Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '06

 
Kategori
Mizah
 

Misafir ol(un)ma halleri

Misafir ol(un)ma halleri
 

Mensubu olduğum İstanbul Ermenileri toplumunda, "misafir olma ve kabul etme" ritüellerini irdelemek istiyorum bu yazımda. Bunu yaparken de bu konuya alabildiğince mizahi bir açıdan yaklaşmaya çalışacağım. İstisnaların kaideyi bozmayacağını da göz önüne alarak, bu misafirlik hallerinin, "akraba ziyaretleri"ni kapsadığını belirtmeliyim.

Akşamleyin ailecek yapılan bu ziyaretlerde, misafir olacak taraf evsahibine, müsahit iseler, akşamleyin buyurmak istediklerini, dile getirir. Zira, herhangi bir saat verilmez, ancak saat verilse dahi, misafirin "dakik" olmayacağını, gerek evsahibi gerekse misafir bilir.Eğer bir misafir tarafından belirli bir "ziyaret saati" verilmişse, evsahibinin, misafirin saat tam olarak gelmesini tahmin etmek amacıyla, verilen saat üzerine en az 20-30 dakika koymak suretiyle az çok bir fikir edinebilir.

Bunun yanı sıra, ev sahibine baktığımızda, "Misafir, ha geldi, ha geliyor" sendromu yaşanmaktadır. Bu sendromun yaşanma sebebi, kolayca tahmin edilebileceği gibi, asıl ziyaret saatinin bilinmemesinden kaynaklandığı açıktır. Ve zil çalar. Beklenen son. Zira evsahibindeki tedirginlik, bir kuş misali omzundan uçarken, misafirin görünmeye başlanmasıyla beraber, sevinç, bir kuş misali evsahibi omzuna konar.

Sevinç diyorum çünkü, her iki taraf da birbirini, bir seneye yakın bir zaman içinde hiç görüşmemiştir. Bu kadar uzun süre görüşülmediğinden, yapılan bu akraba ziyaretlerinin amacının biri de, akrabanın "şekli şemalini" unutmamak için yapıldığı sonucuna varılabilir. Varılan diğer bir sonuçta, her iki taraftada da "Bir akraba vardı. İsmi neydi unuttum" düşüncesini engellemek için olduğu için, senede bir yapılan bu ziyaretlerin temelinde, açıkladığım her iki sonucun oluşmaması yattığı aşikardır.

Ve ilk görüş. Misafir artık evden içeriye buyur edilmiştir, zira bu noktadan sonra, her iki tarafta da birbirlerini "kaçamak gözlerle süzme" yarışması yapılmaktadır. Bunun nedeni, hem iki taraf da uzun süre birbirini görmemiştir, hem de sohbete başlama konusunun düzenlenmesidir.

Ve ilk söz bayan misafirden geldiği gibi, bayan evsahibinden de gelebilir. Misafir bayan, evsahibini bayanı "Saçların ne kadar da güzel olmuş, elbisen ne kadar da şık" gibi iltifatlarla över. Zira, burada misafir bayanın söylediği bu sözlere kendisinin inanması değildir önemli olan, önemli olan evsahibi bayanın pohpohlanmasıdır. Bunun nedeni de, misafir eve iyi vakit geçirmek için gelmiştir, dolayısıyla bu iyi vakti kendisine sağlayacak olan evsahibinden başkası değildir. Dolayısıyla, ev sahibesinin pohpohlanması yoluyla, kendi geçireceği iyi vakti "garanti altına" almış olur bir anlamda.

Ev sahibesinde olduğu kadar, belki ondan çok daha fazla, gelen bayan misafir yüzünde, bir tebessüm yerleşmiştir. Bu tebessümün nedenini anlamak için herhangi bir nedene ihtiyaç olmamakla beraber, belki misafir olarak evsahibesinin evinde mutlu olduğunu belirtmek amacını taşıyor olabilir. Bir bayan misafir, bu tebessümü yüzünde ne kadar uzun süre taşırsa, o kadar "iyi misafir" olduğu izlenimini verebilir. Ancak bu tebessümü, uzun süre yüzünde taşımaması gerekir, aksi halde, doğallıktan yapmacılığa geçen sınırı, geri dönülmeyecek şekilde aşabilir. Sanırım en iyisi, fotoğraf çekilirken yüzüne verdiği, "fotojenik ifadeyi" muhafaza etmektir. Bunun da yolu, sanki her an kendisinin fotoğrafı çekilecemiş gibi, düşünmesi olabilir.

