Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

10 Ağustos '15

 
Kategori
Öykü
 

Mona Bölüm - 17

Mona Bölüm - 17
 

Binlerce yıl ötelerdeki bir gelecek...


Muur, ikinci oğluna kavuşuyor

“Yaratanın ve sözlerine imanın barınağı, kalbimiz”

 

Yıllar önce Ali’nin annesi Aleda, Muur’u sevmiş ama disiplinine dayanamamış, kendine katı ve anlamsız gelen kurallarını kabullenememişti. Karnında henüz bir aylık olan Ali’nin kardeşini taşıdığı günlerden birinde, Muur’un düzenlediği Başkanlar toplantısında Cedan[1] ile tanıştırılmış, onun cazibesine kapılmıştı. Daha sonraki birliktelikleri Muur’u derinden yaralamış ve ayrılmışlardı; Ali’yi de yanına almıştı. Bir süre yaşamın zevklerini tattığını düşünmüşse de, sınırsız arzularından dolayı Cedan’la da ilişkiyi kesmiş, Odo’da güya sadece ağabeyinin bildiği bir adrese taşınmıştı, NAGEN’deki sevdiği işinden de ayrılmıştı. Saklı tutamadığı ikinci oğlunun doğumundan Muur’un da haberi olmuş ama ilgilenmemişti.

Org[2], hem Muur’un gizlediği bir teknolojiyi ele geçirmek hem de MARN ile ARCAD arasındaki rekabeti çatışmaya dönüştürmek için henüz adı konmamış bebeği Cedan’a kaçırtmış, Muur ise böyle bir fidye talebini düşünmeden geri çevirmişti. Ona unutamayacağı bir ders vermek istiyordu, Cedan’a bebeğin bir kolunun kesilerek Muur’a gönderilmesini emretmişti. Bu gaddarlık Cedan’a bile ağır gelmişti. Bebeğin kendisinin olabileceğini de aklından çıkaramıyordu ama emri yerine getirmemesi halinde aynı şey küçük oğluna yapılacaktı. Tutulduğu odaya gittiğinde bakıcısı: “gözümün önünden bir anda yok oldu, benim bir suçum yok”  diyerek ağlıyordu. Korku ve öfke girdabına kapılan Cedan’ı, yıllardır taşıdığı hastalık nedeniyle titreme nöbeti sarmıştı. Birden karar verdi ve bakıcıyı oracıkda öldürdü; öncelikle olayın duyulmaması lazımdı. Benzer hücre yapısına sahip başka bir bebeğin kesik kolunu daha sonra Muur’a yolladı.

Muur çok üzülmüş ve kızmıştı; yine de ani karar vermekten kaçınıyordu. NAGEN işbirliği ile tüm Amur bölgesini yerle bir edebilirdi. Çok insanın zarar görebileceği bir savaşın özel nedenlere dayandırılması, özenle korumaya çalıştığı ilkelerine ters düşecekti, yapıcı bir çözüm bulmalıydı. O gün, randevularını iptal ettirmiş, tüm olasılıkları düşünmeye koyulmuştu. Bir ara, Amur’da ortaya çıkan Odo’lu “Aydınlık önderleri”’ni hatırlamıştı; onlardan bir kaçı ile tanışmış, aralarında güvene dayalı bir hukuk gelişmişti. Sevgiyi ve inancı temel alan aydınlık hareketinin hedef kitlesi gençlerdi. Maddi kaynaklara önem vermemeleri ve yıllar boyu umursamazlığa itilmiş bölge gençliği,  etkinliklerini cılız bırakıyordu. Hele hele Kuzey Amur halkı, Gölgelilerin zalim sömürüsüne bile neredeyse rıza göstermeye başlamıştı. MARN’ın hiç onaylamadığı baskıcı yönetimi de olmasa, güneydeki küçük şirketler bölgeyi tamamen kaos ortamına sokabilirlerdi. Gaddarlığın hâkimiyetine karşı tabandan bir dönüşümü ivmelendirmek için aydınlık hareketini desteklemek aradığı çözüm olabilirdi.  Bunu birkaç kez daha tarttıktan sonra kararını vermiş ve hareketin önderlerini ertesi gün toplantıya davet etmişti...

