anlattı:
“Yesari çok sefalet çekti. ‘Sefalet’ ifade etmez aslında çektiklerini.” deyip bir gün, zaman zaman yazdığı bir gazeteye geldiğini, elindeki reçetede yazılı ilaçları alabilmek için avans istediğini, gazete sahibinin duyarsız ve çıkarcı davranışını yana yakıla anlatır.
Söz yine Makal’da:
“Bebek’te iki yüz liraya tuttuğum bir adada oturuyordum. Yalçın’a hazırladığım kitabı, gece gündüz çalışarak yirmi beş günde tamamladım. Pazarlıktakinden beş gün önce bitirdim yani. Teslim ettim. Kitap dizgideyken bononun günü geldi. Paraya gereksinim vardı. ‘Böyle, böyle, bononun günüdür;’ dedim. Yalçın’ın yanıtı:
“Bugünlerde ödeyeceğim bonolar var. Şöyle bir on gün kadar sonra görüşelim.”
Verilen sözün tutulmayışı karşısında sükûtu hayale uğrayan yazarımız, dalgın dalgın yürürken, Avukat – Öğretmen Faik Muzaffer Amaç’la(3) karşılaşır. “Nereden?” diye sorunca Amaç, özetle anlatıverir durumu:
“Bonoyu bankaya vermezsen, hiçbir işe yaramaz.” der; Muzaffer Bey. Sonraki aylarda öyle yapar da, üzülüp durmaz boşu boşuna.
Makal, bu konuyu şöyle bitirmiş:
“Yalçın, ‘Yeraltında Bir Anadolu’ adlı kitabımın 2. Basımına telif ödemeden gitti.”(4
Hüseyin Erkan
--------------------------------------------------------------------------
(1) Çetin Tamtürk: Yaklaşık 30 yıl yayınevimizin mâlî müşavirliğini yapandeğerli dostum, bundan beş yıl önce, “75 yaşına girdim Hüseyin Bey; yeter artık!” deyip kendini emekliye ayırdı. Hâlâ görüşürüz, haberleşiriz. Yasa ve yönetmeliklere harfiyen uyarak 1990’lı yıllarda yayınevimizi vergi şampiyonu yaptı. (Yeri geldi de açıklamak zorunda kaldım. Ne sanıyorsunuz siz? Biz de millî olmuştuk bir zamanlar!)
(2) Mehmet Ali Yalçın (1924 – 1980), Cumhuriyet, Milliyet gibi çeşitli gazetelerde sekreter ve köşe yazarı olarak çalıştı. May Yayınevini kurdu ve yönetti. Sevilen, sayılan değerli bir gazeteci ve yayıncı olarak tanındı.
(3) Faik Muzaffer Amaç: (1915 – 1978 ) Felsefe öğretmenidir. Pek çok aydınımız gibi O’nun da anasını ağlatmışız sürekli. “Bu böyle olmayacak” deyip hukuk fakültesini de bitirip avukat olur ama o günün Millî Emniyet’i, Anadolu’da barındırmaz. İstanbul’a taşınır. Birkaç ay sonra, 6 – 7 Eylül Olayları olur. Gerçek suçlular değil de o tutuklanır. Sorgusuz sualsiz aylarca hapis yatar. “Kendi hakkımı bile savunamazken, başkasının hakkını nasıl savunayım?” deyip avukatlığı da bırakır. “Laiklik İlkesi Sanık Sandalyesinde”, “Komünist Öğretmen Davası”, “Çayan Davası”, “Millî Emniyet Dosyası” adlı kitapları vardır.
(4) Anımsı Acımsı (Mahmut Makal, Literatür Yayınları, 5.Basım, Sa. 144 – 145)