Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '19

 
Kategori
Blog
 

Milliyet Blogda Sekizinci Yıl

Böyle bir bahar gününde 12-4-2012 tarihinde Milliyet Blog üyesi olmuştum.

Öğretmenlerin öğretmeni, yazarımız rahmetli Erdal Ceyhan, kıymetli öğretmenlerimiz Ufuk Kesici ve Nedim Üstün yazarlarımızın teşvik edici yardımlarını hiç bir zaman unutamam.

Kıymetli Ufuk Kesici yazarımız zaman, zaman mesaj ile Burakgazi bu gün filan isimli yeni bir yazar arkadaşımız yazı yazmış, kendisine yorum yazalım ki yazma şevki artsın derdi.

Hocamızla birlikte yeni yazarımızın yazısını okur ve yorumlardık. Bir başkaydı o günler. İşte o günlerden bu günlere geldik.

Bu blog yazımda eski hatıralardan ziyade bir şeyler yazmak istiyorum. Her yeni yılda bir blog yazısı yazıyoruz ki bu bizim sekizinci blog yazımız. Blog yazılarımı iki üç günde ancak hazırlıyorum ve o nedenle önemsiyorum.

Milliyet blog bağ ve bahçemizdir sözü bize ait. Bu bahçede her yazar kendi meyvelerini ( yazılarını ) yetiştirir. Bu meyveler satılmaz, okurlar için sergilenir. Milliyet blog da yetişen bütün meyveler sağlık, mutluluk ve dostluk içindir. Bu bağda yetiştirilen tüm meyvelerin tadı bir başkadır.

İç dünyamızdakileri dış dünyamıza aktarıyoruz. Yazarak, okuyarak çok şeyler öğreniyor ve en önemlisi unutulmaz dostlar ediniyoruz. Yeni yazarlarımız nedense grup kurmuyorlar, devamlı yazmıyorlar. Esasen yazılacak çok şeyler var belki onların zamanı yok.

Evet, yine zamandan bahsetmek istiyorum.

Zaman hızlı bir tren misali, vagonları evlerimiz gibi, ayrı, ayrı istasyonlarda inenler, binenler oluyor. Zaman sevimli anlarımızda kısa, hüzünlü anlarımızda uzun, durgun anlarımızda yavaş ve hareketli anlarımızda da hızlı bir tren gibi çabuk geçiyor.

Zamanın sahibi var, zaman sahibinin emirleriyle hareket ediyor. Zaman zayi olmuyor, zayi olan insan.  Zaman ömürden, sağlıktan, sevgiden, saygıdan, doğrulardan alıp götürüyor. Giden hep candan gidiyor, giden geri gelmiyor.

Güneşin aydınlığı önce insanın yüreğini aydınlatır. İnsanın yüreğinden sonra diğer uzuvlara selam verir. Yüz, göz, el ve ayaklardan önce yürek aydınlığın nimetinden faydalanır. Ne acıdır ki sarı hazanda ( sonbaharda ) önce insanın yüreğinde başlarmış

Yaşlı dünyamız süslendikçe, çağa uygun asri bir hayat yaşamak için suçlu, kusurlu, ayıplı, yalancı, hileci defolu insanlar çoğalıyor. Modern yaşam özleminde, defolu insan olmamak kolay değil. Sınırsız rahatlığın cezasını pahallı bir hayatla ödüyoruz. Şükredelim ki teneffüs ettiğimiz hava, aldığımız nefes henüz ücretsiz.

İnsanlar ne çektiyse ve ne çekiyorsa ellerinden, ayaklarından, gözlerinden, gönüllerinden ve sözlerinden çekiyorlar. Tuğlalar dizilince yapı tesis olur. Sözler dizilince yazı meydana gelir. Dileğimiz sözler kurşun olmasın sevgiyi, saygıyı ve sevinci yaralamasın. 

Akıl membasından akan ve çam kozalağı yürekte hamurlanan sözler henüz kapıdan (ağızdan) çıkmadan, süzgeçten geçmeli, durulamalı gerekiyorsa ütülenmeli.

