Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '16

 
Kategori
Deneme
 

Milliyetçilik Üzerine Düşünceler

Milliyetçilik Üzerine Düşünceler
 

Bazen milliyetçiliğin yanlış algılandığını ve yanlış kişilerin milliyetçilik yaptığını düşünüyorum. Sıradan birinin milliyetçi duygulara sahip olması belki dikkate değer, diye düşünülebilir. Ancak; ticari, mesleki anlamda kendine faydası olmayan birinin kayda değer bir fark yaratamayacağı muhakkak. Buna belki de en iyi örnek; 12 Eylül öncesi karınlarını doyurmaktan aciz insanların milliyetçiliğe veya devrimciliğe soyunmuş olmalarıydı. Silahlanmak için, başkasının silahına muhtaç, ulaşım için başkasının ürettiği vasıtaya muhtaç birisinin milliyetçiliğinden veya devrimciliğinden ne çıkar? Bu tip bir milliyetçilik veya devrimcilik başkasının değirmenine su taşımaktan ileri gidemezdi. Nitekim gitmedi de. Silah verenler, silahı mermi verenler mermiyi kesince ne devrim kalırdı, ne milliyetçilik. Devam eden devrimci eylemleri, halen lojistik olarak destekleyen bir grup olduğu için, silah ve para desteği hala devam ettiğinden suni olarak devam eden bir takım oluşumlar halen devam edebiliyor. Sıradan insanların ideolojilere inanması mümkündür. Söz konusu ideolojileri doğru da anlayabilirler ancak henüz on beş yaşında okula gitmek için dolmuş parası olmayan bir çocuk silahı nereden bulsun? Silahı veren emri verendir. Emri veren silah alabilen daha da iyi ihtimalle silah yapabilendir. Sizler kimi kandırıyorsunuz. İdeoloji ve özgürlük de neymiş?

İdeoloji ve fikirler görüldüğü gibi maddi desteğe muhtaçtır. İdeolojinin hedefinde ticaret varsa ki, en nihayetinde bu topraklarda her daim bütünü parçalamak, yerli halkın elindekileri, topraklarını, madenlerini ucuza kapatmak en nihayetinde “pazar” haline getirmek vardır. Yani kısacası menfaat vardır.

Peki, ayak takımının milliyetçiliği ciddi bir işe yaramıyorsa, maşalıktan öteye gidemiyorsa ki görünen odur. Kimin milliyetçiliği makbuldür ve kalıcıdır. Bence en etkili milliyetçilik sanayi, ticaret ve kültürel milliyetçiliktir. Çünkü esasında bu vatanın öz evlatları olarak, sırf çıkış yolu bulamadıkları için zaman zaman düşman zaman zaman da dost kabul edilen nice ülkede vatandaşlarımız yıllardır işçi, mühendis hizmetkâr oldular.

Ordular eğer arkasında silah üreten, ordusunu besleyen bir güçse savaş bir gün, iki gün veya en fazla bir hafta dayanabilir ki, lojistiği olmayan insanın yapabileceği fazlaca bir şey ne yazık ki yoktur.

Kültürel olarak, vatandaşının kalbi o kültür ve o ülke için atıyorsa senin savaşın sadece kendini kandırmaktan ibarettir. Vatandaşın öz bilinçten mahrumsa bu durumda ne yaparsan yap. Süte su katılmış hatta süt kesik olmuş veya bozulmuşsa artık sonuç ne yazık ki zehir olmuş demektir.

Sanayicin ve tüccarın hayali ihracat ve kısa yoldan köşe dönme kültürüyle zehirlenmiş, gerçek öz kişiliğini bulamamışsa, işini büyütmenin yolunun bu ülkeden, doğru üretimden ve gerçek vergi vermeden geçtiğine inanmıyorsa her şeyden önce “bu ülke benim, ben bu ülkeyim” demiyorsa sıkıntı büyüktür. Bunu diyen kişiler büyümek yerine yok oluyorsa o zaman da sıkıntıyı, direksiyonu kullanan kişi ve kurumlarda aramak gerekir.

Bir ülkeyi kuranlar elit bir takımdır. Bu elit takımın içinde tüccarlar, askerler, bilim adamları, sanayiciler, üreticiler bulunur. Sisteminin adı ister Cumhuriyet, ister monarşi olsun grupların arasında tam bir güven ve birlikte hareket etme düşüncesi yoksa gerçekten o birlikten ciddi bir başarı beklemek imkânsızdır. Aynı şekilde yönetim kademesi, adaletle hükmetmek yerine bir grubun sözcüsü elçisi gibi çalışıyorsa bu da ciddi bir sıkıntı demektir.

