- Kategori
- Dünya Şehirleri
Mısır'da sonsuz hayat arayışı...
Mısır
Malûm, Mısır’daki karışıklıklar dinmek bilmiyor son dönemde... Kadersiz Ortadoğu’nun şanssız güzelliği Mısır... 2010 yılında turistik ziyaret amaçlı gittiğim ve gerçekten çok sevdiğim için bir gün fırsat bulursam ikinci kez gitmeyi düşündüğüm nadir ülkelerden ....
O dönemde henüz bir bloğum olmadığı için kendi kendime tuttuğum notlarımı yayınlamanın belki de tam zamanıdır, diye düşündüm. Ülke olarak bir ayağımız da Ortadoğulu olduğundan mıdır yoksa gerçekten piramitlerin çözülemeyen sırlarından birinin etkisiyle midir bilinmez, Mısır ve Kahire, beni hatırı sayılır derecede etkilemişti.
En önemli gelir kaynaklarından biri turizm olan Mısır, son dönemlerde yaşadıklarından sonra bu konuda da sekteye uğradı elbette... İnsanlar artık Mısır’a gitmeye korkar oldular. Piramitler, tapınaklar ıssızlaştı, firavunların ziyaretçileri azaldı. Mısır, boynu bükük kaldı.
Bu tatsız durumu kesinlikle hak etmeyen bu masal ülkesini Aşağı Mısır (Kuzey Mısır) ve Yukarı Mısır (Güney Mısır) olarak iki ayrı bölgede inceleyebiliriz. Mısır’ın güneyinde yaşayanların kuzeydekilere göre oldukça esmer tenli oldukları ve Afrikalılar’ı andırdıkları görülüyor... Güney Mısır’da kendinizi bambaşka bir diyarda ve bambaşka bir ruh durumunda hissediyorsunuz. Çünkü iklim itibarıyla da Güney Mısır, palmiyeleri ve göz okşayan pembe-beyaz begonvilleriyle Akdeniz-Afrika karışımı egzotik bir ülke görüntüsü sergilemekte...Bu yüzden de Kahire’den buraya gelmek, İstanbul’dan kalkıp Antalya’ya tatile gitmek gibi bir duygu uyandırıyor insanda...
Haritada Nil nehrinin Mısır’ı boydan boya bir çizgiyle ikiye ayırdığını düşünürsek, Mısırlılar Nil ‘in doğusuna, güneşin doğuşunu düşünerek yaşamla ilgili yapıları (şehir vb ) inşa etmişler, batısına ise aynı düşünceyle güneşin batışıyla ölümü özdeşleştirerek, ölümle ilgili binaları (tapınak, lahit vb. ) yapmışlar.
Bildiğimiz gibi Nil nehri, çöl iklimi yaşayan Mısır için eşi bulunmaz bir hayat kaynağı...Daha doğrusu bilinen tam adıyla, ‘’Mısır’ın yaşam anahtarı’’... Bu kurak iklimde Nil’in etrafının yemyeşil olması, görenlerde çölün ortasında bir serap etkisi yaratıyor. Tüm coğrafyanın sanki esrarengiz bir el tarafından bir resim fırçasıyla kum rengine boyandığı bu bölgede, bir tek Nil ve çevresinin yeşil olması oldukça aykırı ve hoş bir görsellik oluşturuyor. Şehirlerdeki binaların renklerinin bile çölden gelen kumların etkisiyle zaman içinde kahverengiye dönüştüğünü düşünürseniz, Nil’in ve çevresinin görüntüsünü gözlerinizde daha da iyi canlandırabilirsiniz.
Bu çöl renginin ortasındaki yeşil vaha, belki de bu yüzden bana Salvador Dali’nin o çok sevdiğim ünlü ‘’Araf ‘’tablosunu hatırlatır...Yani, cennetle cehennem arasındaki o ince çizgiyi, Araf’ı geçerek önündeki yeşil vahaya bakan kırmızı silueti ve etrafındaki çöl rengini...
Tanrı dünyayı yaratırken, her ülkeye özgü farklı güzellikler armağan etmiş. Mısır’a sunduğu armağan ise elbette ki ‘’dünyanın en uzun nehri’’ ünvanını taşıyan Nil nehri... Yeşilin en güzel tonlarından biri bile haklı olarak adını bu büyüleyici nehirden almış; Nil yeşili... İşte nil yeşili bu güzel nehir, biraz da bu yüzden Mısır’a değer katan güzel ve anlamlı bir dövme gibi...
