Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Merhaba ve hoşçakal arasında bir yerde...

Merhaba ve hoşçakal arasında bir yerde...
 

"Çay içer misin anne?" diye soruyor annem anneanneme. "Yok kızım yok" diyor o halsiz sesiyle. "Peki ya ıhlamur?"diyor, anneannem "sudan başka dostum yok bu ara. Hiç birşey içmem." diye karşılık veriyor. Tam bu arada televizyonda bir reklamda bir adamın kucağındaki bir bebek görüntüsüne şu ses eşlik ediyor "Her gün yepyeni başlar." Her iki kulağıma dolan bu iki cümle hayat ve ölüm arasındaki o garip dar alanda bırakıyor beni. Ekranda yeni doğmuş bir bebek ve salonumuzda kendini, hayata veda etmeye hazırlayan 92 yaşındaki anneannem.

Hayatla ölüm arasında dokunan bu kilimin renklerine bakıyorum. Kimi zaman sarhoş eden büyüleyen bir kızıllık, kimi zaman umut veren bir mavi, kimi zaman vedalarla dolu sarı renkleriyle bu koca bütünü hiç bir zaman tam olarak anlayamayacağımı biliyorum. "Bir umutsuz anlama çabası değilse nedir yaşamak?" diye soruyorum kendime. Sahi, bir umutsuz anlama çabası değilse nedir yaşamak?

Ben bugünlerde hayat çizgisine daha yakınım. Karanlıkları, dipsiz kuyuları, geceleri, umutsuzlukları ve iç sıkıntıları bir sepete doldurmuş tavan arasında unutmuş gibi bir halim var. Yüzüm daha çok güneşe dönük yaşıyorum bu ara. Sabahları gökyüzü daha mavi geliyor, üzüntülerim daha kolay unutulabilir ve öfkelerim çabuk geçermiş gibi geliyor. Ve hayatın içine, içimin müziğini dolduruyorum. Geçtiğim her yerde sanki neşeli bir şarkının nameleri kalıyor.

Ve hayatım, camları içimin sıcağından buğulanmış bir ev gibi... "Elimi atıp camları silsem, hayat dışardan içime akacak." diyorum. İçimde anlaşılmaz, tuhaf bir coşku kol geziyor bir de. Sanki saklambaç oynayan yaramaz bir kız çocuğu gibi bazen içimin ormanında koca bir ağaca tırmanıp uykuya dalan o coşku, bu ara içimin güneşli vadilerinde oyuna dalıp gitmiş gibi benden hiç kaçmıyor. Her sabah onunla uyanıyorum sevinçle. Geceden kalma "ya orada olmazsa" kaygıma gülüp geçiyorum her sabah.

"Gölgem ol" diyorum içimin coşkusuna "beni her yerde takip et." Hemen itiraz ediyor "ya güneş olmazsa. o zaman ben de yok olurum." Haklı. "O zaman hep güneş olan içimin vadilerinde kal" diyorum. "Ağaçlara tırmanma ama, düşersin." Ve çocuklar asla söz dinlemez biliyorum.

Bir de kendi içimin kalabalığıyla coşuyorum bu ara. Kulaklarımda binbir ses tınlıyor. Biri uzaktan ama çok uzaktan denizin sesini taşıyor kulağıma, bir diğeri hiç kaybetmediği yaşam coşkusunu. Biri kısılmış sesime telaşlanıyor, bir başkası sıcak bir bardak ıhlamur gibi dumanı üzerinde sözler kaynatıyor kalbinde benim için. Dedim ya pek kalabalığım bu ara ve kendi içimin coşkusuyla pek bir hayata aitim.

Şimdi, hayata henüz "merhaba" demiş o minik bebek ve hayata "hoşçakal" demeye hazırlanan anneannemin tam ortasında, hayatın o binbir renkli kilimin üzerinde duruyorum. Anneanneme dönüp "renkleri anladın mı sen?" diyorum. "Renkler..." diyor sadece. Ve hiç bir zaman o garip karmaşık renkleri bütünüyle anlayamayacağımı biliyorum.

RESİM: http://danctheduck.deviantart.com/art/All-in-the-Lips-33898407

 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..