- Kategori
- Kitap
Momo
Zaman gerçek sahiplerinden alınınca ölür.
Ey insanlık, dinle ve anla!
Onikiye beş kaldı
Aç gözünü, tetikte ol
Hırsız çaldı zamanı.
Hayatın anlamı, hayata katılan anlamla doğru orantılıdır. Ve insanın bütün çabası kendini bilmek için olsa da, hayat sadece insanın kendi hayatından ibaret değildir.. Çabalar, başka insanların hayatlarından çalıyorsa, ruha, öze zarar veriyor ya da suiistimal ediyorsa, dengeyi bozuyorsa, hele bir de yürekleri üşütmeye başlamışsa bir yerde bir şeyler yanlış demektir. Üstelik Özdemir Asaf’ın dediği gibi, bir yürek üşür de kapılarını kapatırsa, onarmak zordur.
Bugün günlerden Momo. Okuma grubundan bir arkadaşımın önerisiyle tanıştım kısa zaman önce Momo’yla. Daha önce adını duymamış olduğuma hayıflandığım bir kitap oldu Momo. Benim için zamanı şimdiymiş diyelim…
Çoğu kitapla gezer, dolaşır, öğreniriz. Ama bazılarıyla başka haller yaşarız. İşte Momo’yla ben, ben olma, kendimi keşfetme sürecimde deneyimlediklerimden bazılarıyla karşılaşma, bazı yaşanılanların adını koyma fırsatını buldum. Bulduğum anda da gözümdeki yaşları tutamadım. Yani Momo yer yer ağlattı beni. Yer yer kendi yazmak istediğim öykülere taşıdı; yer yer içimi titretti; yer yer umutlandırdı, yer yer sorumluluklarımı hatırlattı. En önemlisi de içimdeki masumiyete dokundu. Öte yandan gittikçe kendine, özüne, yaşamına ve değerlerine yabancılaşan insanlık ve gidişatı için endişelenen herkes kadar, beni de bir kere daha düşündürdü.
Neden bazılarına kendimi anlatamadığımı merak ederdim, neden sözlerim uçar gider, neden kendim olduğum zamanlarda derin susuşlar yaşarım da karşımdaki o anda kendisi olur ve biz birlikte öğreniriz, anladım. Zaman bizden mi geçer, yoksa biz mi zamanın içinden akıp geçeriz diye düşündüğümde adını koydum. Sevdiğim ya da bazı kızdığım kişilerle nasıl asırlarca, bilmem kaç enkarnasyonlarca bir arada yaşamışım gibidir, neden çözülmez düğümler varmış gibi gelir, nasıl bazı olay ya da durumlara sınırlar koyarız, giden bazılarını hala neden özler dururuz, neden bazılarını hep severiz de bazılarına içimizden bir yürek üşümesi hissederiz… Neden bizim o saf dünyamızda olup bitiyor zannederiz herşeyi?… Neden çocuklar hep anlamadığımız o yıldız dilinde şarkılar söylerler?… O şarkılar ki alışılmışın dışında ama yüreğin tam içindedirler?.. Öyledir çünkü çocuklar ya da çocuk kalmayı başarabilenler, masumiyetlerini ya da saflıklarını koruyabilenlerdir.
Momo, Michael Ende tarafından yazılmış, elimdeki yılı 2014 olan altıncı baskısıyla Leman Çalışkan tarafından çevrilmiş, Kabalcı yayınlarından çıkmış bir çocuk kitabı. Daha doğrusu, “zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı insanlara geri getiren çocuğun tuhaf öyküsü”. Kütüphane katalog türüne baktığımızda ise, gençlik felsefesi içerikli, fantastik bir roman ve 303 sayfa.
Momo Avrupa Gençlik Kitap Ödülü Şeref Listesine girmiş ve 38 dile çevrilmiş. Kitabın önemli özelliklerinden birisi, dilinin hem naif hem de çok bilgece olması. Öte yandan kitabın yazı karakterinin kırmızı renkte yazılmış olması da alışılanın ötesindeki ayrı bir özelliği.
Momo, küçük bir kız çocuğudur. Yaşından emin olmadığı gibi, hatırladığı kadarıyla “o hep var” olmuştur. İşin aslı da öyle değil midir, Momo gibiler insanlık var olduğundan beri hep var olmuşlardır. Başka bir açıdan baktığımızda ise, kitap zaman kavramı ve hayattaki ezberlerin bozulması üzerine kurgulandığından, lineer zaman ya da sayısal kavramlar üzerinde durmanın ya da hatırlamanın da bir önemi yoktur.
