- Kategori
- Kültür Turizmi
Metropolitan Müzesi
Bu duyguyu geçen yıl Berlin'de Pergamon Museum'da, 3 yıl önce de Londra'da British Museum'da yaşamıştım. Üzülmekle sevinmek arasında garip bir duygu. Fukaranın çocuğunu zengin aileye verip burulması, emin ellerde büyüyecek olmasıyla avunması, "Arada gelip görebilir miyim?" diye sorması gibi. New York'un ünlü Metropolitan Müzesi'ni görünce tarihi olmayan Amerikanların sadece tarih yazmakta değil, tarihi satın almakta da usta olduklarını anlayacaksınız.
Müzenin giriş katı neredeyse tamamen, detaylarıyla, yuvarlak hatlarıyla aynen korunmuş Roma-Bizans heykellerinden ibaret. Neyse ki arka salonlarda bize Amerikalar’da olduğumuzu hatırlatan Maya–Aztek’ e ait, diğerleriyle kıyasla mütevazi diyebileceğimiz tahta heykelcikler ve totemler var. İkinci katında ise çanak-çömlek ve şimdi taksan takılacak kadar trendy aksesuarlar. Ve tabii ki ünlü ressamların ünlü resimleri; Van Gogh’ un “Bulutlu Göğün Altındaki Buğday Tarlaları”, Monet’ nin nilüferleri, Matisse’ in ağacı, Cezanne’ ın papaz amcası, vb..
Girişte gönlünden ne koparsa onu veriyorsun. Ama bu müzeyle ilgili en çok hoşuma giden şey X-Large müze görevlileri. Hem flaşsız da olsa resim çekebiliyorsun, hem de benim gibi dokunsal kişiliğin olsa da rahat edebiliyorsun. Heykelin soğukluğunu parmağımın ucuyla hissetme takıntım yüzünden her yerde ikaz yerim, bu kez yemedim. Yine de resimlerin önüne bir set çekilmemesini kınadım doğrusu. Van Gogh’ un buğdaylı resmine biçilen fiyat şu anda 85 milyon dolarken bu ne işgüzarlık böyle!