"Hoş geldin, beş gittin" faslından sonra, erkekler kendi aralarında futbol-iş-siyaset üçgeninde konuşurken, kadınlar ise kendi aralarında, kadınsı konuların oluşturduğu üçgen dahilinden konuşsa da ara sıra, genelde herkes bir bütün olarak konu açmaktan ve bu konu hakkında konuşmaktan hoşlanır.

Gerek misafir olan gerekse olunan tarafın dikkat edilmesi gereken bazı konular vardır, ki bunun da en başında "kibar" ve "görgülü" olduğunu göstermektir. Bunun belli bir yapılış tarzı yoktur, hal ve hareketlerden giyim kuşama, kendini ifade etme stilinden, yemek yeme stiline kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsayan bu konu çok önemlidir, çünkü yapılabilecek en küçük "olumsuz" davranış, sizin "kaba" ve "görgüsüz" olduğunuz veya bu hale geldiğiniz izlenimini verir. Bu şekilde olumsuz bir durumun oluşmaması için, çocuklar küçük yaşlarda iken "terbiye edilirler".

Terbiye edilme faslı, misafirlikte nasıl bir duruş sergilemesini öğretir çocuğa. Mesela, geçmişte, bir çocuğa, kendisine birşey ikram edildiğinde(genellikle yiyecek), çocuğun iki kere "Teşekkürler, istemiyorum" demesi istenir. Zira burada önemli olan çocuğun, ikramk edilen şeyi, gerçekten de isteyip istemediği değildir. Burada önemli olan, çocuk gerçekten de istese de, bunu ancak üçüncü seferde dile getirmelidir. Bu "yazısız kural" her ne kadar bugün uygulanmasa da, bugün ve yakın geçmişte çok daha farklı bir hale bürünmüştür. Mesela misafir olan aileye, ardı ardına çıkarılan yiyecekler, misafirde bir "patlama halini" doğurabilir. Zira burada önemli olan, yiyeceklerin çok olması değildir. yiyeceklerin çıkarılması zamanlamasıdır. Misafirin "Teşekkürler, doydum artık, istemiyorum" cümlesini, ev sahibi yanlış yorumlayabilir, kendi yiyecekerini "sevmediği" şeklinde bir yorum veya "acaba gerçekten de niye istemiyor?" yorumunu kolayca çıkarabilir. Misafiri ise "patlamaktan" tek birşey alıkoyabilir, inandırıcı olmak.

Misafir olan kişi(ler), genelde "üzücü" veya "ciddi" konular açmayı sevmez. Çünkü kendisi iyi vakit geçirmeye gelmiştir. Ancak böylesine konular açmaması, bu tip konuların açılmayacağı anlamına gelmez. Ev sahibi olan kısım, tarafından bu tip konular "yanlışlıkla" açılabilir. Misafir ise "Demokraside çözümler tükenmez " diyerek, açılan konuyu ya şakaya vurur, ya ustaca başka bir konu açarak eski konuya cevap vermekten kurtulur, baktı ki olmuyor konuyla ilgili kendi düşüncelerini, ortamın havasını bozmayacak şekilde, çoğu zaman da "klasikleşmiş cümleler"(Hayırlısı, kısmet, Allah bilir vs...) kullanmak suretiyle kapatılır.

Sohbet sırasında, bazen her iki taraf da konuşacak bir konu bulamaz, ortalığı "anlamsız bir sessizlik" kaplar, bu durum her iki taraf için de iyi değildir çünkü her iki taraf da zaten konuşmak için orada bulunmaktadur. Bu tip sessizliklerin ömrü, bir gaz kabarcığı kadar olup, anlamlı ya da anlamsız bir konunun açılmasıyla sona erer.

Misafir olan akrabayı, en iyi giysilerle karşılamak esastır, aksi takdirde bu durum misafirde, "önemsenmediği" yorumlarına yol açabilir. Her iki aile arasında, maddi açıdan bir farklılık varsa, bunu ima edecek konuşmalardan kaçınmak gerektiği kadar, bu sorun giysi alanında da kendini gösterebilir.Ancak bunun da kolayı vardır, pekala zamanında alınan "güzel bir giysi" garta özel bir yerde muhafaza edilebilir. Böylece giysi, misafir geldiğinde kış uykusundan uyandırılarak, giyilir, böylece, giysinin "temiz" veya "ütülü" olması gerekmesi sorunu da kendiliğinden hallolur.

