Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

21 Şubat '16

 
Kategori
Siyaset
 

Milletlerin hafızası

Milletlerin hafızası
 

Milletler bireylerden daha farklı olarak karşılıklı etkileşim ve bir diğeri üzerinden korkunun yaygınlaştırılması nedeniyle gelecek konusunda daha yaygın ve kalıcı düşünceler geliştirebiliyor. Bu nedenledir ki çoklukla edindikleri yaygın yok oluş korkusu, içinde bulundukları olumsuz koşulları kabullenme, daha beterine düşmemek için yaşadıkları sıkıntıları sineye çekme davranışı oluşturulmalarına neden oluyor. Toplumun alt belleğiyle (bilinç altısıyla) ilişkili olan bu durum, durumdan yararlanmasını bilenler için toplumu yönlendirme ve yönetme konusunda oldukça geniş olanaklar sunuyor… 

Günümüz iktidarının, Türk toplumunun alt belleğine kazınmış olan parçalanma-küçülme ve göç kavramlarından sonuna kadar yararlanma yoluna gittiği ve tüm politikalarını bu eksen üzerine kurgulamaya çalıştığı görülüyor. Anadolu’ya gelişlerinden tutun da geniş bir imparatorluğun yıkılışından sonra Türk olan ve olmayan Müslüman unsurların büzüşüp küçülerek Anadolu toprakları üzerinde var oluş mücadelesine tutuşması yakın tarihle ilgili önemli bir travmadır. Cumhuriyetle birlikte sistemin halkı Türklük kavramında eritmek, kalıcı ulusal bütünlük oluşturmak için yüzyıllık bir eğitim süresi boyunca bu travmayı canlı tuttuğu, bunda ciddi anlamda başarılı olduğu da açıktır. Öyle ki bugün Sosyalistinden Ümmetçisine Türk olduğunu benimsemiş olan tüm kesimlerde ulusal bütünlük ve egemenliğin Türk eksenine dayanması gerektiğiyle ilgili tartışmasız bir görüş birliği vardır!..

Küçük gruplar bir yana bırakılacak olursa Türk Ümmetçi kesimdeki “İslam dünyasının liderliği Türklerin hakkı ve görevidir.” biçimindeki yargı; içteki Ümmetçi kesimdeki Kürtleri neye uğradıklarını bilemez duruma sokmuşken, dışarıdaki Ümmetçiler arasında ise Osmanlı sömürgeciliğinin yeniden uyandırılması çabası olarak tanımlanmaktadır. Zannedilenin aksine, özellikle Arap İslamcıları arasında Türklere bakışın olumlu bir yönü yoktur. Kuşkusuz bunda Arapların dinin asıl sahibi olarak kendilerini görmelerinin ve Hz. Ebubekir’in -halifelik kavramlarının işlendiği pek çok kaynağa girmiş bulunan- “İmam Kureyş’tendir.” değerlendirmesinin önemli payı vardır. Şii İran açısından ise durum daha da vahimdir. Halifelik-İmamlık zaten peygamber soyu ile sınırlı ve Sünniler tarafından gasp edilmiş bir haktır. Üstelik İmamlık-Halifelikte Şii inancın egemenliği de esastır. Dolayısıyla Sünni toplumların inançsal olarak zaten böyle bir konumda bulunmaları söz konusu bile değildir. Yüzyıllardır Türk-Acem(İran) çekişmesinin tarihsel alt yapısı bu yaklaşım üzerinden şekillenmektedir.

Irak ve Suriye’deki gelişmeler sonucunda Türk hükümetinin aldığı tavır Kürt dünyasında olumlu bir karşılık bulmadığı açıktır. Özellikle Suriye’deki gelişmeler sonucunda “Ne olursa olsun güneyimde birleşmiş bir Kürt coğrafyası istemiyorum.” biçiminde somutlaştırılmış olan Türk politikası sonucu içte başlamış olan savaş kanlı bir biçimde devam etmektedir. Bunun yanında Suriye’de Türk tarafı adına vekalet savaşı yürütmekte olan kesimlerin yenilgisi ve sürekli toprak kaybetmeleri sonucu gidişat kritik bir aşamaya girmiş görünmektedir. Birinci derecede müttefiki olan ABD’nin kendisini anlamadığını ya da anlamak istediğini dile getiren Türkiye, durumun kendi açısından kötü gidişatını önlemek amacıyla Suriye’ye karadan müdahale etmek için iştahlı görünmektedir. Suudi ve Katar gibi yol arkadaşlarıyla ABD-Rusya ikilisinin bölgeyi şekillendirme isteklerinin üçüncü tarafı olma isteğini güçlü bir biçimde dile getirmeye çalışmaktadır.

Öte yandan Suriye’ye olası bir müdahale isteği ve halihazırdaki işbirliği içinde bulunulan tarafların kesiştiği düşünce ve uygulama alanı tam bir Kürt karşıtlığı görüntüsü oluşturmaktadır. Türklerin Anadolu’ya gelişleriyle birlikte başlayan ve uzunca bir süredir devam eden, zaman zaman çatışmalı olarak geçse de çoklukla “birlikte yaşama” arzusu biçiminde somutlaşan Kürt-Türk ilişkileri oldukça kritik bir süreçten geçiyor. İletişim araçlarının yaygınlaşması sonucu Türkiye sınırları içinde yaşanan çatışmaları günlük olarak izleyen Kürt tarafında; Irak ve özellikle Suriye’deki gelişmelerin ardından “Kürtlerin hiçbir biçimde kendi kendilerini yönetmek için oluşturacakları siyasi bir organizasyona sahip olmaması…” biçimindeki bir politikanın Türk tarafının temel tercihi olarak belirlendiği ve bu görüşün ne kardeşlik ne de dostluk ilişkileriyle bağdaştırılamayacağı görüşü egemen olmaktadır. Kendi aralarındaki çoğunlukla incir çekirdeğini doldurmayan nedenlere bağlı olarak uzun süren acımasız kan davaları yaşayan Kürtlerin, kendilerinin var oluşlarıyla ilgili sürdürülen bu olumsuz politikaları kendi ulusal hafızalarına nasıl kazıyacakları merak konusu olsa gerekir.

 
Toplam blog
: 23
: 113
Kayıt tarihi
: 14.08.15
 
 

1959 yılında Siverek'te doğdum. yüksek öğrenimimi Konya'da tamamladım. 1982 yılından beri ülkenin..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara