- Kategori
- Gündelik Yaşam
Memnuniyetsizler

Memnuniyetsiz memnunlar!
Bu yazıyı yazmamdaki amaç, ileride bir gün okuduğumda, “vay be bunları da görmüşüm” demek içindir. Biraz da paylaşma dürtüsü olabilir; oldu da.
Etrafımıza baktığımızda, yanı başımızdan geçenlerin hiç de eksiksiz olduğunu, bir dertlerini, tasalarının olmadığını, şen şakrak hayatları olduğunu tahayyül ederiz. Bir tek biraz daha dikkatli baktığımız; çöp konteynırını kurcalayanlar, köylü kılıklı teyzeler-amcalar- simitçiler, sanayide çalıştığı belli olan delikanlılar ve en ilginci de elinde sigarası olan öğrencilerdir. En çok da bana göre birden dikkatimizi çekenler bunlar olur. Tabii, yanımızdan geçen bir bayanın dekoltesi de nihayetinde dikkatimizi hızlandırır. Mesele tam da giyim- kuşam değil. Biliyoruz ki, eli ayağı düzgün, kıyafeti yerinde olanların da ne tür dolaplar çevirdiklerini az buçuk görüyor ya da yaşıyoruz. Fakat ülkemizde inanılmaz bir dış görünüş merakı var. Sayısı hızlıca artan giyim markaları, mağazalar- ne alırsan 3-5 lira mağazalarının içinde günün hangi saatinde olursak olalım, mutlaka kalabalık bir müşterisi var.
Burada asıl vurgulamak istediğim; kültürsüz bir tüketici toplum yaratıyoruz. Bunu yaparken de kendimizin rol model olduğunu unutarak.
Bütün bunların yanına yediğimiz yemekten, içtiğimiz sudan, soluduğumuz havadan, yattığımız yataktan, yaşadığımız kentten, yönetenlerden, yaşantımızı idame ettirmeye aracılardan olabildiğince memnun olamıyoruz.
Fakat kendimiz herhangi bir mesleğe sahip değil de, devlet memurluğunda memuriyetlik yapıyorsak işte kopan dananın kuyruğu burası oluyor.
Kendimizi devletin kralı, bize hizmet edecek olan materyaller, başvuracak müşteriler, zavallı birer mahlukat şekline bürünüyor.
Kendimize bulabildiğimiz kırık dökük koltuk; altın koltuğa, rengi kaçmış masa, göz alıcı tahtımıza, önümüzde duran bilgisayarda bizim krallığımızı ilan ettiğimiz nesne durumuna dönüşüyor.
Halbuki evvelden beridir bir tek maaşımızın yetmediğine dert yanarız. Paramız bizi ne kaliteli yaşama, ne sosyalleşmeyi artıracak yaşam düzeyine taşıyordu. Olabildiğince borç içinde debelenip giderken, bizim bu yetmezliğimiz, kendimizi dışarıya hakim olarak yansıtıyor, işleri olabildiğince ağır, verilen görevleri olabildiğince itiraz ederek, başımızda duran herhangi birine olabildiğince dert yanarak, bunların hiçbiri olmazsa olabildiğince odanın içinde adımlayarak, kendi kendimizi bir şekilde gösteriyoruz.
Bu anlattığım bütün evreleri tek bir örnekte sunacağım.
Yemek firması ile anlaşıyor Kurum. Yemek servisinden yararlanılan restoran-cafe aynı zamanda kurumun kiracısı. Mekana ve ortama göre oldukça kaliteli bir şekilde dizayn edilmiş, butik cafe şekilde işletilen bir yer. Öğle yemekleri hizmeti de burada karşılanacak.
Herşey birinci sınıf; masa, sandalye, önümüze konan Amerikan servisi, kaşık, çatal; yemeğin içeriğinde kullanılan tüm malzemeler. Çünkü, butik işletmecilikte öne çıkan az ve öz daimi müşteriyi elde tutan kalitedir.
Oturuyorsunuz, yemekler önünüze porselen yemek takımlarında geliyor. Sıcak ve değişik, daha doğrusu kendi yöresel damak tadımızın dışında olan yemekler masaya gelmeye başladı.
Çorba neden sıcak masasına gelmiş; Bir bayan çalışan.
Bütün yemekler neden bir tabaktaymış; Bir erkek çalışan.
Makarna öğün yemeği olur muymuş; Bir erkek iki bayan çalışan.