On beş bin kişilik bir nüfusu olan bir ilçede tarım ve hayvancılık yapılıyor. Bu ilçede süt inekleri koyunlar yetiştiştirilmesine ek olarak tarım olarak ise patates, fındık, mısır gibi ürünler de ekiliyor. İlçede hayvancılık yapan bir üretici grubu var ve bu insanlar ilçeye en yakını beş kilometre olmak üzere köylerde yaşıyorlar. Süt ürünlerini işleyen birkaç firma var ve bu firmalar, hazır süt, yoğurt, peynir çeşitleri üretiyorlar. Her sabah birkaç tane süt toplama aracı üreticilerin sağdıkları sütleri topluyor, ay sonunda hesap görüyorlar. Öncelikle dağınıklık hayvancılıkta pek arzu edilen bir durum değil. Ancak fiziki yapı itibariyle köylerin birbirine ve köylerdeki ahırların yine diğer ahırlara oldukça uzak olması gibi bir durum söz konusu.

Böyle bir ilçede herkesin adaletli kazanması tarafların uzun süreli çıkarınadır. Süt satan üreticiler ve sütü alan süt fabrikaları arasında ciddi görüş farklarının olması demek ya süt üreticilerinin işi bırakması veya fiyatları aşırı yükseltmesi demek sütü işleyen fabrikanın kısa zaman sonra batması demektir. Aynı şekilde sütü işleyen fabrikaların süt fiyatlarını aşırı düşük tutmaları önce süt üreticilerinin sonra işleyecek süt bulamayacaklarından, dolaylı olarak kendilerinin de batması demektir.

Bunun yerine süt üreticileri ve süt işleyenlerin hâlbuki birlikte yapabilecekleri birçok proje olabilir. Bu şekilde hem üretimlerini artırmak suretiyle daha fazla kar ve daha uzun ömürlü işletmeler kurabilirler. Bu işletmeler sırasıyla birincisi biyogaz tesisi kurabilir ve buradan tüm ilçenin ve köylerinin elektrik ve biraz yatırımla ısınma masrafını karşılayabilirler. Diğer işletmelere elektrik satabilirler. Organik gübre üreterek organik tarımı geliştirebilirler, ormanları koruyabilir, köylülerin ısınması için ağaç kesilmesini, fosil yakıtlarca yapılan ısınmanın yerine daha temiz bir doğaya kavuşabilir karlarını elbirliğiyle katlayabilirler.

Böyle bir ilçede devleti temsilen kurumlar, yerel hizmetler için belediye, kaymakamlık, tarım işletmeleri, okullar, hastaneler tamamı aslında bütünün dolaylı parçalarıdır. Ancak belediye başkanı rüşvetçi çıkar, süt üreticilerini ve işleyicilerinin işini zorlaştırırsa ki bunu pekâlâ yapabilir, bu durumda her iki grubu ve dolayısıyla ilçeyi iflasa sürüklemiş olacak, orada yaşayan insanların orada yaşama şansını elinden alacaktır. Bunun yerine kurumlar sorumluluk bilinci ile hareket ederlerse, kişisel, düşünsel farklılıklar en aza indirgenecek, ilçede çatışma değil, huzur fakirlik değil zenginlik hâkim olabilecektir.

Bu basitçe kamu kurumlarının devletin, belediyenin üreticilerin, tüketicilerin iyi niyetle çalışması ile mümkün olabilecek bir örnektir. “Ben” değil biz diyen bir düşüncenin üründür. Birbirinde kusur arayan değil elinden tutan anlayışın ürünüdür. Burada süt fabrikaları nasıl ki süte göre para veriyorsa kamu denilen kurumun devletin de adama göre iş değil, işe göre adam seçmesi, liyakat özelliklerinin gerçekten adil ve adaleti her zaman tesis edici olmasına özen göstermesi gerekir. İnek sağmaya kediyi gönderen, aslanı kapıya köpek diye bağlayan bir anlayış zaten baştan kaybeder ve kaybettirir. Siyaset daha fazla iş, daha fazla aş, daha fazla adalet, daha fazla özgürlük, daha fazla kültürel gelişme, daha nitelikli eğitim iddiasıyla iktidar olabilir. Bu vaatler bu dünyaya dairdir ve kanıtlanabilir. Ancak hiçbir iktidar daha fazla cennet iddiasıyla iktidara gelemez. Bu iddia öyle bir siyaseti Orta Çağdaki kiliselerin karanlık çağına götürür ve akılcı değildir.