Momo, şehirdeki bir eski amfi tiyatro yıkıntıları içine yerleşir ve çevresindekilerin çok büyük ilgisini çeker. Gel zaman git zaman pek çok arkadaş edinir. çünkü Momo’nun çok önemli bir özelliği vardır: Dinleme ve çok az konuşma... Kulağıyla mı dinler, yüreğiyle mi dinler; yoksa anladığımız anlamdaki dinlemenin çok ama çok ötesinde bir özellik midir bilinmez ama, sorusu ya da derdi olan onun yanına gittiğinde biter, oyunlar onun yanında canlanır. Canı sıkılan “Git bir Momo’ya uğra” der ötekine. Çünkü aslında Momo sessizliğin sesinde arayana aradığını kendisine buldurtturur. Adeta elini insanların yüreklerine dokunup oradaki düğümlerin kendiliğinden çözülmesine vesile olur. Çünkü burada aslolan yargısızlıktır ve olana izin vermektir. Sadece insanları dinlemez, ağaçları, böcekleri, otları, rüzgârı, kısaca kendi dilince ona bir şeyler anlatan herşeyi dinler. Öyle ki yazara kulak verecek olursak, “bazen kocaman dev bir istiridyenin içinde oturup yıldızlar âlemini dinliyormuş gibi olurdu. İşte o zaman hafif ama gizemli bir müzik yüreğine dolardı sanki…”
Momo’ya gelip giden arkadaşları içinde Momo’nun vazgeçemeyeceği iki kişi vardır: Birisi yaşlı çöpçü Beppo, diğeri genç ve anlatmayı çok seven turist rehberi Gigi’dir. Zaman algısı üzerine kurgulanan kitapta özellikle bu iki karakterin hızlarına ve farklılıklarına, böyleyken bile biraradalıklarına değinilir. Yazar kişiliklerin ince ayrıntılarına kitapta yer verir. Elbette tümünü buradan aktarmayacağım ama ikisi için de önemli olan ortak özellik, dostları Momo’ya olan sevgi ve sadakatleridir. Bütün dostluklar gibi hesap yapmadan, yürekten, değerlerle beslenmiş, koruyucu ve özeldir ilişkileri. Momo bu değerlere sahiptir.
Hayatımızda olduğu gibi kitabımızda da, işlerini en iyi şekilde yapan, insanlara ve insanca olana değer veren, yardımseverliği, içtenliği, gönüllülüğü koruyan insanlar vardır. Mesela Beppo onlardan biridir; sokağı süpürürken “her adımda bir nefes alır; her nefes alışta bir süpürge sallar; böylece önünde kirli, arkasında tertemiz bir yol uzanır…”. Kısacası iyilik yapmanın bile hesaplı hale geldiği, arınma aracı olarak görüldüğü için birşeyler verilmeye başlandığı günümüzle karşılaştırınca, içindeki masumiyeti koruyarak hareket eden insanlardandır onlar. Yani gönüllülük ya da iyilik yapmak bir ayrıcalık değildir. İnsan olmanın gereğidir ki her dönem için geçerlidir.
Hikâyemize dönecek olursak, günün birinde şehre farkettirmeden yerleşen ve zamanın kıymetini herkesten iyi bilen “duman adamlar”, insanların en gizli taraflarını bir şekilde öğrenirler, onların zaaflarına uygun olarak zamanları üzerine planlar kurarlar, zaman tasarruf şirketinin temsilcisi olduklarını söyleyerek insanların zamanlarının çalışma zamanlarına aktarılmasını sağlar ve bu zamanları çalarlar. Zamandan tasarruf edeceği kaygısıyla insanlar gittikçe mutsuzlaşır, gülmeyi unutur ve birbirlerini dahi görmez hale gelirler. Adeta makineleşmiş insanlardan oluşan bir topluluk meydana gelir. Evler ve mahalleler bile tek tiptir. Heryerde “vakit nakittir - zamanı boşa harcama” yazan levhalara rastlanır. Yaşantılar tekdüzeleşir, zavallı hale gelir. Zamandan tasarruf ettiğini zanneden insanlar aslında kendi yaşamlarından vazgeçtiklerinin farkına varamazlar; çoğalacağını düşündükleri zaman gittikçe azalır. Oysa “zaman yaşamın kendisidir ve yaşamın yeri yürektir.” Yeter ki insan oraya erişmeyi bilebilsin.