İki tarafın erkekleri ve kadınları kendi aralarında, gayet "samimi" oldukları izlenimini veren konulara girerler, aslında kendileri de biliyorlardır ki "o kadar" samimi değillerdir, ama bunu düşünmenin ne yeri ne de zamanıdır. Böylece, her iki taraf da aslında ne kadar samimi olduklarını düşünerek, kendi egolarını tatmin etmiş olurlar.

Özellikle misafir çift arasında, "şaka yollu takılmalar" oluşabilir. Espri için iyi bir zemin sağlayan bu takılmalar, tiyatral yeteneklerinin ne kadar gelişmiş olduğunu açığa vurur. Bu tip takılmalar , aslında bize bu çiftin birbirlerini, eksisiyle artısıyla kabul ettiklerini, dolayısıyla evliliklerinin ne kadar da sağlam temeller üzerine oturduğunu gösterir. Eğer bu misafir çiftin çocukları da, bu takılmalara katılırsa, bu hem o çocuğun ne kadar "büyümüş" olduğunu gösterir, hem de bu ailennin tiyatral yeteneklerini profesyonelce icra ettiklerini gösterir.

Her iki akraba da, birbirleri hakkında "bilmesi gereken temel bilgileri" unutmuş olabilir. Zira buraya kadar herşey normaldir, çünkü senede bir kere (veya iade-i ziayareti de katarsak maksimum 2 kere) görüşme durumu sözkonusudur, ancak anormal olan, bu durumu açığa vuracak cümlelerle, gaf yapmaktır. Zira "gaf yapmak" veya "olumsuz bir cümle veya davranış" ile karşılaşıldığında, heyecanlanmayın sakın, bunlar da esprilerle geçiştirilir. Burada önemli olan ise, böyle bir durumda espri hangi taraftan gelmiş olursa olsun, esprinin gerçekten de komik olması değildir, önemli olan o espriye gülünmesidir, zira durumu kurtaracak başka bir olay sözkonusu değildir o anda.

Misafirliğin son kısmında ise, misafir "huysuzlanmaya" başlar, zira onu huysuzlaştıran bir ortam yoktur ama artık "gitme vakti" gelmiştir. Misafir bunu karşı tarafa belirtmek için, saatini kontrol etmeye başlar. Zira bir misafir gitme vaktini belirtmek dışında hiçbir zaman saatine bakmaz, aksi takdirde evsahibine ayıp etmiş olur. Misafirin ilk kez saatini kontol etme girişimleri, ayrılmak için yapılan "öncü ataklar"dır, zira bu durumda misaifir de gerçek anlamda, o anda oradan ayrılmayı istemiyordur. Bunu istemiş olsa dahi, ev sahibinden "Biraz daha oturun" cümlesini bekler, ev sahibi de bu cümleyi anında söyler. Böylece misafir, kendisinin daha çok istedindiği izlemini varır, ev sahibi ise, "zaten ben de gitmenizi istiyordum artık" izlenmini vermekten kurtarır.

Saati ikinci veya üçüncü kez konrol etmesi misafirin, ayrılmak için yaptığı "esas ataklar"dır, böylece misafir amacına varır ve ayaklanır, evsahibinden gelen "biraz daha otursaydınız"ı içinde bulunduran salvoları bertaraf eder, bunun sonucunda ise, evsahibinin de yapacağı birşey yoktur artık o da ayaklanır ve her iki taraf da kapıya yönelir, burada ise aynen içeriye buyur edildikleri gibi öpüşme faslı yer alır. Son olarak da, tekrar görüşmenin en az 1 sene süreceğini(iade-i ziyaret hariç) her iki tarafın da bilmesi, şu cümleyi sarf etmek için bir engel değildir.

-(En yakın zamanda buluşmak ümidiyle), Tekrar görüşmek üzere!

 
Toplam blog
: 112
: 3643
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

İstanbul'da doğdum. Metalurji ve Malzeme Mühendisliği mezunuyum. Felsefe, sanat tarihi, müzik özel i..