Bu güzel suyun üzerinde gidip gelen ve her biri huzur içinde sessizce süzülen birer martıyı andıran motorsuz yelkenli ‘’Felluca’’lar, bembeyaz yelkenleriyle gün batımında sizi unutamayacağınız bir geziye davet ediyorlar. Bir fellukanın üzerinde güneşi uğurlamak, ister istemez hafızanızda hayatınızın unutulmaz anlarından biri olarak kayıtlara geçiyor. Gökyüzü, gün batımı kızılına boyanmaya başladığı sırada, siz o yeşil nehrin üzerindeki beyaz yelkenlinin içinde sessizliğin sesini dinliyorsunuz. Tüm günün koşturmacayla geçen yorgunluğunu atmanın ve dinginliğin tadına varmanın yeri ve zamanı tam da burası ve tam da muhteşem gün batımı anı diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Nil, aynı zamanda üzerinde gezen 250 civarındaki konaklamalı gemileriyle de turistlerin ilgisini çekerek hoş bir tatil imkânı sunuyor. Bir haftayı kapsayan turistik seyahatlerin yaklaşık olarak üç günü Nil üzerindeki konaklamalı gezilerde geçtiğinden, yattığınız yerde her sabah gözlerinizi Nil yeşilinin üzerinde ve farklı bir tapınağın kıyısında açmak, sihirli bir rüyaya uyanmaya benziyor ve bu bölge gezisini tarih severler için daha da çekici kılıyor...
Nil sularında bugün, bilinenin aksine hiç timsah bulunmuyor; ancak Sudanlılar, avladıkları timsahları gizlice Mısır’a sokarak turistlere satabiliyorlar.
Eski Mısırlılar, ölümden sonraki yaşama büyük bir önem vererek, zamanlarının çoğunu sonsuz hayatı aramak için harcamışlar. Tapınaklarda, ölen kişinin mezarının başındaki duvara o kişinin adı, mesleği ve belirgin özellikleriyle ilgili figürler yapmışlar. Burada amaç, ölen kişinin dirildikten sonra, ruhunun bir önceki hayatında ait olduğu bedeni kolaylıkla bulmasını sağlamak... Hatta krallar öldükleri zaman, eşlerinin ve hizmetlilerinin de öldürülerek yanlarına gömülmesi geleneği, bir sonraki yaşamlarında hep birlikte olacakları inancına dayanıyor. Kahire Müzesi, piramitler ve tapınaklar bu konudaki görsel kanıtlarla dolu...
Tapınak girişlerinin her iki yanına yapılan dikilitaşlar, bir zamanlar güneşi simgelemekteydi. Yunanca kökenli ‘’obelisk’’ adı verilen bu dikilitaşlar, ‘’şiş, kargı’’ anlamına geliyor. Mısır’dan getirtilen bir dikilitaş da bildiğimiz gibi bugün İstanbul-Çemberlitaş’ta bulunuyor.
Eski Mısır’da her tanrının yeryüzünde bir hayvan biçiminde bulunduğuna inanılırdı. Örneğin Tanrı Horus için doğan, Hathor için inek, Bastet için kedi gibi hayvanlar, sembol olarak seçilmiştir.
Mısır’ın en çok tanınan krallarından Tutankamon’ un hazinesi, bugün Kahire Müzesi’nde sergilenmekte... On dokuz yaşında ölen ve baston kullanan Tutankamon’un yaklaşık bir yıl kadar önce yapılan DNA testleri sonucunda, anne-babasının kardeş oldukları ve bu yüzden kalçasında bir problemle doğduğu ortaya çıktı. Bilindiği gibi Eski Mısır’da mirasın yabancılara geçmemesi için yakın akraba evliliği yapılmaktaydı.
Piramitlerin güneşe uzanmaları, Mısırlılar’ın ‘’sonsuz hayat’’ arayışının bir sembolü olmuştur. Ancak piramitler hakkında bir çok bilinenin de şehir efsanesi olduğu ortaya çıktı. Örneğin, kraliçe odasına giden bir koridora konulan sütün veya yoğurdun çok uzun süre bozulmadan durabildiği bilgisinin tamamen bir söylence olduğunu öğrendik. Bunu kitabında yazan kişi, daha sonra Mısır’a hayatında bir kez bile gitmediğini itiraf etmiştir.
Nil nehri boyunca yetişen lotus çiçeği Yukarı Mısır’ın sembolüyken, papirüs ise Aşağı Mısır’ın sembolü haline gelmiş iki önemli bitki...Eski Mısır’da lotus; yeniden doğuş, bereket, cinsellik, doğum gibi unsurları temsil etmekteydi. Hindistan’da da lotus çiçeğinin aynı anlamlarda kabul edildiği ve kimi tapınakların lotus şeklinde yapıldığı, ibadetleri esnasında insanların lotus şeklinde oturdukları biliniyor.