Momo, kendisine oyuncaklar getirip kandırmaya çalışan bir duman adamın yanında üşüme hissedince her zamanki gibi susar ve adamın gözlerinin içine bakarak “Seni hiç kimse sevmedi mi?” diye sorar. Bu an adamın dönüştüğü ve sırları vermeye başladığı noktadır. İşte o andan itibaren Momo duman adamlar için tehdit unsuru olmaya başlar. Onu diğerleri gibi kandıramayacaklarını anlarlar ve peşine düşerler. O arada Momo, bilge bir kaplumbağa olan Kassiopeia ile karşılaşır. Onu izleyerek Hiçbir Zaman Sokağı’ndaki Hiçbir Yerde Evi’nde bulunan zamanın yöneticisi Hora Usta ile tanışır, zamanın kaynağına ulaşır, Hora Usta’dan çok önemli bilgiler alır; mesela “Yaşanılan gün içinde çok büyük bir sır vardır. Bu büyük sır zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır, ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.” Aynı şekilde“zaman gerçek sahiplerinden alınınca ölür. Her insanın kendine ait belli bir zamanı vardır. Ve bu zaman da yalnızca onda kaldıkça canlıdır, yaşar.” Herkesin çıplak gözle göremediğini görebilmek için Hora Usta’nın taktığı özel gözlüğü kullanmayı; böylece duman adamlar denilen varlıkların aslında insanların kendilerinin yarattığı ve şimdi de kendilerine hükmetmelerine imkân sağladıklarını ve bazı insanların da onlara yardımcı olduklarını öğrenir. Momo daha sonra şehre döner,duman adamlarla mücadele ederek insanlara çalınan zamanlarını geri getirir ve hikâye burada sona erer.
Beli kırılmamış iki laf; paylaşılmamış lokma, sevinç ve kederler; birbirinin gözüne bakmayan ve gülümseyemeyen insanlar; anne ve babasının sevgi ve ilgisinden mahrum çocuklar; kesilmiş ağaçlar, zarar verilmiş doğa, kültür ve değerler ile kimliğini yitirmiş şehirler; insanları sağır eden ve düşünmesini engelleyen müzik adı altındaki kimi gürültü; sürekli harcama yaparak kendini unutturan bağımlılık ve alışkanlıklar ile onların mekânı olan alışveriş merkezleri; hissetmeksizin, düşünmeksizin yaşanılan, robotlaşmış, rekabet halinde sürüp giden, sadece maddenin değil değerlerin ve dostlukların da tüketildiği hayatlar sizlere de bir şeyler hatırlatmıyor mu? Gittikçe kendimize yabancılaştığımızın sizler de farkında değil misiniz? Yaşarken adını koyamadığımız durumlarla karşılaşmıyor muyuz? Zamanı idrak edip etmediğimizin bilincinde miyiz? Yoksa tüm bunların farkında olup, ben kimim ya da bu olanlar tüm varoluşa hizmet ediyor mu sorularını soranlardan mıyız?
Zamanı ve saatleri iyi okumayı bilemediğimizde, telaşlanıp karmaşa yarattığımızda ne gözümüz ne gönlümüz görür. Oysa olayları ve zamanı belirleyen, sadece sükûn halindeki zamansızlıktır. Zamanın kaynağı olan “O” idrak edildiğinde hem geçmiş, şimdi ve gelecek birleşir hem de benler… Yunus Emre’nin dediği gibi “aradığın hakikat, öz benim” olur.
Momo, yürek üşümesinin en naif, bir o kadar da yüreğe dokunan ifadesi ile betimlendiği bir kitap… Momo İnsanın özgünlüğünü ve aşkınlığını hiçe sayan, tektip hale getirip, nesnelleştirmeye ve kendine yabancılaştırmaya çalışan her sisteme başkaldıran ve yolu gösteren tam bir varoluş romanı Momo. İnsanın kendini yaşamakta olduğu zaman içinde var edebileceği ve değiştirilebileceğini gösterir. Bütün kutsal ve felsefi öğretiler de insana kendi gücüne güvenmesini, gücünü kişilere, kurumlara nesnelere yükleyerek kendini zayıflatmamasını söylemez mi?
Ben okudum, beğendim, etkilendim… İsterseniz siz de bir Momo’ya uğrayın derim.