Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Müfettiş

İnsan kendini ne olarak gördüğü ile değil, toplumun kendisini ne olarak algıladığı ve değer verdiği ile toplumda bir değeri vardır. Bu yüzden insanlarla ilişkilere önem vermek lazım.

Geç adam, çalıştığı kurumun kapatılması ile başka kuruma atanmış, atandığı kurum çok iş olmayan, kapanan kurumlardan emekliliği geldiği halde emekli olmak istemeyen insanların toplandığı bir mekan haline gelmişti. Sabahları çay ocağında itiş kakış şakalar yaparak zaman harcanmaktaydılar orada çalışanlar. Kendilerinin seviyeli sandıkları ama çoğu dedikoduyu aşmayan şakalardı. İşin acı yönü, akşama kadar eften püften konularda sohbet eden, boş konuşan insanların çoğunun milliyetçi, mukaddesatçı oldukları iddiası ile kendilerini kandırarak, kendilerini avutmalarıydı. Boş oturana işi şeytan hemen vermekteydi. Şeytan dost bulmakta zorluk çekmeyen şanslı yaratıktı.

Genç adam, bu kuruma gelmeden önce bu kurumu istememişti. Kendisi okumayı son derece seven, günlük gazeteleri takip eden, çevresindeki gençlere bildiklerini anlatan, çocuklarını da gelişen insanlar olarak yetiştiren bir insandı. Ama bu değer verdiği gelişime, iş arkadaşları pek önem vermediğinden sıkıntı yaşamaktaydı. Hem genç adamın çocuğunun üstün başarısına gıpta etmekteydiler, hem de “Şu adamla dost olalım, çocuklarımızın da bu adamı sevmesine yardımcı olalım, onları da kendi çocukları gibi geliştirsin” diye düşünmek yerine, “ bize yemek ısmarlasın, kola ısmarlasın” beklentisindeydiler. Yani yanı başlarında bir elmas ağacı vardı ama “ altının değerini yalnızca sarraf bilir” misali, bu ağacın gölgesinde gölgelenmektense, güneşte yanmayı tercih etmekteydiler. Şu insanoğlu ne garip yaratıktı.

Genç adam ilk geldiği zamanlarda çay ocağına inerek o sohbetlere katılmaya gayret etti ama baktı ki, oradaki insanlar onu anlamayacak, hep aynı şeyleri anlatacaklar artık çay ocağına bile inmemeye, odasında gazete kitap okumaya gayret etmeye başladı. Oturduğu odada gazete, kitaplarda vardı. Herkes bu kurumun ona göre olduğunu iddia etmesine rağmen, çevresindeki insanları da çocukları gibi geliştirmek istemesine rağmen, odada oturarak keyfine, rahatına bakmak ona göre iş değildi. Daha faydalı olacağı, daha çok insanlara ulaşacağı kurumlara ise geçememekteydi.

Bir gün kuruma bir haber geldi. Müfettiş gelecekmiş. Kuruma tam 16 sene müfettiş uğramamış. Bir telaş, bir telaş sormayın gitsin. Her taraf silindi süpürüldü. Yan gelip yatan memurlara bir hareket, bir canlılık, bir gayret geldi. Genç adam içinden “ Keşke bu kuruma her gün müfettiş gelse” diye söylenmeye başladı. Tabii sesli söylemiyordu. Sesli söylese hemen arkadaşları sataşacak, onu itiş kakış, sözde sevdikleri için şakalaştıklarını söyleyeceklerdi. Bu yüzden artık düşüncelerini içine atmayı, sesiz düşünmeyi, insanlara mesafeli olmayı da öğrenmişti.

Genç adamda telaş yoktu. Çünkü o, müdürün kendisine tarif ettiği işleri zamanında yapmakta ve sonrasında zamanını gazete kitap okuyarak, yeni bilgiler edinerek, bu bilgilerden faydalı olanları da akşam evde çocuklarına anlatarak zaman geçirmekteydi. O zaman yaşadığının , insan olmanın bilincine varmaktaydı işte.

Beklenen müfettiş bir ay geçti gelmedi, iki ay geçti gelmedi. Bunun üzerine memurlardan bazıları ve müdür izin alarak farklı şehirlerde yakınlarını ziyarete gittiler. Herkes eski alışkanlıklarına dönmüş, kimisi çay ocağında muhabbette iken, kimisi bilgisayarının başında, kimisi gelen mevki makam sahibi misafirlerine yalaklıkla meşgul olmaya başlamıştı.

Bir sabah aniden “ hiç gelmeyecek sanılan” müfettiş kuruma geldi. Herkeste bir telaş bir telaş. Herkes birbirine “Aman susun , aman susun müfettiş geldi” demeye başladı. Müfettiş en fiyakalı odada çalışmaya başladı.

