Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '08

 
Kategori
Sivil Toplum Kuruluşları
 

Mersin kent müzesi

Bazı yazıların ömrü dile getirilen sorunlarla sınırlı..

Kaleme alındığı gün çok önemsediğiniz bir konu zaman içindegüncelliğini yitirir..

Bir süre sonra arşivinize göz atarken, “neleri dertetmişim” diye güler geçersiniz.

Ama bazı yazılar vardır ki, aradan geçen zamana rağmenokudukça, nice sorun gibi onların da güncelliklerinden bir şeykaybetmediklerini görür, şaşar kalırsınız…

2004 yerel seçimlerine sayılı günler kala kaleme alınmışaşağıdaki yazı da, bu türden.

Yazıda dile getirilen öneriler ışığında hiçbir şeyyapılmadığı için, yazı bugün yazılmış gibi aktüalitesini ve önemini koruyor…

21. yüzyılın bu baş döndüren devinimi içinde, 5 yıl önceortaya atılan bir projeyle ilgili yazının sanki bugün kaleme alınmışçasınadeğerini koruması, benden çok bu kenti yönetenlere ders niteliğindedir diyedüşünüyorum…

**

Kent Müzesi… (Mart 2004)

Şinasi Develi 85 yaşına merdiven dayamış olmalı..

Buna rağmen gençlere taş çıkaran inatla araştırmaya devamediyor…

Kentle ilgili dikkate değer bulduğu belgeleri biriktiriyor, sürekli biçimde yazıp çiziyor..

Gazetelerde yayınlanan makaleleri, Mersin’i anlatankitapları onu şimdiden geçmişten geleceğe uzanan kader çizgisinde ölümsüz kılsada, beyin kıvrımlarında saklı duran hazine değerindeki bilgi dağarcığı enindesonunda onunla birlikte yitip, gidecek…

Son olarak kendisiyle yapılmış bir söyleşide resmettiği, geçmişin sisler bulvarında yitip gitmekte olan eskilerin Mersin’ini onunağzından dinlerken ince sızısıyla yüreğimi acıtan hüzün kapladı içimi..

Develi’ yi dinlemek geçmişe bir yolculuk gibiydi..

Ama onunla yitip gidecek bunca zenginliği bizden sonrakinesillere taşımanın bir yolu olmalı diye düşünüyorum…

Örneğin İstanbul, Bursa, Kayseri ve son olarak İzmir’inhayata geçirdiği Kent Müzesi projesi, Mersin’in üzerinde çok şık bir elbisegibi ne de güzel dururdu?

Anadolu uygarlığının ilk yerleşim yeri 7 bin yıllık Yumuktepe’ den başlayarak, hukukun müjdecisi Solon’ dan, Diyojen’ e tümmitolojik efsanelerde adı geçen Pompeipolis ve Soli’ ye kadar, uygarlığa beşikolmuş bir kentin binlerce yıllık geçmişi bir yana, son 150 yılda Anadolu’ nundünyaya açılan kapısı, dış ticarete damgasını vuran kimliğiyle ünlenmişMersin’in macerasını kaçımız biliyoruz?

Sembolik anlamda adını verdiğim Şinasi Develi ile de sınırlıdeğil tarihe tanıklık edenlerimiz…

Bu kentin son yüzyılına damgasını vurmuş insanlar, gün geliparamızdan ayrıldıklarında neleri onlarla birlikte göndereceğimizin farkındabile değiliz…

Aslında tıpkı kent envanteri çıkarır gibi, Mersin’e katkıyapmış, evinde, arşivinde, tavan arasında, solmuş gazete/dergi kupürlerinderesim, yazı, belge bulunan tüm yaşlı çınarlarımızın bir listesi çıkarılmalı…

Bu insanlar demir alıp limandan çıkmadan, arşivleri biryana, anıları bir biçimde kaydedilmeli, en azından tanık oldukları yakıntarihle ilgili hafızalarında sakladıkları hazine bir biçimde saklanmalı..

