Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin delileri-13

Memleketimin delileri-13
 

Memleketimde dolandırıcıdan geçilmiyor


O gün Aşiyan caddesinde, iki tane açılış birden vardı. Üçer saat arayla açılışlar gerçekleşti. Bunlardan birisi “Beraber Kazanalım Bürosu”ydu ve hemen caddenin başındaki dört katlı bir binanın altındaydı. Diğeri ise bundan 15-20 dükkan aşağıda iki katlı bir binada yer alan “Borcunu Bana Yatır Bürosu”.

Açılışlar çok şaşaalı oldu. Yiyecekler, içecekler gırla gitti. Memleketim halkından açılışlara katılanlardan hiç birisi o gün öğlen ve akşam yemek yeme ihtiyacı hissetmediler. O kadar çok doyurmuşlardı karınlarını.

İki büronun da gerçek sahibi Sülük Saffet idi. Ama büroların gerçek sahipleri evrak üzerinde başka iki kişi görünüyordu.

Özel giysiler içersinde sekreter kızlar ve havalı görünüşleri ile güvenlik görevlileri herkesi etkilemişti. Bütün personelin boyunlarına asılı kimlik bilgileri, görenlere güven veriyordu.

“Beraber Kazanalım Bürosu”nda yerler kaliteli bir mermerle döşenmiş, her taraf klima ve bilgisayarla doldurulmuştu. Büronun hizmetleri arasında her türlü elemana iş bulma, her türlü iş yerine eleman bulma, inşaat, ithalat ve ihracat işleri başta geliyordu. Diğer yan işlerle de uğraşmıyor değildi.

“Beraber Kazanalım Bürosu”nun ilk müşterisi Sat Kaç Mümin oldu. Mümin geçmişte bir daireyi yedi kişiye noter senediyle satmış, parasını peşin aldığı kırk iki kişinin dairelerini yarım bırakmış, parsellediği arsaları müstakil tapulu deyip müşterilere vermiş, bunların sonradan müşterek tapu olduğu ortaya çıkmış ve sonunda kaçarak Memleketim’e yerleşmişti.

Beraber Kazanalım Bürosu’nun görünen sahibi Fahri beyin odasında konuşuyorlardı. Çayın, kahvenin birisi gidiyor, diğeri geliyordu.

Fahri bey, kelli felli, çok iyi giyimli bir adamdı. Konuştuğu kişiyi etkilemesini bilirdi. Ayrıca o kişinin zaaflarını da kolaylıkla görebiliyordu. Karşısında bolca parası olan bir dolandırıcı bulunduğunu anlamakta gecikmedi.

Misafirine yeni bir ikramda bulunmak için telefona sarıldı. Misafirlere ikram elemanı olarak görevlendirdiği genç kızı çağırdı:

<ı>-Kızım, bize amerikan bardan iki tane viski hazırlar mısın? Buzlu olsun lütfen! İçeriz değil mi Mümin bey?

<ı>-Tabii, tabii; ama zahmet olmasın!

Bir saat içinde bir şişe viski boşalmıştı bile. Mümin içtikçe coşuyor, coştukça içiyordu. Fahri bey ise temkinliydi. Mümin bey üç kadeh içerse kendisi bir kadeh içiyordu. İşi bağlayabilmesi için ayık kalması gerekiyordu. Mümin:

<ı>-Ben inşaat işiyle uğraşıyorum. Biraz birikimim var. Sizin gibi bir firma ile ortak çalışmak isterim.

<ı>-Biz de bundan onur duyarız. Dilerseniz yurt dışında, Bulgaristan’da yaptırdığımız inşaatlar var. Daha doğrusu bağlantımız olan güvenilir büyük bir şirket var. Sizin birikiminizi orada değerlendirebiliriz. Biliyorsunuz Komünist rejim bittikten sonra Bulgaristan’da çok büyük inşaat gereksinimi olduğu ortaya çıktı. Sahi ne kadar birikiminiz var?

<ı>-Yaklaşık 750-800 bin dolar civarında.

<ı>-Güzel, çünkü biz bu işte 100 bin dolardan aşağısını kullanamıyoruz. Şirketle yaptığımız anlaşma daha az para ile işe girmemizi engelliyor.

<ı>-Ben kendimi sıksam, söylediğimden de fazlasını çıkarabilirim.