Mısır’a giden turistlerin en çok rağbet ettikleri hediyelik eşya, papirüsler... Papirüs, yeşil ve odunsu gövdeye sahip bir bitki... Son derece zor ve uzun süren işlemlerden geçirilen papirüs bitkisi, en nihayetinde odunsu gövdesinden elde edilen sağlam bir kâğıda dönüşüyor. Papirüs’ün orjinal olup olmadığını anlamak için ışığa tutmak yeterli... Eğer kâğıt ekoseli (kareli ) desenler hâlindeyse orjinal olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz.
Mısırlılar, giyim tarzlarını da doğal olarak iklime göre belirlemişler. Yerli halk, tek parçadan oluşan ve ‘’celabiye’’ adı verilen pamuklu kumaştan yapılmış bir elbise giyiyor. Fas’ta ise bu giysiye ‘’galabiye’’ adı verilmekte...
Mısır halkının geneli, son derecede düşük standartlarda yaşıyor. Bir doktor bile ayda 300-400 dolar gibi bir maaş alıyor ve iş çıkışı baharatçılık, pazarcılık gibi işlerde çalışmak zorunda kalıyor... Bu zor şartlar altında yeni evli çiftler çoğunlukla ayrı ev açamadıkları gibi, aileleriyle aynı evde ayrı bir odaya bile sahip olamıyorlar. Oysa onlar, rahat ve refah içindeki bir yaşamı hak eden öyle iyi niyetli, öyle güzel insanlar ki...
Mısır trafiği, özellikle Kahire gibi büyük şehirlerde araç çokluğundan dolayı âdeta arap saçına dönüyor. Mısırlılar, toplama bilgisayar oluşturur gibi eski parçalardan araba yaptıkları için, trafik de oldukça eski araçlarla dolu... Mısır’ın bina, araba ve çeşitli konulardaki gelişmişlik açısından ne yazık ki Türkiye’nin neredeyse kırk yıl önceki hâlini andırdığı çok bariz olarak görülmekte...
Burası, turistik gezi için oldukça ucuz bir ülke... Para birimi ‘’Mısır Paundu’’, bozuk para birimi ise ‘’Piastre’’ olarak adlandırılıyor. 100 Euro karşılığının yaklaşık olarak 900 Mısır Paundu olduğunu düşünürsek, bu ülkede alışveriş yaparken ne kadar kârlı olacağımızı daha da iyi anlayabiliriz.
Özellikle Mısırlı seyyar satıcıların aşırı ısrarlarıyla turistleri bezdirmeleri oldukça can sıkıcı bir durum... Ancak ‘’şükran’’ kelimesini kullandığınızda, mucizevi bir şekilde bu ısrarlarından vazgeçiyorlar. Gezimiz esnasında en çok bu kelimeyi öğrendiğimiz için mutlu olmuştuk.
Kahire, sadece Mısır’ın değil, dünyanın da en yoğun kentlerinden biri... Minareleri, kubbeleri, daracık sokakları, kendine özgü rengârenk çarşıları, kulağa oldukça değişik gelen sesleri ve tabii enteresan kokularıyla kendinizi Binbir Gece Masalları’nda hissettiren büyülü bir kent burası...Bu güzelliklere açılan sokaklar ise genellikleTahrir Meydanı’na çıktığından bu meydan gözünüzde, ayakkabınızın tekini kaybettiğinizde kendinizi Sindrella gibi hissedebileceğiniz masalsı bir mekâna dönüşmekte..
Kahire’deki Han-el Halil adlı ünlü tarihî çarşı için, kentin en canlı ve büyüleyici noktası denebilir. Gözlerinizi kamaştıran parlak renkli ipekler, nargileler, binbir çeşit el sanatları ve yine binbir çeşit rayihasıyla sizi mest eden baharatların arasında, bir zaman makinasında kaybolmuşcasına sarsılmanız çok normal...
Gittiğimiz çoğu yerde ibiskus çayı ikram edildiğinden bu çarşıdaki baharatçılarda da ibiskus bitkisi hemen dikkatimizi çekiyor. Ülkemizde de bulunan C vitamini deposu bu yararlı bitkinin bamya çiçeği olduğunu ve en makbulünün de Sudan’da yetişenler olduğunu öğreniyoruz. Vişne rengi bu kekremsi bitkiyi yazın soğuk, kışın ise sıcak çay olarak içmek orada oldukça yaygın ve yararlı bir alışkanlık...