Bütünü parçalamak herkesin yapabileceği bir şeydir ve bunun için ne ciddi bir uzmanlık ne de bir bilgi gerekir. Milyarlarca dolara mal olan bir köprüyü belki de üç beş bombayla havaya uçurabilmek mümkündür. Bunun için ciddi bir bilgi birikimi, kültür ve bilim gerekmez. Bunun için sadece maşa olmak, yeter de artar bile. Milleti parçalamak için ise malum yollardan ziyade çok daha fazla ve komplike metotlar denemek gerekir. Bu dersler kimi zaman tarihten alınır. Kimi zaman da din insana tavsiyelerde bulunur. O da ders olmazsa doğa birtakım dersler verir. Ben şahsen tüm Türk tarihinin derslerle dolu olduğunu düşünürüm. Özellikle İspanya’da Müslüman ve Yahudilerin yaşadığı aynı sonu yaşamış olmaları, ticarette Yahudilerin daima daha tehlike içinde yaşamaları ve birkaç kez tamamıyla yok olma tehlikesi atlatmış olmalarına rağmen ticaretten gelen zenginlikleri onları bir arada tutabilmeyi sağlamıştır. Muhtemelen Sultan Abdülhamit’e teklif ettiklerinden kat kat fazlasını İngilizlere ödemek suretiyle şimdiki vatanlarına sahip olmuşlardır. Onları bir arada tutan güç zekâ ve ticarettir.

yerlilerin-gozyaslari-bartolomeo-de-las-casas

Ticaret, sanayi ve bilim gerçek milliyetçiliktir. Dünya üzerinde hâkimiyet kurmanın bu dünyada birinci kuralı, bu dünyaya ait olan sistem ve araçlardan en iyisine sahip olmakla sağlanabilir. Bu da milliyetçi, bilinçli bir sanayi ve ticaretten geçer. Bizler Anadolu Selçuklu Devletinden miras kalmış lonca sistemine sahibiz. Bizler 21. Yüzyılda atalarımızın deneyip yapamadığını yapabilir, güçlerimizi dağıtmaz toplar ve toplamaya muvaffak olursak neslimizi koruyabiliriz.

Bu yolda adımlar var olsa da yeterli değil. Yaklaşık on yıldır üzerinde çalışılan iş kümelenmeleri buna güzel bir örnek. Binlerce otomobil üretecek kapasiteyi otomobil yapmak üzerek teşvik edecek ortak ve birden çok organizasyonlar ihtiyaç var. Büyük bir sıkıntı ise din adına hareket eden kurumların aslında millet gücünü, tarikat gücü çerçevesinde parçalamaları ve en nihayetinde kendi gruplarına iş paslamak suretiyle İslami yapıyı temsil ettiklerini iddia eden ancak özünde adaleti yok eden gruplardır. Aynı şekilde uluslararası sözde bir kimlik edasıyla ve modern görünüşleriyle Türkiye sanayisini birleştirip büyütmek yerine, Türk işçisiyle büyütülen lokmayı uluslararası sistemin emrine amade eden ve sonunda uluslararası sisteme angaje eden sözde aydın grup da kurtuluşu iç birleşmede değil dış birleşmede görmektedirler ve paranın milliyetinin olmadığını iddia etmektedirler. Hâlbuki sermaye İsrail’de milli oluyor, Fransa’da oluyor, İtalya’da oluyor, Almanya’da oluyor da bir bizde mi olmuyor?

Gerçek yerli sanayi, yerli tüccar,  yerli üretim yerli bilim olmadan tam bağımsızlık hayaldir. Yüreği Türkiye için çarpan sanayiciler, ticaret adamları yetişmez ve aralarında gerçek bir birlik kurulmazsa lise veya üniversite gençliğinin bu vatan için yapabileceği okul sıraları boyunca haykırmak, sonunda bir uluslararası tröistin çalışanı olmaktır. Bu ise;  aslında sonsuz esaret demektir. Büyük bir parçayı tek başınıza yemeyi başaramayanlar büyük parçayı lokmalara ayırmak zorundadır. Küçük hesaplar büyük hedeflere manidir.