 

* * *

 

Ali’nin adaşı bebeği Cedan’ın elinden almış, Odo güneyindeki kabilede yaşayan Merve’nin evinin bulunduğu ağacın altına bırakmıştı. O günkü avdan sabaha karşı dönen Safa, hemen Merve’yi çağırmış ve bebeği eve götürmüşlerdi; ten rengi ve giysileri, bebeğin kabileden olmadığını gösteriyordu. Giysisinin sırtındaki, Ali’nin adaşının Zena dilinde yazdığı notu irkilerek farketmişlerdi: “Adımı Umut koyun” diyordu. Merve, anlayamadığı bir duygu sarmalı içine girmiş, gözlerinde damlalar oluşmuştu. Kocası Safa’ya, “bu bize bir yerlerden emanet” diyebilmişti. Safa, kabile töresine göre bebeği kucağına almış ve kulağına “Adın Umut olsun” diye fısıldamıştı. Çocuksuzluğa kendileri de alışamamıştı ama Safa’nın erkek kardeşinin eşi daha dün bebeğini doğum sırasında kaybetmişti.  Umut’u onlara vermeye ve eğitimini üstlenmeye karar vermişler; sonrasında da, teninin farkına rağmen Safa’nın erkek kardeşinin bir çocuğu olduğunu kabile halkına anlatmakta zorlanmamışlardı.

Kabile’nin varlığını Muur biliyorsa da gelişimini etkilemek istemiyordu. Sadece bazı temel öğretiler için Safa ve Merve’yi yollamış, bölgeyi bir enerji perdesi ile kamufle ettirmiş ve dış çevreye özel güvenlik birimleri yerleştirmişti. Bu davranışının altında, bölgedeki tapınağın muhtemel sırlarının kötü niyetli ellerden uzak tutulması da yatıyordu. Bebeği getiren, güvenlik hattını ve enerji perdesini nasıl geçmişti? Birisi yapmışsa başkalarına da yol olabilirdi. Safa, Kabileyi gözü gibi korumak isteyen Muur’u olaydan haberdar etmek gerekir diye düşünüyordu. İçine doğan bir hissin etkisi ile buna razı olmayan Merve, Safa’yı ikna etmişti.  Gerçeği yıllar boyu Umut’tan bile saklamışlardı...

 

* * *

 

Muur, Dünya’ya yönelik giderek belirginleşen tehditlerin üstesinden gelebilmek için Mina-8’de aldıkları Başkanlar kararı gereğince kendisine düşen eylemi ARCAD’da başlatmıştı. Psişik cihazlarla donatılmış özel laboratuvarında, Umut, Dara, Fermi ve Merve ile birlikteydiler. Ali daha sonra katılacaktı, Mina-8’de Olap anahtarları ile ilgili ekip çalışmasından ayrılamıyordu. Her ne kadar Mina-8’in sahibi NAGEN – ARCAD ortaklığı ise de, Başkanlar oradaki çalışmaların Hars’ın karizmatik liderliğinde yürütülmesini benimsemişlerdi. Zamanının neredeyse tamamını Mina-8’de harcayan Hars, hedeflere bir an önce ulaşmak için herkesi terletiyordu. Muur, Ali’nin bir süre ARCAD’a gelmesi için Hars’ı zor razı edebilmişti.