(İnternet bu anlamda bize inanılmaz olanaklar sunuyor)

Üstelik fazla vaktimiz de yok…

Unutmayalım, akıp duran acımasız nehir, her gün içimizdenbirilerini alıp, meçhul sonsuzluğun koynuna taşıyor ne yazık ki…

7 bin yıllık Anadolu uygarlığına beşiklik eden bir kentteyaşayan büyük çoğunluğun, eski çağlardan geçtim, yakın tarihten bile fazlahaberi yok…

Yakın zamanda tanık olduğum iki olay bile, bu alanda nedenbir an önce harekete geçmemiz gerektiğini yadsınamaz biçimde ortaya koyançarpıcı örneklerle dolu..

Örneklerden biri Şinasi Develi’ nin söyleşilerinde, yazılarında özel önem atfettiği 1940 ların ünlü Valisi Tevfik Gür ile ilgili…

Pek çok insan Develi gibi, Mersin’e damgasını vuran, efsaneValiyi yere göğe sığdıramazken, geçen yıl sohbet ettiğim –ki o söyleşinin birkısmı Mersin Ticaret Borsası dergisinde yayınlandı- Develi kadar bu kentinCumhuriyet tarihine tanıklık etmiş Mahir Turan bana bambaşka bir pencereden elealdığı çok farklı bir Vali portresi çizmişti.

Turan’ a göre o tek parti döneminin Valisinin başarılı gibigörünen tüm işlerinin hayli değişik perde arkası söz konusuydu.

Demokrat Parti 1946 seçimlerinde ender sayıda şehirdebaşarılı olmuştu.

Bu illerden biri de Mersin’di.

Ve Mersin’de başarının bedelini DP’ ye destek veren Turan vearkadaşları, bir sürü baskı ve zulümle ödemek zorunda kalmışlardı.

Türkiye demokrasi tarihinde özel önemi olan 1946seçimlerinde Türkiye genel tercihinin aksine muhalefetteki Demokrat Partiyidestekleyen Mersin’ de o günlerde yaşananları resmi tarihin dışına çıkantanıklıklarla bilmemiz gerekmez mi?

Kültür Merkezi (o zamanlardaki adıyla Halkevi) nedeniyleşapka çıkardığımız Tevfik Sırrı Gür’ e not verirken, Mahir Turan’ın anlatacaklarından belge ve bilgilerinden yararlanarak, bireylerin özgürlüğüve demokrasi adına başka bir pencereden olaylara bakmamız, değerlendirmelerimizigerçek halk jürisinin katkılarıyla yapmamız gerekmiyor mu?

İkinci örnek daha da aktüel ve anlamlı..

Son dönemde ağaçları katledilip, Çin’den getirilengranitlerle süslenen, dozerlerle kazılan Cumhuriyet Meydanında eski çağlara aitbazı parçalara rastlandığında çoğumuz isyan ettik. (elimizden başka da bir şeygelmedi, zaten)

Meydanın yapılmasına başta karşı çıkan, sonra da ne olduysaikna olan İclal Tan ablamız, arkeolojik deneyime sahipmiş gibitarih katlediliyor diyen bizleri sustururken;

“Ne tarihi cahiller, burası kaç yıllık meydan ki, altında tarihi eser olsun” demişti.

Biz de her birikimli insana duyduğumuz saygıyla sesimizkesip oturmuştuk.

Oysa bir süre sonra Şinasi Develi’ nin “Dünden bugüneMersin” kitabında okuduğumuz bazı bölümler bambaşka bir gerçeği anlatıyordu:

“Antik Zefhirium kentinin şimdi ki Mersin’ inbulunduğu yerde olduğu sanılmaktadır. Vali evi yapılırken, temel kazıldığındaulaşılan harçlı duvarlar, direk ve direk başlıklarının Zefhirium adlı kente aitolduğu anlaşılmıştır.”

