- Kategori
- İlişkiler
Mitoslar ve Hayat Üzerine-5

Kadın ve gizem.
Sessizlik bazen cangıldaki tiz bir çıglıgı, bazen de uzun bir süre duyulmayacak olan olaganüstü bir melodiyi saklayan bir gizemi içeriyor olabilir.
Bizim trajedimizde böyle bir metaforun içinde mi saklı acaba?
James Joyce “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”nde trajedinin malzemesini “insan acılarında ciddi ve sürekli olan” diye tanımlar.
Dünya mitolojilerinde de ortak etkiler “ciddi ve sürekli” olanlardan çıkmıştır ve en yaygın olanıdır.
Trajedi için mitolojinin şiirsel yansımasıdır demek bana çok yakın geliyor ve duygulanmanın trajik katharsisinin, ruhu temizlemesi gibi bir etkinin sanatsal izdüşümü gibidir sanki.
Trajedi zihnin yogunlaşmasında degişiklik yaratarak, acıyı esrimeye dönüştürür ve insan da acılarının ciddi ve sürekli olarak üzerinde yogunlaşarak ölümlü yönüne baglanmaktan kurtulmanın yolunu arar.
Acaba Dr. H.Ostermann'ın dedigi gibi sahiden de “Tek gerçek bilgelik insanoglundan uzakta yaşar, ona acıyla ve büyük bir yalnızlık içinde” mi ulaşılır?
Ancak sadece sıkıntı ve acı mı insan zihnine, herkese kapalı olanın, saklı bilgeligin kapısını açabilir?
Mitolojinin temel arayışı acının arayışı degil gizli olanın keşfi ve ölüm sonrası dirilişe ait olanın ortaya çıkarılmasıdır.
Acı bu yolculukta sadece kaçınılmaz konaklama noktalarından birisi gibidir.
Öte yandan mitos'un bir düşler dünyasında(gecede)yolculuk hali oldugunu ve ışıgın ise bu rüya halinden uyanmaya ait oldugunu varsayacak olursak, bu ikilemin yarattıgı sendrom sayesinde mitolojinin dar koridorlarının oluştugunu söylemek hiç te yanlış olmayacaktır.
Acı ve korkular işte bu gece ve karanlık haline ait kavramlardır ve sonrasında gelen ışık ile birlikte dagıtılırlar ve insanoglu da işte tam bu sendromun tezatlıgında şekillenir, derin yolculugu bilinemezler arasında gizli olan bilineni aramaya yönelir.
İşte tam bu noktada gece ile dramatik bir degere sahip korku, sıkıntı, büyü ve acıların, gündüz ile ışık, sevinç ve güven kavramının insan düşüncesinin temelinde kurucu ilkelerden biri oldugunu söylemek bana çok dogru geliyor.
Ay ve yıldızlar (gece) bir düş yaşamı yaratarak mitolojinin biçimlenmesine imkan tanırken, güneş ışıgıyla onun yıldızlarını, gece seslerini, erotik ve vahşi havasını, mucizevi rüyalarını dagıtarak imgelemlerini bastırır, söndürür.
Onun içindir ki erotizm de geceye ait bir kavramdır ve ışıkla birlikte dagılır, şehvetini kaybeder ve söner.
Tuhaf olan şeylerden birisi de kadın, çıplaklık ve dogum gibi kavramlar en eski ritüel sanatlarda olaganüstü önemliyken, erkek bu öneme sahip olamamış ve çogunlukla bir şaman gibi gösterilmiş, süslü ve maskeli tasvirlenmiştir.
Diger bir deyişle mitolojik evrende kadın gizemli gece ile örtüştürülmüş,erkek ise daha çok gündüze ait bir imge olarak yol gösterici bir kalıba dökülmüştür.
Ancak bu evrende kadın korkusu ve dogum gizeminin çarpıcı etkisi altında da hayatın şekillendigi gösterilmeye çalışılmış, yaşamın bu antagonistik ikilemin sürekli etkisi altında ve bir metafor içinde döndügü ifade edilmiştir.
Bu gizem hali sizce artık dagılmıyor mu, sanki her şey düzleşiyor ve anlamsızlaşıyor.