Laboratuvarda Umut, Dara, Fermi ve Merve, Muur’un denekleriydi; testlerin ilk bölümünde, özel koltuklarda sensörlere bağlanmış vaziyette oturuyorlar, Muur’un ard arda gelen garip sorularını cevaplıyorlardı. Psişik cihazlar cevapları, deneklerin vücutlarındaki ve beyin aktivitelerindeki değişim ile birlikte analiz ediyor; sonuçları yirmi üç gösterge halinde Muur’un önündeki ekrana yansıtıyordu. Her bir gösterge, insan hücresindeki bir yapı taşının psişik yeteneklere etkisini ortaya koyuyordu. Göstergelerin yorumunu Muur üstlenmiş, dikkatini 19 uncu ve sonrasındaki göstergelere odaklamıştı. İlk bölüm sonuçları Muur’u hayli şaşırtmıştı; Umut’un skorları beklediğinin çok üzerinde idi, diğerleri ise ortalama insan düzeyinde kalmışlardı. Denekleri özel koltuklardan kaldırarak analiz ekranı önünde topladı; ikinci bölüme başlamadan önce durumu birlikte değerlendirmek istiyordu, testin ne olduğunu ve gözlemlerini anlattı:

“Umut! Senin skorların birisi çok güçlü olan en az iki psişik yeteneğe işaret ediyor, bu kadarını beklemiyordum.”

“Nedir Sayın Başkan? Tapınaktaki disk olayı dışında, kendimde sıra dışı bir durumla karşılaşmamıştım.”

“En yüksek skorundan, çok hızlı öğrenme yeteneğin olduğunu görebiliyorum, diğerlerini ancak ikinci bölüm sonunda söyleyebilirim.”

“Bu doğru olabilir; Kabiledeyken Ziza’nın taktığı özel NAROB’dan aldığım bilgi yığınlarının bir anda sanki hocası gibi oldum, o zaman Ziza’da hayret etmişti. ARCAD’taki kurslarda da beynimin yorulduğunu hatırlamıyorum.”

Merve araya girdi: “Sayın Başkanım, Kabiledeyken benim de dikkatimi çekmişti, çabuk öğreniyor ve unutmuyordu.”

Bunu Dara’nın endişesi izledi: “Sayın Başkan, Babamla ben normaliz değil mi? Olağan dışı yetenekler beni ürkütüyor açıkçası.”

“Evet Dara! Farklı tahmin etmiştim ama şu anda öyle görünüyorsunuz. Bakalım, ikinci bölümde ne çıkacak.”

Fermi ise anlamaya çalışıyordu: “Sayın Başkan, durumumuzu sadece bu 23 gösterge ve ikinci bölümde yapacağınız testler mi tanımlıyor?”

“Bu günkü bilgilerimiz ile öyle Fermi. Bu testlerin bilebildiğimiz faktörler üzerindeki yanılma payı çok az. Belki ileride başka faktörlere de eğilebilecek yeteneğe ulaşırız.”

“İçimizdeki bizi biz yapan özü de ölçebiliyormuyuz?”

“Sayın Hocam! Demek istediğinin farkındayım... Şimdilik bazı şeyleri sadece etkileri ile algılayabiliyoruz, doğrudan ölçemiyoruz.”

Fermi, “Hocam” ifadesinden duygulanmış, onda bir cevherin bulunduğunu düşünmeye başlamıştı; konuşmayı biraz derinleştirmek istedi: “Beynimiz ve tüm hücrelerimiz dışında bir de kalbimiz yok mu?”

Dara, Muur’a fırsat vermeden söze girdi: “Elbette var Baba, neyi ima ediyorsun?”

Muur’un gözleri dolmuştu: “Kızım! Kastettiği bir et parçası değil. Temiz tutmakta çoğunlukla başarılı olamadığımız bir yer orası.”

Umut’un “Mina-8’deyken R50, şu “Aydınlık önderleri” dediklerinizin tüm kayıtlarını önüme koymuştu; karmaşık gibi görünüyorsa da hissedince billurlaşıyor. Bence baban,   gözlemleyebildiklerimizi aklen çözümlemenin ötesini işaret ediyor, eskiler ona “iman” derlermiş,” şeklindeki sözleri Dara’nın kafasını bulandırmıştı:

“Lütfen bilmeyenleri yormayın, biraz daha açık olamaz mıyız?”

