Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '11

 
Kategori
Öykü
 

Mucit

Mucit
 

Gece çok sessiz ve zifiri karanlıktı. El fenerlerinin yaymış olduğu ışık ile yollarına devam ediyorlardı. Yorgunluk çökmüş olmasına rağmen yılmak bilmiyorlardı. “Buralara kadar gelip de, geri dönmek doğru olmaz.” gibisinden bir söylem çıkmıştı agızlarından. “Arayacağız ve bulacağız.” diyordu bir diğeri. Durmadılar ve yollarına devam ettiler. Ta ki demir kapıya varana dek. Kapı açılıvermişti ve labirenti andıran odalarda gezinmeye başladılar. …arıyorlardı sürekli ve sonunda aradıklarını bulmuş olmalıydılar. El fenerlerinin ışığı tek bir noktaya odaklanmıştı ve artık bütün ışık, tozlarla kaplanmış olan masanın üzerindeki parşömen kağıdını aydınlatıyordu. Okumaya başlamışlardı yazılmış olan her şeyi: 

 

Yıllar önceydi. Henüz dünyaya gelmemiş ve dış dünyanın etkilerine maruz kalmadan, iç dünyanın sırlarını keşfetmeye başlamıştım… 

 

Anne karnında geçirmiş olduğum 9 ay 10 günlük sürede bütün duvarları yıkıp, özgür olmanın yolarını arıyorken, dışarı çıktığım ilk anda hayata gelişimin bir işareti olan ilk tokatı, dökmüş olduğum gözyaşlarını, aç ve susuz iken atmış olduğum çığlıkları, hareketsizliğime son verip emeklediğim anlarımı ve çıkarmış olduğum anlamsız sesleri anlamlandırdığımı arkama dönüp baktığımda her an yaşıyor gibiydim… 

 

İçimde oluşmaya başlayan asabi yaraların kabuk bağlama zamanı gelip geçmekteyken, sonbahar tenimi esareti altına almakta ve dünyama yayılmış olan sıcaklık yerini hafif, serin rüzgarlara bırakmaktaydı o günlerde. Her sonda beliren anlamsızlıklar, yeni başlangıçlarda anlam kazanmaktaydı yine. Düşüncelere daldığım her anımda kulaklarımda çınlayan cümle, “Ara ki, bulasın!” idi. Her zaman bir arayış içindeydim elbette ve de öyle olmalıydım bu hayat devam ettiği sürece. İmkansızı mümkün kılmak için kararlı bir şekilde yoluma çıkan engellere aldırış etmemeli, sabırlı olmalı ve azimle ulaşmak istediğim hedefe doğru yol almalıydım. …ve bunun bilincindeydim. …ama bir şeyler hep yarım kalıyor gibiydi. …tamamla(n)malıydım. 

 

…bir türlü tamamlanamayıp eksik kalan her cümle gibi eksik kalmaktayım, sensiz başı ve sonu belli olmayan bir yaşam sürdürmek zorunda kalıyorken… 

…üç noktanın tek bir noktaya dönüşüp tamamlanan bir cümlenin anlamlılığı içerisinde sürdürülen bir hayat peşinde koşmaya devam ediyorken, aklımı meşgul eden “Ara ki, bulasın!” tümcesi ile mucit oluşumun vermiş olduğu hazla kainatta yaşam belirtisi olan her noktada seni bulmaya çalışmaktayım ve er ya da geç seni bu-la-ca-ğım. 

 

Kitaplarla dolup taşan odamın içinde, uykusuz geçen her gecenin ardından, düşüncelerimi işgal edip bir araya gelemeyen harfler, başında bulunmuş olduğum masada, hızına uymaya çalıştığım elimdeki kalem ile beyaz bir kağıdı dolduran kelimeler aracılığıyla biraraya gelip anlam kazanmaktayken gözlerim uykusuzluğa yenik düşüp gönül çukurunda kaybolmaktaydı. Derin rüyalardan her uyandığımda, kadın sırtını andıran bir dağ yamacında bulmaktaydım kendimi. Sert rüzgarların estiği sevda çölünde meydana gelen kum fırtınaları arasında kaybolan benliğim kaybedilmiş bir savaşın izlerini taşımakta ve hislerim kanunsuz olaylara dahil olup yasakları çiğnemekteydi her defasında. Düşünceler deryasında kayboluyordum yine. 

