Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '15

 
Kategori
Deneme
 

Memleketimden insan manzaraları 6

Memleketimden insan manzaraları 6
 

OKUMAYAN  ZARARDADIR!
 
Siz beyazlar doğduğunuzda
Bir İncil’iniz vardı yalnız
Bizimse toprağımız
Şimdi bizim İncil’imiz var
Sizinse toprağınız
 
Ercüment Behzat LÂV
 
Hangi evlat, (kız ya da erkek fark etmez) annesi ve babasının, öteki dünyaya göçünce, cennete girmesini istemez?
Cennetin anahtarları da bu dünyadadır. Öyleyse, yaşarken çalışıp didinerek kazanmak gerek o anahtarları.
 
“İyi de nasıl kazanmalı?” diye soranlara, bunun formülünü verecek değilim.
 
Her din, esasta çok önemli farklar olmasa da, değişik formüller vermiş: Sözgelişi Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi ötekilere göre biraz daha yakından bildiğimiz dinlerde benzerlikle de var, farklılıklar da…
 
Müslüman bir din adamına sorarsanız, “Müslüman olmayan cennete giremez.” diyecektir. Öteki din adamları da, “Yalnızca bizim dinimizden olanlar cennetliktir” derlerse, hiç şaşırmayın!
 
Tuhaf bir durum bu ama gerçek!
 
Bildiğiniz gibi Museviler, “Haftanın en kutsal günü cumartesidir.” derler.
 
Hıristiyanlar, “Hayır, pazardır.” derken, biz Müslümanlar da, “İkisi de yanlış… Haftanın en kutsal günü cumadır.” deriz.
 
Neden?
 
Dinde, “Neden?” diye sorulmaz. “Peygamberimiz öyle dediyse, öyledir.” denir
 
Kim, hangi dine inanmışsa, “Bizim dinimiz, en iyi dindir.” der.
 
Ötekiler?..
 
Ötekiler tu kaka!..
 
Yalnızca din konusunda değildir; bu bencil anlayış.
 
“Benim yurdum, benim vatanım dünyanın en güzel vatanı!” demez miyiz?
 
Sanki, dünyadaki bütün ulusların “vatan”ını görmüşüz de, bizimkini birinci seçmişiz gibi!..
 
Bir tek “vatan”la sınırlı kalmaz, bencilliğimiz:
 
“Benim milletim… Benim tarihim… Benim ecdadım… Benim bayrağım…
 
“Benim ırkım… Benim soyum… Benim okulum… Benim mesleğim… Benim takımım… Benim partim… Benim parti liderim…” diye devam eder gider.
 
Yani, “Benim babam, senin babanı döver.” diyen çocuklardan pek farkımız yok.
 
Söz sözü açtı; nerelere geldik. İpin ucunu kaçırmadan başa döneyim; ben yine:
 
“Hangi evlat, anne-babasının cennete girmesini istemez?” diye sormuştum ya, söze başlarken.
 
Anneniz, babanız onca sıkıntıya katlanarak sizi okutmuş, iyi bir meslek sahibi yapmış. Siz de çalışıp çabalamış, itibarlı bir makama gelmiş ya da çok para kazanmış, mal mülk sahibi olmuşsunuz.
 
Bir gün, ablanızla sohbet ederken:
 
“- Kardeşim, hamdolsun senin de benim de maddî durumumuz iyi. Babamız da yaşlandı. O’nu Hacc’a göndersek derim; ne dersin?” diye sorsa, ne cevap verirsiniz?
 
Çok iyi biliyorum ki;
 
“- Ay, ablacığım; ne iyi düşünmüşsün! Ben bugüne kadar neden akıl edemedim bunu? Elbette, hemen… Bu bizim, biricik babamıza karşı görevimiz zaten!” dersiniz.
 
“50 Yıl Karavana” adlı kitabın yazarı Alb. Mehmet Karavelioğlu’na böyle bir öneride bulunur ablası. Devamını kitaptan okuyalım:
 
“Bu konu daha önce hiç açılmamıştı. Yüzüne baktığımda da: “Ben, sen, Şaban, Kâmil para katalım, bu işi yapalım.” dedi. Ben de ona:
 
“- Sen artık Konyalı Hayriye Hanım olarak, herkesin babasının Hacı olduğu bir ortamda, herhalde benim babam niye Hacı değil, diye düşünüyorsun. Hacının kızı Hayriye Hanım olmak istiyorsun” deyip ekledim:
 
“Sen onun üç büyük harbin Balkan Harbinin, Birinci Cihan Harbinin ve İstiklal Harbinin Gazisi olduğunu bilmiyor musun? Babamın manevî şerefi de dini rütbesi de kendine yeter.”
 