Fermi araya girerek açıklamak istedi: “Kızım! Senin anlayacağın; o yaslandığın duvarın arkasında Sayın Başkanın çağırdığı Ali var dersem kabul eder misin?”

“Sana güvenirim ama nereden bildin?”

“Güven ile kuşku bir arada yaşamaz, birini seç.”

“Tamam Baba! Güveniyorum.”

“Yani, orayı göremediğin halde bana inanıyorsun, bir anlamda “iman“ ediyorsun… Kızım, var olanı yaratanın ve sözlerine imanın barınağı da kalbimiz. Zararlı alışkanlıklarımızdan ne kadar uzak durabilirsek, kendimizi ve çevremizi aydınlatabilecek imanımıza kalbimizde o kadar çok yer açmış oluruz.”

Muur yutkundu, Fermi odanın arkasındakini de bilmişti, ne diyeceğini toparlamaya çalıştı: “Hocam, bu testler sana dar gelir, çok ötelere geçmişsin bakıyorum… Ali bir süredir orada bekliyor; ona ilk testi uygulamıştım, Umut’un skorlarına çok benziyordu, çağırayım da ikinci bölüme geçelim. Bu zor bulunur sohbete akşam yemeğinde devam ederiz.”

Muur, ikinci bölüme Umut ile başlamış ve geçmişine götürmek için aynı koltukta uyutmuştu. Aralarındaki telepatik söyleşi sırasında ekranda oluşan garip değişimleri diğerleri merakla izliyordu. Bebeklik yıllarına gerilediğinde Muur şoka girdi; rengi yine koyulaşmış, titreme nöbeti tüm vücudunu sarmıştı. Onun, yıllardır aramadığı ikinci oğlu olduğunu, kaçırılışını ve Kabileye bırakılışını öğrenmişti. Yüksek dozlu üzüntü veya sevinç, kronikleşen hastalığını tetikliyordu. Bu kez, yanında bulundurduğu ilaç da işe yaramadı. Son bir hamle ile kalan enerjisini beynine odaklayarak Umut’u uyandırabilmişti. Sevincini göstermeye çalışan bir gülümsemeyle koltuğundan doğruldu; “Şükürler olsun, kardeşine de kavuştum.”  diyerek Ali’ye doğru yöneldiyse de başaramadı, yere yığılıp kaldı. Hemen yan odaya taşıyıp acil yardım setine bağladılar. Setin robot doktoru, beynin hasta bölgesindeki nöron yapısını yenilemesi için, içinde yapay hücreler bulunan bir nano taşıyıcıyı damardan enjekte etti. Fiziksel onarım başarılı sürüyorsa da setin ekranından, Muur’un hafıza kaybının artmakta olduğu gözleniyordu. Yapay hücrelerin belleği geri kazanma çabası kaybolanın hızına yetişemiyordu. Umut, içinden gelen bir dürtü ile Muur’un başını iki elinin arasına aldı ve düşüncesini hasarlı bölgeye yoğunlaştırdı; bütün belleğini emiyor ve kaybolan kısımlardakini de bölgeye yerleşen yapay hücrelere aktarıyordu. Hasar otonom sistemlere yayılmadan onarım tamamlanmış, ölümün sınırından dönen Muur gözünü yeniden Dünya’ya açmıştı. Yıllardır arkadaş olduğu hastalığından kurtulmuştu ama titizlikle sakladığı tüm sırlarına artık bir ortağı vardı.

Testin ikinci bölümünü tamamlayan Muur, Fermi, Dara ve Merve’nin savunma hazırlıklarında işe yarayabilecek bir yeteneğe sahip olmadıklarını gördü. Oğulları üzerinde daha derin testler yapmayı planlıyordu. Umut’un içindeki ürkütücü cevherin nasıl işleneceğini ise kara kara düşünmeye başlamıştı...



[1] Cedan: Hars’ın babası, Marn şirketinin başkanlığını yapmış, Gölgeli’lerin ajanı.

[2]Org: Gölgeli’lerin başkanı.

 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..