<ı>-Buna gerek yok beyefendi. Bu kadarı yeterli. İnanın iki senede paranızı ikiye katlama imkanınız var. Şirket size her türlü yasal garantiyi verecektir. İsterseniz birkaç gün düşünün sonra karar verirseniz gelin, tekrar görüşelim.

<ı>-Yok canım, düşünecek ne var? Ben yarın size parayı nakit olarak veririm. Görüşmek üzere, deyip bürodan ayrıldı.

Ertesi gün Tıngırbank’taki tüm parasını müdürün ısrarına rağmen çekti ve büroya getirip teslim etti. Karşılığında bir not yazılı kağıt bile almadı. Çünkü Fahri bey on-on beş gün içinde Bulgaristan’daki şirketten yasal güvencelerin ulaşacağını, gelir gelmez onu arayacaklarını söylemişti.

Daha sonra, on beş gün dolunca Mümin bey büroya gidecek ama her defasında Fahri bey onu ikna edip gönderecekti. Bu oyalama yaklaşık üç ay sürecekti ve Mümin bey, parasını da güvencesini de alamayacaktı. Kısacası ava giderken avlanmıştı. Diğer bir deyişle el elden üstündü.

Mümin parasını büroya yatırdıktan sonra etrafındaki parası olan arkadaşlarına olayı anlatmış, büronun gönüllü bir reklamcısı olmuş ve ona inanan birkaç arkadaşı da paralarını götürüp büroya yatırmışlardı. Mümin beyin bu işe girdiğini duyan bazı zenginler, hatta parasını çekmemesi için onu ikna etmek için dil döken banka müdürü bile aynı tuzağa düşmüştü.

Büroyu ziyaret edenler bunlarla sınırlı değildi. Büronun diğer ziyaretçileri arsında fabrika müdürleri ve iş arayan elemanlar da vardı. Büronun geç saatlere kadar ışıklarının yandığı görülüyordu. Bu demekti ki bazı görüşmeler, anlaşmalar yapılıyordu. Memur ve güvenlik elemanları saati hiç belli olmayan bir mesai uygulamasına tabi idiler. Bazı günler evlerine gecenin yarısında gittikleri bile oluyordu. Kimi elemanlar bu ağır iş şartlarına alışamayıp istifa etti. Kimi memurların istifası bile etrafta duyulunca büro için olumlu bir reklam oldu. Çünkü bu, tutulduğunun ve iyi iş yaptığının bir göstergesiydi!

Büroya gelip gidenler sadece varlıklı insanlar değildi elbette. Gariban, işsiz insanlar da vardı. Bunlarla da Fahri bey, ayrı ayrı ilgileniyor, bir fabrikatöre gösterdiği misafirperverliği bir iş arayan kişiye de gösteriyordu. Bu da halk arasında “Ne kadar alçak gönüllü bir adam! Zenginle fakir arasında ayırım yapmıyor, herkesin problemini çözmeye çalışıyor. Bu adam ülkede bir sene başbakanlık yapsa işsiz insan kalmaz!” şeklinde konuşmalara neden oluyordu.

Sarı Ethem evleneli üç ay olmuştu. Evlendikten bir ay sonra çalıştığı fabrika onu işten çıkardı. Düğünde takılan altın ve paralarla iki ay idare ettiler. Karısının kolunda birkaç bilezik kalmıştı. O nedenle durmadan iş arıyordu. İş bulmak burada gerçekten zordu. Son bir çare olarak Fahri beye başvurdu.

Fahri bey onu da kibarca karşıladı, soğuk bir meşrubat getirtti. Viski alıp almayacağını sordu. Ethem:

-<ı>Viski de nedir ki? dedi.

<ı>-İçki canım, hani rengi biraz biraya benzer.

<ı>-Yok, ben almayayım. Birkaç kere bira içtim, ama bilmediğim bir şeyi içmesem!

<ı>-Siz bilirsiniz. Size nasıl yardımcı olabilirim?

<ı>-İş arıyorum da.

<ı>-Nasıl bir iş olsun, ne iş yaparsınız?

<ı>-Her işi yaparım

<ı>-Olmadı işte, bu olmadı! Çağımızda her işi yaparım yok. Her işi yaparım derseniz hiçbir işten anlamam, sonucu çıkar bundan. Günümüzde işler uzmanlık gerektiriyor. Yani bir kişi bir iş yapar, ama en iyi şekilde yapar.

