Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '10

 
Kategori
Blog
 

Memurdan koca olur mu? (Ciddi olmayanlar okumasın lütfen.)

Memurdan koca olur mu? (Ciddi olmayanlar okumasın lütfen.)
 

Bürokraside işleyen yegâne sistem!


Ahhhh, ah! Editörleri bilmem ama benim ciğerim yanıyor dostlar! Güzel blogumuzda kategoriye benzer yegâne kategori olan “Blog kategorisi” hakkında sarf edilen sözler beni ziyadesiyle üzüyor:))) Bakıyorum, bakıyorum da, “kötü yola düşmüş kenar mahalle dilberi” muamelesi gören blog kategorisini benden başka koruyup kollayan yok!

Eskiler bilir, blog kategorisinin anası değerli üye Aydın Tiryaki Bey ise, babası da bu satırların fakir yazarıdır. Aydın Bey munis, kategoriye “taciz” olduğu zaman tevekkülle ya sabır çekip suskunluğa bürünüyor.

Eeeeee?

Bütün yük benim sırtıma biniyor yani! Adam tutmuş, “Blog kategorisinde yazarken utanıyorum vallahi” diye ahkâm kesiyor ama editörler sus pus! Hâlbuki “Sayın üye, madem blog kategorisinde yazmaya utanıyorsunuz, buyurun ‘Darbe ketegorisinde’yazın”deseler sorun hallolacak! Ama nerdeee?

Darbe kategorisi olur mu hiç?

Niye olmasın efendim? Darbe kategorisi olmaz da “Kodum mu oturtanlar” kategorisi olur. Hem blog kategorisinin yükü hafifler, hem de “postal sevdalıları” layığını, pardon, kategorisini bulmuş olur. Utanıp sıkılmadan “ordu göreve” yazılarını o kategoride pek âlâ yazabilirler.


Her neyse, gelelim şu pek meşhur 657'liler konusuna...

Gelelim, efendim. Yazdık, çizdik! Fena mı oldu işte? Güzel blogumuzun % 70’ beyaz yakalılardan, memur statüsündeler yani. 70 milyonun bizi izlediği bu platformda memurların sorunlarını dile getirdik! Feryatlarımız Meclis’e kadar ulaştı. Konuyla ilgilenen milletvekilleri “Mesai saatinde, internette okey oynayan memurlar” konusuna dikkat kesildiler. “Çift okey gelince dönsünler” diyenler de oldu, “İttir et len! Dönmesinler” diyenler de. Demokrasi şeyimiz tavan yaptı, sizin anlayacağınız. Ama memurlara zam mam yok tabii!

İlginç! E peki, MB'de ses getirdi mi bu tartışma?

Getirmez olur mu? Yazacak konu sıkıntısı çeken blogdaşlarım dört elle sarıldılar bu konuya. İlgili, ilgisiz yazılarda 657 rüzgârı esti. Resmen parmak bastılar! Çeşitli açılardan ele alıp konuyu zenginleştirdiler.

Mesela?

Mesela değerli üye Zeynep Kibaroğlu Hanım, “Genelleme yapmayın Sayın Culduz, memurlarımız mesai saatlerinde sadece okey değil, tavla da oynarlar” diyerek beni uyardı.

Hımmm, başka?

Kıdemli üyelerden Halide Hanım ise konuyla ilgili mağduriyetini açıkça belirtti. Halide Hanım’ın çalıştığı bölümde(ki memurdur kendisi) internete girme ve okey oynama imkânı yokmuş. Sadece amirleri yararlanıyormuş bu imkândan. “Müdür muavinim sabahtan akşama kadar farmville’deki sanal çiftliğinde patates soğan ekip, tavuk yetiştiriyor Sayın Culduz., lütfen bu konuya da parmak basınız” dedi ama ben ilişmedim tabii.

Niye?

Niye olacak. Adamın emekliliği yaklaşmış. Okey neyim oynayacağına sanal da olsa ekip biçiyor işte. Üretken yani. Kime ne zararı var? Bırakınız eksinler, bırakınız biçsinler diyerek liberal bir yaklaşım sergiledim işte.

Doğru. E peki başka?

Konuyu tarihsel açıdan ele alan arkadaşlar da oldu tabii. En azından “Kâtip benim, ben kâtibim el ne karışır/ Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır” türküsünün kimler tarafından ve ne amaçla bestelenip güftelendiğini öğrenmiş olduk. Yazan arkadaşa göre o zamanın kâtipleri biraz “şey”!

Nasıl şey?

O biçim yani. Bir de “külhanbeyleri” var. Kâtiplere askıntı olan... O zamanın anasız babasız hamam köşelerinde büyümüş tinerci çocukları yani. Günün modasına uygun olarak “setre”, yani “pantolon” giyen memur kısmına kaka gözle bakan ayak takımı. Kendileri memur (Kâtip) değil ya, o yüzden işte.

Demek o zamanlar hamam köşelerinde yetişen kimsesiz çocuklara "külhanbeyi" diyorlarmış...