Şehirde yer alan Kahire Müzesi, göz kamaştıran firavun hazineleri ve ilginç mumya sergileriyle bugüne dek gezdiğim en çarpıcı müze ünvanını koruyor.
Bu güzel kentin en önemli sembolü sayılabilecek olan dünyanın bilinen en eski heykeli Sfenks , tüm ihtişamıyla bitmeyen nöbetini tutmaya devam ediyor. Giza Piramitleri de keza aynı şekilde...
Rehberimiz, Kahire’nin dünyada en sevdiği şehir olduğunu söylediğinde, önce tam olarak anlamlandıramamıştım. Fakat şehrin o büyülü havasını kokladıktan sonra sanırım Kahire yararlı bir virüs gibi benim de kanıma işledi. Bir de yine rehberimizin söylediğine göre, yıldızlı bir çöl gecesini ,bir uyku tulumunun içinde, Bedevîlerle birlikte yaşama deneyiminin de ayrı bir güzelliği olduğu kalmış aklımda...
Memphis’in ana nekropollerinden biri olan Sakkara’daki ilk piramitler, muhteşem lahitler ve Mısır’ın en derin mezar odaları, çok farklı birer sanat eseri olarak karşınıza çıkıyor.
Mısır’ın güneyinde yer alan Luksor ve Karnak tapınaklarının güzelliği ve konaklamak için ideal olan Aswan antik kenti, asla unutulmayacak mekânlar... Nâsır Gölü’nün ( bir baraj gölü ) kenarında yer alan Ebu Simbel Tapınağı’na gitmek için sabaha karşı karanlıkta çıkarak yaptığımız çöl yolculuğunun tadı hâlâ damağımda...Karanlıkta otobüsünüzle soğuk çöl kumlarının içinden geçerek yaptığınız esrarengiz bir yolculuk bu... Sabah güneş doğarken Nâsır Gölü’nün karşı kıyısından size göz kırpan Sudan’ı görmekse, dünya haritasının kanlı canlı önünüze serilmesi gibi bir his..
Ebu Simbel; Ramses’in karısına duyduğu aşkın bir ifadesi olarak yaptırmış olduğu muhteşem güzellikte bir tapınak... Fakat Ramses’in tapınağı yaptırmasındaki asıl nedenin, gücünü göstermek ve kendisini tanrıyla eş tutmak amaçlı olduğu söyleniyor. Güneş doğarken ilk ışıklarının tapınak girişindeki Ramses heykellerinin üzerine düşmesi de aslında bunun bir ispatı... Fakat daha sonra Aswan Barajı yapılırken tapınağın yeri değiştirildiğinde, doğal olarak bu özellik de de yitirilmiş.
Bu söylence, aklıma hemen Hindistan’daki Tac Mahal’i getiriyor. Şah Cihan’ın, karısı Mümtaz Mahal’e duyduğu sonsuz aşkı ifade etsin diye yaptırttığını sandığımız bu yapıyı, aslında kendisini tanrıyla bir tuttuğunu ispatlasın diye inşa ettirmiş. Sanırım bu eserler, tarihte iz bırakmış güçlü erkek cinsinin ne yardan ne de serden vazgeçemediklerinin somut birer ispatı olarak yükseliyorlar.
Bir de Mısır coğrafyasının Kızıldeniz bölümü var ki bilindiği gibi özellikle 20 km’lik bir kıyı şeridi boyunca uzanan Şarm-el Şeyh ile ün kazanmış. Özellikle dalışa ve şnorkelle yüzmeye meraklı turistlere inanılmaz güzellikte su altı manzaraları sunuyor . Farklı bir zaman dilimi ayırarak gidebileceğiniz ve bol güneş, deniz, kum üçlüsüyle haşır neşir olabileceğiniz, Türkiye’deki tatillerle hemen hemen aynı maliyete denk gelen Mısır’ın bu ikinci yüzünü bir gün görebilmeyi ben de çok istiyorum.
Mısır’da, bilinen referanslı otellerde konakladığınız taktirde güvenlik ve temizlik konuları açısından en ufak bir sorunla karşılaşmadığınız gibi oldukça da rahat ediyorsunuz.
Hep birlikte tüm kalbimizle dileyelim ki dünyanın en değerli, en güzel köşelerinden biri olan bu ülkedeki karışıklıklar bir an önce son bulsun; Mısır halkı çoktan hak ettiği huzura kavuşarak gönül rahatlığıyla misafirlerini ağırlamaya, firavunlarsa yattıkları yerden sonsuz hayatlarını aramaya devam etsinler...