Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '18

 
Kategori
Kitap
 

Topkapı Şifresi Kitabından; Muaffak Efendi Derin Bir Nefes Aldı

Topkapı Şifresi Kitabından; Muaffak Efendi Derin Bir Nefes Aldı
 

TOPKAPI ŞİFRESİ KİTABINDAN - NAZAN ŞARA ŞATANA


Gözlüğün altından Sultan anneye baktı. Sultan annenin ifadesinden hoşnut olduğunu görünce okuma isteği biraz daha iştahını artırdı. Dilruba Sultan mutluydu. Gülümseyen ve övünen bir tavırla eşine bakıyordu. Bu onun için ne kadar önemliydi. Nerede ise senelerdir eşine Sultan anne tarafından böyle bir fırsat verilmemişti. Evlendiklerinden beri ilk defa eşi Sultan Anneye cesaretlenip böyle bir istekte bulunmuştu. Muaffak Efendi devam etti. Dilruba Sultan gülümsedi.

“Ne güzel gece bu gece!” Eşi, ne kadar temiz yüzlüydü.

“Kim bu adama asilzade demez ki. Onun ruhunda var asilzadelik. Kumral saçlar zamanla beyaza dönüştü dökülmedi. Yine çok güzel! Bal rengi gözleri belki eskisi kadar iyi görmüyor, gözlükle bakıyor gözlük ona çok yakıştı. Eskisi kadar ince zarif olmayabilir, biraz kilolu… Yok, yok birazdan biraz fazla kilolu. O kilolar onu ne kadar sevimli hale getirdi. Onun güzel yüreği dudaklarında sanki yüreği her zaman gülümsemeye hazır dudakları gibi. Kendine çok dikkat etmez. Onun dikkati benimdir. Ben iyi olmalıyım. Ben iyi beslenmeliyim, iyi uyumalıyım. Ben her şeyin en iyisine layığım.” Gülümsedi.

“Bir gün bana;

“Sen ne kadar güzelsin Dilruba’m. Allah seni bana acaba nasıl bir iyilik yaptım da yazdı. Seni hak etmek için ne yapmış olabilirim. Senin kahve gözlerin dünyanın bütün kahvelerinden daha lezzetli… Tenin ne kadar duru! Nasıl bir cilt bu… Aklanmış, paklanmış adeta! Endamın yıllara meydan okudu okuyacak belli… Seninle dışarılarda dolaşırken, sen kolumda salınırken nasıl gururlanıyorum. Erkeklerin kıskanç bakışları beni ne kadar mest ediyor. Güzel kelimesi seni tarif ederken bana yetmiyor. Gönül sultanım.”

Eşine baktı, onu dikkatle dinleyenlere baktı. Özellikle annesi eşinin yüzüne bakıyordu. Onu dinliyordu. Onu önemsemişti. Bu işi ona vermişti. Bu büyük bir lükstü! Oysa bilseydi ki onun ruhunda ne fırtınalar kopuyor yıllardır garipliğinden. Bilseydi bu eve iç güveyi olarak geldiğinden beri ne kadar ihtimam ediyordu hareketlerine. Bilselerdi onun altın yüreğinin ne kadar değerli olduğunu. Bilselerdi yanlış. Bilseydi…

“Annem onunla evlenmeme ‘Asla’ diyerek kesip atmıştı.

“Asla benim kızım böyle biri ile evlenemez. Onun ailesi bile yok.”

“Evet, yok ölmüşler. Babası çok sıkıntılar çekmiş. O ve eşi bir sultanın yardımcısı olarak gelmişler buralara. Onları getirenlerin parası çabuk bitmiş. Buraya alışamamışlar. Saraydan sonra sürgündeki hayat onlara çok ağır gelmiş.

Önce hanım sultan, sonra beyzade sultan hastalanmışlar. Muaffak’ın annesi ile babası başka yerlerde çalışmışlar onlara bakmışlar. Düşünsene anne efendilerine bakmışlar.”

“Onlar Efendi değiller ki. Onlar asil.”

“Anne yeter. Ne asaletinden söz ediyorsun? Seni bir türlü anlamıyorum! Bize baksana burada hangi resmi unvanımız var Allah aşkına. Bir bak. Oğullarına bak, kızına bak. Zor üniversiteyi okuyabildim. Bankada iş bulacağım diye ne kadar uğraştım bilmiyor musun? Benim Muaffak efendiden ne farkım var.”

Annesi bu son sözlere çok kızmıştı. Hışımla ayağa kalktı.

“Bunlar nasıl sözler. Sen kim oluyorsun da böyle konuşuyorsun. Sen istesen de istemesen de asil kanı taşıyorsun. Kanın mı değişti?”

İşte olanlar tam o sırada olmuştu. Bütün aile bir aradaydılar. Bu konuşma akşam yemeği sonrasında oluyordu. Dilruba sinir krizi geçirmek üzereydi. Bir anda karar verdi. Yemek masasından bıçağı aldı, önce sağ sonra sol bileğini kesti. Kanın fışkırdığını hatırlıyordu. Sonra gözlerinin karardığını… Ayıldığında dudaklarından kim bilir kaçıncı kez tekrar ettiği kelimeler dökülüyordu.

“Kanımı değiştir o zaman. Bu kanı istemiyorum. Ben boşaltıyorum.”

Durmadan sayıkladığını, bileklerinin çok ağrıdığını, Abilayhan ağabeyi ile Mihriban yengesinin başucunda olduklarını hatırlıyordu. Ne kadar böyle yattığını bilmiyordu. Kendini iyi hissettiğinde yine ağabeyi ve yengesi vardı. Annesi gelmemişti. Hastanede kızını ziyaret etmemişti.

“Bu ne büyük acıydı. Hey gidi sultan annem hey! Sen nasıl bu kadar yumuşamış olabilirsin. Zalim yönlerin yıllarla birlikte seni terk mi ettiler. Muaffak senin atalarından söz edecek sende keyifle dinleyeceksin.”

İçi kinlenmişti yine ona karşı.

“Nasıl ahde vefayı unutursun. Muaffak’ın babası, senin asil kanlarından birilerinin yaşaması için iki işte çalışmış. Muaffak’ın annesi, karnı burnunda evlerde temizliğe gitmiş. Akşamları o yorgun hali ile yatan hasta iki asilzadeye bakmış. Senin öz kanlılarını onlar ellerinden geldiğince yaşatmışlar. Sen;

‘Asil kanı yok onunla olamazsın!” Demiştin. Hey gidi günler hey…”

Dilruba uzun bir süre annesine bakmış olmalıydı ki Sultan anne bu direkt bakışları hissetmişti. Kızına baktı. İki siyah çift göz karşılıklı bir yerde adeta birbirlerine tosladılar.

 

./…

 

 

NAZAN ŞARA ŞATANA

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....