Evet, öyle ama durum sonradan değişmiş. 1. Dünya Savaşı sonrası ortada kalan on binlerce yetim ve öksüz için “hamam” sayısı az geldiğinden devlet bazı girişimlerde bulunmuş. Bunun öncülüğünü de Kazım Karabekir Paşamız üstlenmiş. Kimsesiz çocukları toplayıp başta “Kuleli” olmak üzere askeri okullara yatılı olarak göndermiş.(Bakınız lütfen Aziz Nesin’in ‘Yokuşun Başı’ adlı öz yaşam öyküsüne.) Bu çocukların arasından çok sayıda paşa da çıkmış, gedikli de.

Oldukça ilginç?

“Külhanbeyliği”nin ortadan kalması bu yüzdendir. Haaa, elit ailelerin çocuklarını “Kuleli’ye” göndermemeleri de aynı tarihlere rastlar ve tamamen tesadüftür tabii.

Toparlarlarsak, konu, blog ahalisi tarafından dört dörtlük ele alınmış demek?

Nerdeee? “Aşk ve evlilik” kategorisinin müdavimleri konuyu es geçtiler, mesela.

Nasıl yani?


En azından “Memurdan koca olur mu?” diye konuya dâhil olabilir ve yeni bir tartışma başlatabilirlerdi bence.

Memurdan koca olur mu?

Valla bana kalırsa iki gönül bir olunca samanlık bile seyran olur ama konunun tarihi bir süreci de var tabii. Şimdinin aklı bir karış havada olan bayan hanımlarına bakıyorum da, içim daralıyor. Koca tercihleri bir âlem. “Karizmatik olsun da, isterse bilmem ne diskoteğinin önünde “korumacılık” yapan bir badigart olsun” diye kendilerini yırtıyorlar. Çocuğun cebi delik ama (görüntüde)“kadirizm’i” ikiye katlamış “Yandım Ali” kıvamında. Özlenen koca adayı bu yani.

Eskiden nasıldı peki?

Eskinin hatunları akıllıydı, akıllı. Gazetelerin “Evlilik ve Tanışma” ilanlarında beklentilerini açık bir dille yazarlardı. “Ordu veya Emniyet mensupları tercihimdir, ciddi olmayanlar aramasın lütfen” derlerdi.

Memur takımı revaçtaydı yani?

E tabii, ölüsü para, dirisi para. Emeklisi var, dul ve yetim aylığı var. Niye “Ordu mensubu” diye “diplomatik” bir dil kullanıyor? Gönlünden geçirdiği iki yıldızlı bir “üsteğmen” ama 3 şeritli bir gedikli de (astsubay) olabilir yani. Hele de “Bahriyeliyse” , Şark’ı şurku da yok! Yeme de yanında yat! Pırpırına kim bakar?

Külhanbeyi konusu böyle demek?

Aynen öyle efendim! İtirazı olan varsa, işte hendek, işte deve yani.

E peki; memurlara niye bu kadar yüklendin?

Sitemizin %70’i memur ve memur emeklisi… Bekledim ki bir öz eleştiri yapsınlar.

Yaptılar mı sence?

Yapmadılar tabii. Kimse kendi bindiği dalı kesmez. Ülkedeki “kokuşmuşluğu” eleştirirken klavyelerinden kan damlıyor ama sivil asker bürokrat saltanatına pek toz kondurmuyorlar. Herkes kendi “ayrıcalığını” koruma derdinde. Devlet, alt yapısını oluşturan küçük dereceli memurunu mecburen kolluyor. Günde 8 saat çalıştırmadan bir masada oturtuyor mesela. Eskiden “balık yağı”, “süt tozu” ve ucuz “Sümerbank” kumaşıyla desteklermiş. Bir de “Devletin memuruna haaa!” zart zurtlaması var. Bu da çekici geliyor bizim insanımıza.

Hepsi bu kadar mı?

Bu kadar olur mu? Bir de dillere destan “Memurin Muhakemat Yasası” var ki, dillere destan. Derler ki; bu kanun hükmüne göre, suç işleyen bir memurun (bürokratın) yargılanması için İl Özel İdaresinden “Muhakemata lüzum vardır” onayı gerekiyor. Bir başka deyişle devlet; suç işleyen memurunu adalete karşı koruyor. Tabii bunlar daha çok üst düzey sivil asker bürokratları “korumaya” ve “dokunulmaz” kılmaya yönelik anti demokratik yasalar. Suç vasfını Yargı değil devlet belirliyor ve cezasını da gerek sürerek veya tayin ederek, gerekse maaş keserek veya açığa alarak kendi veriyor.

Yazı uzadı Sayın Culduz, şöyle bir toparlarsak?

Yani efendim, “Blog kategorisi”diye pek küçümsememek lazım. Yazarıyla, okuruyla on binlerce kişiye hizmet veren bu kategori, bir nevi “er meydanı”. Hoplatıp zıplatacaksan, dişe dokunur bir fikrin varsa geleceksin bu kategoriye. Yazdığın yazı ses getirecek. Dalga dalga yankılanacak. “Blog kategorisinde yazmaya utanıyorum, bu kategorideki yazıları okumuyorum” demek nameden başka bir şey değildir. Dünya değişirken Türkiye yerinde sayamaz. Bu hantal yapının yıkılması lazım ve yavaş yavaş da olsa yıkılıyor zaten.

Son olarak?

Son olarak, oynak bir İstanbul türküsü tabii…

Üsküdar'a gider iken bir mendil buldum,
Mendilimin içine lokum doldurdum.

Afiyet şeker olsun efendim.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..