Bu konuşma Sarı Ethem’in moralini bozmuştu. Yüzü asıldı. Fahri bey bunu hemen fark etti ve :

<ı>-Üzülmeyin canım, bizde onun da çaresi var. Sizin durumunuzda olan insanlar için düzenlediğimiz meslek kursları var.

Fahri bey, önündeki ince ekranlı bilgisayarın bir tuşuna bastı:

<ı>-Bakın burada düzenleyeceğimiz tam 32 tane kurs var: İnşaat ustalığı, dökümcülük, boyacılık, pazarlamacılık, güvenlik, sekreterlik, şoförlük gibi… devam edip gidiyor. Bunlardan size uyan bir iş var mı?

<ı>-Evet, boyacılık uyar.

<ı>-O zaman tamam. Sizi bu kursa yazıyorum. Kurs bitiminde işiniz hazır. Şu an biz kurs öğretmenleriyle anlaşmalar yapıyoruz. Kurs merkezi olarak dört katlı bir bina tuttuk. Şu derenin alt tarafında.

<ı>-Ben de dereye yakın oturuyorum. Demek ki kursa gidip gelmem kolay olacak.

<ı>-Desenize şans sizden yana. Ne diyordum? Bina tutuldu, içinin düzenlemesini yaptırıyorum. Tahtaları, sıraları, eğitim-öğretim araçları v.s alınacak. Sanıyorum bunların hepsi iki ay içinde biter ve kursa başlarız.

<ı>-İyi. Biraz daha idare ederim.

<ı>-On beş gün içinde size işi öğreteceğiz ve sizi işinize yerleştireceğiz. Yalnız işverenler biraz nazlı oluyor. İşçilerin işi bırakıp gitmesinden korkuyorlar. O yüzden işe alacakları elemanlardan bir miktar teminat istiyorlar.

<ı>-Ne kadar?

<ı>-2400 dolar kadar. Bir de tabii bu işlemler için yasal harç ve vergiler var. Bu da 100 dolar tutar.Yani sizin bir an önce 2500 dolar verip bugün yaptığımız ön kaydı kesinleştirmeniz lazım.

<ı>-2500 dolar çok para.

<ı>-Bunun 2400 doları her koşulda zaten sizin. İşten ayrılırken kıdem tazminatınızla birlikte bu teminatı da alacaksınız.

Sarı Ethem, eve gittiğinde karısıyla bu konuyu uzun uzadıya konuştu. Sonunda karısının kolundaki bilezikleri satmak ve etraftan bulacakları borç ile 2500 doları tamamlayıp kesin kayıt yaptırmaya karar verdiler.

Ertesi gün Ethem’in 2500 doları Fahri beyin kasasına girmişti. Fahri bey, Ethem’in adresini ve telefon numaralarını sözde kayıt evrakının üzerine yazdı ve:

-<ı>Sizi en geç iki ay içersinde arayıp, kursumuza davet edeceğiz, dedi.

Ethem’in iki ay sonra iş bulacağı haberi çabuk duyuldu. Ortalıkta bir sürü işsiz insan vardı. Karısının altınlarını satan, sağdan soldan borç alan, köylerindeki tarlalarını satan, babalarına ineklerini sattıran, hatta bankadan kredi çeken yüze yakın işsiz, soluğu Fahri beyin yanında aldı.

Beraber kazanalım Bürosu’nda dolarlar havada uçuşuyordu. Her taraf dolar dolmuştu. Yalnız o ara önemli bir problem de çıktı: Çalışanların çoğu, büroda bazı dümenlerin döndüğünden haberdar olmuşlardı. Bunu kendi aralarında çekinmeden konuşuyorlardı. Fahri bey bunu öğrenince hemen çözümü de üretti: Ay başında her çalışana sürpriz bir ikramiye verilecekti; hem de dolar olarak…

Aldıkları dolarları sevinçle çanta ya da ceplerine yerleştiren çalışanlar:

<ı>-Ne kadar fesat insanlar var. Çıkardıkları dedikoduya bak. Büro herkesi dolandırıyormuş da… Hepsi yalan. Burası dolandırıcılık yapsa bizim maaşımızı verir mi? Paramızı tıkır tıkır alıyoruz, hem de fazlasıyla. Kıskanç şeyler ne olacak! diyorlardı.

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..