- Kategori
- Blog
Milliyet satılınca, "Karşılıksız çek mi olduk?"

"N'olcek şimdi?" Düzelir elbet. Aşağıda ise Bartın'dan bir manzara.
Öteden beri konuşuluyordu. Nihayet olanlar oldu. “Milliyet”, bir başkasına satıldı. Diğer Vatan’la birlikte.
Kısacası: içindeki, yağı ile, tuzu ile, aşı ile, tası ile, pılısı pırtısı ile ölçüldü, biçildi, kefelere kondu, kaç okka geldiği hesaplandı, el sıkışılıp “ Hayrını gör” denildi ve gazete el değiştirdi. Yakında logosu da değişir.
Bu satışın içinde, şüphesiz bizler de vardık tabi. Her birimizin sormağa hakkı olsun bu kadarcık: “Kaça gittik acaba?!”
Birim fiyatı içinde “Milliyet Blog’un esamisi, okunmuştur elbet. Alıcı, altın yumurtlayan tavuğu görmemezliğe gelse bile, ortada koskoca 6 bin kişilik blog ordusu dimdik ayaktadır. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Ama bu büyük satışta, bir kalemde öbür tarafa geçivermişizdir her halde.
6 bin kişi. Hangi medya’da bu kadar iyi eğitilmiş ordu vardır? Hiç birinde! Yurdun her yerinde tık çeşmeleri kurulmuş. Sebil gibi. Gelen içer, giden içer, sevabına tık’lanır da. Gerisi sen sağ, ben selamet.
Bu tık tık’lar uğruna Zigetvar Kaleleri alındı, verili, Mohaç Ovasında seferler düzenlendi, Mercidabık’da palalar sallandı, kelleler uçuruldu, Sonuçta sitemiz dipdiri, özgün, reklama açık ve yatkın “Aslan Asker Svayk” misali hala hükmünü sürdürüyor.
Bizlerin sırtı bile sıvanmadı. Varsın olsun: “Aslan Memetler / Hayırlı nöbetler, / Ettiniz çok hizmetler / Ederiz teşekkürler / Tık-Tık-Tık eyi günler / Hadi iyi geceler / Enine nanay / Dikine nanay / Şinanay yavrum şinanay…
Satışlarda ilkten, yeni gelecek olan kadronun hazırlığı yapıladursun, eskisi bir müddet gider. Yeni logo’da, en son yenilikler yerini alır. Bir bakarsınız. Elinize bir mektup tutuşturulur “Güzelim hizmetlerinize teşekkür ederiz. Sizi şööööyle alalım!” Te işte bu ka!
Bu işlerden köşe başlarını tutanlar, köşe yazarları, köşe yastıkları, habur sınır kapısı nöbetçileri zarar görür. Manevi baskı da cabası.
Hiç sevmediğim Hasan Cemal, bu haber kendisine bildirilince “burukluk” hissetmiş. O bile, “Tüh, satış öncesi pasif kaldık “ diyor. Hadi canım sen de. Ört ki, ölem!
Bizleri, işin blogculuk tarafı ilgilendirir. Sahi! “N’olcek halimiz?” Yeni İdare, mangal kömürü seçer gibi, tek tek durumlarımızı inceler.
Geri kalanlarımızın eline de, duvarlarımızı süsleyelim diye “teşekkür sertifikası” tutuşturur.
Amerika’da bir site yazarları siteyi dava etmiş yazıları yayınlanırken daha. “Bunca kazanca, bizim yazdıklarımızla ulaştınız. Her tıklanan yazımızla prim yaptınız ve zenginleştiniz. Bundan payımızı isteriz!” diye. İyi mi?
Site sahibi şirket cevaplıyor: “ Bu kadar aptalca çıkış görmedim, işitmedim. Blogcular, yazmağa başlamadan önce karşılık istemediklerini belirtmişlerdi.” Diyesiymiş. Demek ki onların yazı şartnamesinde böyle bir madde var. Bizde de yok olmasına rağmen, bizde sadece homurtular duyuldu zaman zaman. Bizler ne kibarmışız değil mi?
Bizim sitede durum neydi? “ Gelin yazın. Kapımız sonuna kadar açık” denildi. Koşa koşa, yuvarlana yuvarlana, akın akın koştuk buralara. Günlerce yazısına onay bekleyenler oldu. Onaylanınca da, sevinçten, evin tek tavuğunu şerefe kesip, akşamına da ziyafet çektiydi. Kimiz zaman günlerce bekletildik. Sonra da sevinçten göbekler attık. Öyle olmamış mıydı a dostlar? Hı?!
Ard niyetsiz. Karşılık beklemeden yazılar yazdık. Kimimiz akademik, kimimiz laylay-lom’lu yazılar döşendik.
Şimdi karşılıksız bir çek gibi ellere düştük. Sahi, “ N’olcek halimiz?!”
İnternet Medyacılığı değerini bulacak. Az kaldı. Basın dünyasının gözü, blogculukta. Ama, yazılı basın, İnternete “ kocaman bir çöplük!” diyorlar. Varsın desinler. İnternetcilik ve blogculuk, kağıt üzerindeki medyayı, silip süpürecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Yeni sahiplerimiz bu farkı görüp, mevcut blogculara daha sıcak davranmazlarsa, yerimiz hakikaten çöplük olur. Yeni sahiplerimiz umarız ki bu duruma düşmez. Düşerlerse, içimiz “cız” bile etmez. Böyle biline.
Kendimden örnek vereyim. Bartın, gençliğimin ve çocukluğumun geçtiği memleket. Sevgimi belirtirim bu sütunlarda ara sıra. Bartın’ın Valisi, edebiyata yakın bir kimse.. Tanışmayız. Bir telefon aldım kendisinden 2 gün önce. “ Bartın Yangunu” diye hitap ediyor. Bartın’ı bu kadar seviyorsanız, buraya gelmeniz lazım. Sizi tanımak isterim. dedi.
Şiirlerimi okuyor bana telefonda. Bir edebiyat semineri de varmış. Beni konuşmacı olarak programa alacaklarmış… “Gelirim” dedim. Bu Salı yolcuyum Bartın'a. Çocukluğumun memleketi. Halâ daha, deynekten atımı arayan ben. Anamın hoşaf tasını, zırh diye başıma geçirdiğim ben. Polisin elbiseleri toplayıp da ırmak kenarında cıscıplak kalan ben... Kendi erik bahçemizi, arkadaşlarla bir olup taşlatan sonra da kaçışanların arasında olan ben...
Vali İsa Küçük, Bartın Şiirlerimi bana, eksiksiz okudu. “ Ben bir Milliyet Blog okuyucusuyum. Sizi kaçırmıyorum” diyor. Gurur duydum. Hepimiz okunuyormuşuz.. Gidip tanışacağım bakalım.