Uzman görüşleri de Develi’ nin tanıklığını perçinliyor…

Örneğin Kültür Merkezinin duvar taşlarının olduğu gibisökülen Ermeni kilisesinden buraya getirilip döşendiği gerçeği gibi…

-O Ermeni kilisesinin yapımında kullanılan taşların Soli’deki Pompeipolis antik şehrinden getirilmiş olması ise son 150 yılda yaşanankarmaşanın boyutlarını anlatmaya yeter-

Yukarıdaki örnekler bir yana, yüz yıl önce 12 yabancı ülkekonsolosluğuna ve bir sürü yabancı bankaya ev sahipliği yapan, o yıllarınolanaksızlıklarına rağmen, komşu ülkelere vapurların yolcu taşıdığı, Anadolu’nun –Ege’ deki İzmir dışında- denize açılan tek kapısı Mersin yalnızca sonyüzyılda yaşanan değişim nedeniyle bir an önce hak ettiği Kent Müzesinekavuşturulmalı, eninde sonunda kaybedeceğimiz insanların evlerinde bugün içinmevcut ama bir süre sonra acımasızca sokağa atacağımız arşivler geleceknesillere sunulmak üzere değerlendirilmelidir.

Bu konuda başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, her kurumkendi cephesinin sorumluluğuyla hemen harekete geçmeli, MTSO, İhracatçıBirlikleri, Deniz Ticaret Odası, Ticaret Borsası gibi kurumlar ve daha daönemlisi kentin çınarları olarak tanımladığımız insanlarımızın arşivlerinisokağa atılmadan değerlendirecek bir mekanizma mutlaka ve derhal kurulup, işletilmelidir…

Toplanıp sergilenecek hale getirilecek bu arşivler kentlilikbilinci alanında ciddi travma yaşayan Mersin’in sağlığına kavuşması açısındanda ciddi katkılar sunacaktır.

Geçmişin izlerini beyninin hücrelerinde ve tozlu arşivlerdesaklayan insanlarımızı, bir an önce bulup, zaman yitirmeden o hazinelerekavuşmanın yöntemini bulmak zorundayız…

Böylesi bir çalışmanın önemi ve değeri, bugün değilse deyarın, gelecek nesillerce çok daha iyi anlaşılacaktır.

Unutmayın ne demişti, şair;

“Bir kentin hayatı nedir ki?...

Kendisinden başka kim anlatabilir geçmişini veşimdisini,

Ve geleceğini kendi tarihinin,

Kendi tanıklığından başka…

Benden başka kaç kent var yerin üzerinde ve altında,

Hem kendisi olan hem de tarihinin tanıklığını yaşayan”

Not: Bu yazı 2004 yerel seçimlerinden 10 gün önce 19Mart 2004 tarihinde yayınlandı.

Ne yazık ki, buza yazılan çoğu yazım gibi, günlük hengamearasında kaybolup gitti.

Ama o arada çok değerli nice hazine, her canlıyı bekleyenacı sonla tanıştı, iki kapılı hanın geri dönülmez eşiğinden atlayıp sonsuzluğadümen kırdı.

O yazının kaleme alındığı gün pırıl pırıl hafızalarıylacanım sıkıldıkça beni büyük ufuklarında, gezdiren örneğin Albert Atat, örneğin Mahir Turan gibi ulu çınarlar artık yok…

Keşke o günlerde dile getirdiğim önerilerin en azından birkısmını ben yerine getirmiş olsaydım.

Öz eleştiri, itiraf, günah çıkarma ne derseniz deyin; kendiadıma şahsen ben tarifsiz acılar içindeyim ve çok pişmanım..

Peki ya bu kent adına sorumluluğu olanlar?

Asıl günah çıkarması gerekenler…

Onların sorumluluk adına harekete geçmesi için, dahakaç ulu çınarı sonsuz denizlere yolcu etmemiz gerekiyor?

 
Toplam blog
: 9
: 1216
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Ekonominin gittikçe küreselleştiği günümüzün yükselen değeri katılımcı demokrasi.. Katılımcı demokra..