“Bütün bunları söyledikten sonra da zaten uyduruk imkân katılarak da Hacca gidilemeyeceğini söylemiştim.”
 
Bu görüşmeden sonra bu konunun bir daha açılmadığını, zaten babasından da hiç kimseye böyle bir istek gelmediğini de not etmiş yazar. (Sa. 300)
 
Şu anda neler neler geçiyor aklınızdan, kim bilir!
 
Biliyorum, dinî konular fazla eşelenmeye gelmez. Hele hele eleştirmeye hiç mi hiç!..
 
Onun için bu konuyu burada kesiyor, yine aynı kitaptan başka bir “anı”ya geçiyorum:
 
Yazar, İstanbul’da Askeri Tıbbiye’de görevliyken, Aksaray semtindeki Özel İstiklal Lisesi müdür muavini olan bir arkadaşı, boş zamanlarında kendi liselerinde ders vermesini teklif eder. Tıbbîye yönetiminden izin alan yazar, lisede haftada dört saat fizik dersi vermeye başlar.
 
Bundan sonrasını Karavelioğlu’ndan dinleyelim:
 
“Ben gitmeden bir yıl önce, İstiklal Lisesinde Musevi bir matematik öğretmeni görev yapmaktaymış. Herkes tarafından sevilip sayılan çok muhterem bir hocaymış. Okul müdürü Kemal Bey, dönemin başında o senenin ders programını yaparken, ilk olarak en yaşlı hoca diye kendisine müracaat edip, ders zamanları için eğer bir tercihi varsa öğrenmek istemişti. Musevi hoca da Kemal’in bu teklifi üzerine, “Kemal; cuma, cumartesi ya da pazar günlerine koyma da hangi güne koyarsan koy” diye onu cevaplamış.
 
“Kemal de hocaya, pazar gününün zaten tatil olduğunu, cumartesiye de hocanın inanışı gereği zaten ders koymayacağını söyleyerek, cumayı neden istemediğini sormuş. Hoca: “Kemal, şimdi beni fazla konuşturma, öbür dünyada bu üçünden hangisinin galebe çalacağı belli değil. Ben üçüne de riayet edeyim de, öbür dünyada hangisi şefaat ederse etsin.” diye cevap vermiş” (Sa. 202)
 
Musevilerin akıllı insanlar olduklarını bilirdim de, bu kadar akıllısına ilk defa bu kitapta rastladım!
 
Bizler kiliseye, havraya girmekten korkar; hele hele elimize İncil ve Tevrat almaktan ödümüz koparken, elin oğlu her türlü olasılığı düşünüp ne önlemler alıyor; görüyorsunuz!
 
Kitap sahibi üç büyük peygamberin de şefaatine nail olması muhakkak olan Musevi hoca, şimdi cennetin en mutena yerinde, cennete giremeyenlere, ya da girip de kenar semtlerinde kıyıda köşede kalanlara bıyık altından gülümseyip durmaktadır ki, hakkıdır elbet! Yaşadığı çok özel köşkü, “torpille, rüşvetle değil” Tanrı’nın verdiği aklı ve zekâsını kullanarak bileğinin hakkıyla kazanmıştır çünkü o!
 
Mehmet Karavelioğlu’nun “50 YIL KARAVANA” adlı eserinde daha ne ilginç anılar var, bilseniz…
 
Âşık Veysel, ünlü “Kara Toprak” adlı şiirinin son dörtlüğünde şöyle der:
 
“Her kim ki olursa bu sırra mazhar
 
Dünyaya bırakır ölmez bir eser”
 
Demek ki, Karavelioğlu hemşerimiz “bu sırra erip” 50 yıl karavana yemenin bir işe yaramayacağını sezerek “50 YIL KARAVANA” adlı “ölmez bir eser” bırakmış bu dünyaya.
 
“Okumayan zarardadır.” dersem; inanın. Benden söylemesi!..
 
Hüseyin Erkan
 
  info@dilemyayinevi.com.tr
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..