Meyve neden tane tane değil de, soyulmuş, dilimlenmiş gelirmiş; Bir erkek çalışan
Yoğurt şööle kocaman bir tasa konmuyor da, kaşık olarak geliyormuş; Bir bayan çalışan.
Biber dolması neden sıcak servis edilmiş; Bir bayan çalışan.
Masadaki ekmek ağzının tadında değilmiş; Bir erkek çalışan.
Niye hergün et yemeği çıkmazmış; Bir bayan çalışan.
Pırasa ile ıspanak yemekmiymiş; Bir erkek çalışan.
………
Öyle çokki.
Hepsinin ne kadar gülünç, memnuniyetsizlik belirtisi olduğnu görürsünüz.
Bir akşam kokteyl verilecek, cafe sahibi, kokteyle kanepe getirteceğim dediğinde; bir bayan üst düzey çalışanın; “Hayır, kanepe olmaz, kanepe gelemez buraya ” şeklinde tepkisi ise söylenecek sözün bittiğini gösterir.
Neyse ki, kimi sıcaklıktan, kimi azlıktan, kimi çeşitlilikten dert yansa da göz ucuyla tabaklarına baktığınızda, hiçbirinin de yemeği tabağında bırakmadığını görürsünüz. Diğer yandan en üst makama “Ben yemek servisini beğenmiyorum ve yemeği de yemiyorum” diyen orta düzey müdürün, her öğle yemek yemesi de ayrı bir mevzuu. Kişilik bölünmesi desem mi acaba?
Neyse, neyse, aradan birkaç hafta geçmesine rağmen evlerinde pırasa yiyenlerin pırasa varmış diyerek burun kıvırdığı bir öğle yemeğinde, onların yerinde olmak isteyecek oldukça ve epey cüzi rakamla bu dört kap yemeği yiyecek o kadar çok kişi var ki. Pirinç pilavına sesini çıkartmayan memnuniyetsizler ordusu, dört haftanın bir günündeki bulgur pilavına, ayda bir çıkan sebze kızartmasına, anında ayaklanıp, Fransa’nın, Libya’ya horozlanması gibi, kabarıyorlar.
Evinde her daim kadınbudu, rosto köfte, patates yatağında tavuk vb. yemekleri yerlermiş gibi hele ki eleştirmeleri ve burun kıvırmaları ile tezat iştahları açıkcası bütün bunları yakından gözlemleyenlerin midesini bulandırır.
Neyse işte, yemekler her daim devlet memurunun memnun olmayacak şekilde çıkmaya devam ederken ve tepe yöneticilerinin ile cafe yönetiminin burnuna kadar gelmişken… Yemekleri bırakıp bu kez de dekorasyona takmaları, niye gri kadife de yeşil değil söylemleri, aslında ne kadifeyi tahtından indiriyor ne de kafe sahibinin durumunu.
Yine neyse, artık memnuniyetsizler ordusu, yemekten, dekorasyondan, sıkılıp, bu kere de cafe sahibinin arkasından; hem de kendi mekanlarında arkasından konuşmaları ise ayrı bir tez konusu.
- Çok havalı, kendini beğenmiş, konuşurken azarlıyor, bağırıyor, insanlara tepeden bakıyor, küçümsüyor, neymiş de Vali yemeğini eşiyle burada yiyormuş da ondan şımarmış da- dört tane bayanın aynı anda dile getirdikleri diğer konu da geçmişteki, a kurumunda yöneticilik, b kurumunda müdürlük ve diğer sosyal yönleri de deşildi.
- Masada bulunan beşinci bayan, bunları yazan bayan ise, hiç de bu durumla karşılaşmadığını ifade ettiğinde, birinin yüzünü ekşiterek, “çok terbiyesiz bir bayan” demesi ise artık yazma kararı aldırdı.
Hiçbir yemeğin/nimetin bu şekilde küçümsenmesi olamaz.
Eleştirirsiniz.
Tıpkı, bir lokantaya gittiğinizdeki eleştiri gibi.
Eşin dostun yemeğini eleştirir gibi.
Ama bu, bütün memnuniyetsizlik; Şükürsüzlük, Kültürsüzlük.
Tüketim toplumunun, sosyal alanda nasıl davranacağını bilmeyen bireylerle dolup taştığını gösterir.
Sırada ne var ilerleyen günlerde göreceğiz.
Bu arada bütün eleştiri sahiplerinin masasında ne kitap vardır ne de gazete…