 

…tamamlamalıyım artık seni ve beni. …eksiklik son bulmalı ve ayrı olan bu eller bir noktada birleşip kenetlenmeli ve sonrasında… 

 

Oturmuş olduğum sandalyemde penceremden dışarısını seyrediyordum. Gökyüzünü saran karabulutlar, etrafı karanlığa mahkum etmişti adeta ve durmaksızın çakan şimşekler atmosferi bir bıçak gibi kesip duruyordu. Islatmaya başlamıştı penceremin camlarını gökyüzünün dökmüş olduğu gözyaşları. Islanıp buğulanan camların ardından görüş mesafesi gittikçe azalıyordu. Arabanın sileceklerini çalıştırdım hiç vakit kaybetmeden. Kırmızı ışık yanmıştı ve trafik sıkışmıştı birden. Etraf sürekli bir yerlere koşturan insanlarla doluydu. Gök, kızmış olmalıydı ki, bütün hiddetiyle gürlüyordu ve bu da yetmezmiş gibi yıldırımlarını savuruyordu yeryüzüne. Kaçmanın zamanı gelmişti. Kırmızı ışığa aldırış etmeden ayağımı fren pedalından çekip, gaz pedalına yüklendim alabildiğince. Kaçıyordum. Kovalanıyordum. Kaçarken bile seni arıyordum. Ani bir fren ile durdurdum arabayı. Kapıyı çarpıp içeri girdim ve sandalyede oturup pencereden dışarısını seyrederken buldum kendimi. …ve sandalyede oturup dışarısını seyrederken buldum kendimi. Aman Tanrım! Böyle bir şey nasıl olur du? Deliriyordum. Bedenim ve beynim içinden çıkılamayacak bir hücreye hapsedilmişti şimdi. Oturup düşünme zamanı olmasına rağmen düşünmek artık gerçekleşmeye başlayan bir hayaldi. Zaman, düşünmeme zamanı idi. Düşünemiyordum. Paramparça olmuştu şimdi her şey; kelimeler tekrar yalnız bırakılan harflere dönüştürülmüştü ve hızına uymaya çalıştığım kalemim çoktan kırılmıştı. Eksik kalan cümleler uçup gidiyordu gözlerimin önünden, frekanslar ile beynime son mesajlar gönderiliyor ve kısık bir ses kulak zarımda ani bir titreşime sebep oluyordu: 

 

…tamamlamalısın artık seni ve beni. Tanrı, korkaklardan nefret eder ve sen Tanrı’nın nefret ettiği insanlardan olmamalısın ve bunun için daima savaşmalısın. …savaşmalısın. 

 

…savaşmalıydım. 

Seni burada bırakmamalı… 

…yoluma çıkan engelleri aşmalıydım. 

 

Yıllar sonrasıydı. Hayatın her türlü evresinden geçmiş ve dünyaya geliş sürecim gözlerimde dönüp duran bir hayal, kulağımda çınlayan bir masal gibiydi artık. Dünyanın iç ve dış olmak üzere her türlü etkisine maruz kalmış ve benim için bir yaşam felsefesi haline gelen ve bana yol gösterip rotamı belirleyen, “Ara ki, bulasın!” tümcesi dün olduğu gibi, bugün de hala hayatımda yer almaktaydı… 

 

Mucit, yaşamış olduklarını yazmış olduğu notlarda bu şekilde en doğal haliyle belirtiyordu. Yazmış olduğu parşömen kağıdı yıpranmış ve tozlarla kaplanmış olmasına rağmen yazmış oldukları hiç eskimemişti. Ve notlarına son verdiğinin işareti olan nokta ile de hiç eskimeyecekti: 

 

Elde etmiş olduğum bulgulardan da anlaşılacağı gibi, şu fani dünyada kayda değer bulmuş olduğum tek şey varlığında hayat buluşumdur. Ve bence benim için ve benim gibi düşünenler için dünyadaki en büyük icat budur. Bu durumda mucit kimdir bilemem. Belki mucit benimdir, seni bulduğum için; belki de mucit sensindir, beni bulduğun için. Aslında, aslolan bu buluşun ortaya çıkışıdır ve de gerisi, içinde senin olmadığın bir dünya gibi boştur… 

 
Toplam blog
: 102
: 1428
Kayıt tarihi
: 24.06.11
 
 

Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü mezunuyum. 8 Nisan 1987 doğumluyum ve Adana'da Seyhan ilçesin..