Mahsulü akıl, mayası yürek olan sözlerin namlusu ağız, tetiği dildir. Namluya aktarılan ve tetiği çekilen sözler geri dönmez. Söz ve söylemler insanın kimlik nişaneleridir.

Haksızlığı önce elle düzeltmek, el varmıyorsa dil ile gidermek, dille de olmuyorsa yürekle karşı çıkmak gerekir. Hüzünlü bir hayat yaşadım. Yürek yarası deşildikçe sineyi sıra, sıra dağlar kaplar. Dağların üstünü boran sarınca yürek yarası daha da derinleşir misali.

Bizim maddi sermayemiz hiç olmadı. Sadece sevgimiz, saygımız ve sözümüz bize sermaye kaldı. öyle olmalıydı. Cepteki bolluk, onurdaki yokluğu kapatamazdı, cepteki yoklukta onura noksanlık getiremezdi.

Nezahet gölünde yıkanmadan nezaket köyüne gitmek, zarafet, edep ve terbiye kurallarına uygun olmaz. İşte o yüzden hayatta NET insan olmak gerekiyor. BÜRÜT insanlardan uzak gidilir. Sermayem olmadığı gibi gücümde yok. Şayet gücüm olsaydı gücümü güçlüye değil, güçsüze verirdim. Güçlünün zaten güce ihtiyacı yoktur   

Sanki her gün yeniden doğan güneş ülkemizi ve ülkemizin insanlarını yeterince aydınlatmadan, ısıtmadan göçüp gidiyor gibi bir görüntü var. Elbette güneşin kusuru yok, kabahat güneşin ve aydınlığın kadir kıymetini bilmeyen insanlarda.

Kirli bir insana temiz elbise giydirip onu temiz görmek, kirli elbiseyi de temiz bir insana giydirip onu kirli göstermek vicdanlara sığar mı? Yaşamın kural ve kaidelerini kale almayanların sözü ayrı, özü ayrı olur, onlar net insan olarak görünmezler. 

Sonuçta gerçek bir dünyaya gideceğimizi, üzerimize toprağın küreleneceğini ve artık dönmeyeceğimizi adımız gibi biliyoruz. Buna rağmen doğruları inkâr, hayalleri hakikat sayıyoruz. Güçsüzün ve öksüzün hakkını gözetmiyoruz. Sözümüzü özümüze lehimletmiyoruz.

İçinde bulunduğumuz zamanda BEN çoğaldı, BİZ azaldı. Elbette dikensiz gül olmaz lakin çoğalan dikenlerin tek görevi gülü korumak olmalıdır. Akan suyun sesiyle toprağın kokusu birleşince tarifi imkânsız güzel bir koku meydana gelir, nedeni ikisi de insan mayası, ikisi de yaşam kaynağıdır da ondan.

Bilginin bilgisizce harcandığı bir dönemde yaşıyoruz. Omuzlarımızda ağır bir yük var lakin o yükü nerede indireceğimizi dahi bilmeden, ağır yükle yürümeye devam ediyoruz.

Bir yanda ecir ve cefa içinde yaşayanlar, öte yanda aşk, zevk ve sefaya içinde yaşayanlar var. Zevk ve sefa yaşayanları düşüncesizce har vurup, harman savurur misali gülüyorlar.

Hayat dünyadaki kiracıların söz ve söylemlerini tahlil eder. Gün gelir hayat sahibi kiracıyı tahliye edince geriye söz ve söylemlerin tahlil sonuçları kalır.

Yeni yazarlarımızın daha çok yazmalarını, yazmayan ve ara veren yazarlarımızın ise yeniden yazmaya başlamaları dileğinde bulunuyorum.

Yazmaya devam eden, yazmaya ara veren üstat yazarlarımız dâhil tüm yazarlarımıza, Milliyet blog ailesinin tüm çalışanlarına sağlık ve mutluluk diliyorum.   

 

Kıymetli okurlarımıza saygılar sunuyorum.

Mehmet BURAKGAZİ / MERSİN

 

 
Toplam blog
: 608
: 2204
Kayıt tarihi
: 12.04.12
 
 

Bingöl'de, Baharın son ayında, ikindi üzeri un ambarı (kiler) arkasında, ebesiz, hemşiresiz, Emin..