Ticaret, sanayi, tarım ve bunların çarpan etkisi ile etkinliğini katlayacak etkin bilimsel eğitim bir ülkedeki en yüksek hedefli milliyetçilik hedefleri olmalıdır. Aksi takdirde cephede savaşan asker, silah gıda bulamaz ve başarısız olur. Cephe gerisindeki insanlar aç kalır. Ticarette ve üretimde yer alan firmalar yabancıların yönetimi altına geçer. Para ve ürün muslukları sıkılır. Yerli firmalar, düşman unsurlarca batırılır. İşsizlik açlığa neden olursa, açlık mertliği çoğu zaman bozar. Gerçi Türk Milleti ciddi yoksulluklar yaşamış, zorluklara dayanıklı bir ülkedir. Ancak açlık yüzünden Bulgarlara karşı yapılan savaşlarda büyük sıkıntılar çekildiğini bazı yazarlar kitaplarında belirttiler. Aynı şekilde; Arap yarımadasında 1.Dünya Savaşı esnasında İngilizlere karşı yapılan savaşlarda açlık ve susuzluğa bir de kalleşlik eklenince binlerce Anadolu yiğidi kalleşliğin kurbanı da oldu. Bu bölgede yapılan savaşlarda İngilizlerin ustaca bir siyaset izleyerek, casuslarını Müslüman ilim adamı kılığına soktukları hatta bu uğurda otuz kırk yıl ülkesine gitmeksizin Anadolu’da Arap çöllerinde bir derviş edasıyla İslam’ı yaymaya çalışan İngiliz gönül eri Müslümanlar yıllar sonra hatıratlarını yayınlamış ve Lawrence Abdullah takma adıyla birçok camide vaaz verecek kadar İslam dinine vakıf bir profesyonel ajan olduğu artık günümüz dünyasında sır değil.

ataturk-ve-universite-reformu-prof-dr-horst-widmann

Bilim sanayi ve ticaret ehli insanların geleceklerini dürüstçe bu vatana hizmetten geçtiğini görmeleri gerek. Onların sadece birinin milliyetçi tutum ve davranışı, işsiz güçsüz asalak yaşayan yüz kişinin milliyetçiliğinden anlamlıdır, etkilidir. Ticaret, bilim, sanayi, tarım ve eğitim en az askerlik kadar kutsal bir görevdir.

Dünyaya hükmeden İngiliz köylüsü değildir. Dünyaya hükmeden köylü ve sanayicileri bu amaç için organize eden seçkinler sınıfıdır.

Dünyaya hükmeden Yahudilerin en etkin gücü askerleri veya silahlı güçleri değildir. Silah sanayisi güçlüdür ancak sadece bu güç tek başına önemli bir etken kabul edilemez. Yüzyıllardır sürgün hayatı yaşayan birden çok kez yok olma tehlikesiyle karşılaşan Yahudilerin en önemli gücü, para ve ekonomik güçleridir. 6.Yüzyılda Bizans’ta, 15. Yüzyılda İspanya’da, Fransa’da 20. Yüzyılda (1933-1945) Almanya ve neredeyse tüm Avrupa’da yaşadıklar tecrübeler onları birbirlerine sıkı sıkıya kenetlemiş ve geçmişlerinden, tarihlerinden oldukça sıkı dersler tecrübeler çıkarmışlardır. Onları kim suçlayabilir ki?

yahudi-soykirimi-ve-turkiye-stanford-j-shaw

Klasik Türk Milliyetçileri bu zamana kadar Jön Türklerden başlayarak, sadece ırk kavramıyla ilgilendiler. Savaşçılıklarıyla ilgilendiler. Cesaret ve kahramanlıklarını dillerine pelesenk yapıp kendi kendilerine propaganda yapıp durdular. Savaşmadan yenmeyi öğrenmeleri çok uzun zaman aldı. Askerleri küçümsemek doğru değildir. Ancak 1915 yılında İngilizlerin komutasında belki de son derece az İngiliz vardı. Onlar da gemiden orduyu kumanda etmekteydiler. Aynı şekilde bugünün Amerikan ordusunun askerlerinin çoğunun Güney Amerikalı, Afrikalı ve hatta Türk olduğu bilinen bir gerçektir. O halde kendi insanının çoğu zaman daha değerli işlerde kullanmalı taşın balyozla kırıldığı gerçeğini görebilmeliyiz. Bugün bize operasyon yapan birliklerinin PKK’yı da taşa taş atmakla eşdeğer bir planlı operasyon olduğunu bilmeyenler ya aptaldır, ya cahil.

emperyalizm-evanjelizm-ve-osmanli-ermenileri-jeremy-salt

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..