O zaman kadar hiç kravat takmayan odacı Musa hemen takım elbise giymeye , hatta orada burada “ benim asker arkadaşım bu müfettiş” demeye başladı. Müfettişin çayını kahvesini hemen getirmekte ona her türlü iltifatı yapmaya başlamıştı. Kurumdaki bu dönüşüm kurumu ziyarete gelenlerin dikkatini çekmiş ve bıyık altından gülmeye başlamışlardı. Ortada sanki bir komedi oyunu oynanmaktaydı.

Müfettiş durmadan eski dosyaları istemekte, nereye ne harcandığını kontrol etmekteydi. Memurlar yıllardan bu yana tozlu raflardan indirmedikleri dosyaları saatler süren çalışmalardan sonra buluyor, üzerinde neredeyse bir parmak olmuş tozları siliyor, müfettişin önüne yığıyorlardı. Bunu yaparken kan ter içinde kalıyor, kendilerine gülümseyerek bakan genç arkadaşlarına “ aman suss” diyorlardı. Arkadaşlarının telaşları arasında genç adam işini yapmaktaydı.

Müfettiş bir gün genç adamın odasına da girdi. Kendisi gibi zorluklara rağmen okumuş, gelişmiş olan genç adamın odasına giren müfettiş, işlerin doğru düzgün ve zamanında yağıldığını, bazı aksaklıkların ise işi ona yanlış tarif ettiklerinden yanlış olduğu ortaya çıktı.

Denetlenmeyen, yıllarca önemsenmeyen, başıboş bırakılan insanların nasıl dağınık yaşadıkları ve milliyetçi ve mukaddesatçılığın lafta değil, kişilik ve fikirlerin ne kadar yaşantımıza uyguladıklarımızda gizli olduğunu bu müfettişin gelmesi ile daha iyi anlamıştı genç adam.

Daha önce mesaiden hemen sonra evlerine giden çalışanlar müfettişin çalışması gece bazen 7 bazen 8 hatta bazen de saat akşam 10 a kadar sürdürmesi ile müfettişin gitmesine kadar beklemeleri gerekiyordu. Bu durum çoğunun zoruna gitmekteydi. Müfettiş ise titizlikle dosyaları , dosyalardaki belgeleri tek tek inceliyor, sorumlusuna sorular soruyor ve verdikleri cevapları da dikkatle dinliyordu.

Odacı Musa yıllarca yalaklık yapacak insan bulamamış olmanın ızdırabı ile giydiği takım elbise ile kurumda dolaşıyor “Sessiz olalım, müfettiş var. Benim asker arkadaşım” diyerek takım elbisesi ile ortada gezmekteydi. Müfettişin çayı, kahvesi her zaman her dakika götürüyordu. Genç adam odacı Musa’nın bu tutumuna gülmekteydi. “ Kula kulluk” bu olsa gerekti. Bazı insanlar bu iş için yaratılmıştı herhalde.

Genç adam “Bu kadar fazla saygı duyacağınıza, bu saygıyı biraz da çocuklarınızı geliştirmek uğruna , onlara daha ileri gitmek için rehberlik etmek adına harcasanız daha iyi olur” dedikçe arkadaşları “ Suss, suss müfettiş duymasın” diyerek arkadaşlarını susturmaktaydılar.

Müfettiş , Cumartesi günü da çalışacaklarını söylediği zaman bu çok kişinin hoşuna gitmedi. Çay ocağında laklak ile zaman harcamayı seven insanlar Cumartesi çalışmayı sever miydiler?

Bir hafta , on gün harıl harıl çalışmadan sonra, bir gün mesai saati bitimine az bir zaman kala, müfettiş herkesi topladı. Herkes koşa koşa gitti. Herkese “ Elinize kağıt kalem alarak anlatacaklarımı iyi yazın” dedi. Herkes elinde kağıt kalem ile, Başbakanın basın toplantısına gelmiş gazeteciler gibi anlatılanları tek tek not ettiler. Müfettiş yeniden teftişe gelene kadar bu noksanlıkların tamamlanmasını istedi.

Müfettiş gittikten sonra, kurumda bazı şeylerin olumlu gittiğini gören genç adam zaman zaman kimsenin duyamayacağı şekilde kısık sesle “ Müfettişe aferin.. Müfettişe aferin” diyor, arkadaşlarının eskisinden daha gayretli çalışmalarını bıyık altından gülerek izliyordu…

TURAN YALÇIN-TOKAT

 
Toplam blog
: 1096
: 1558
Kayıt tarihi
: 28.12.07
 
 

1967 Tokat'ın  Pazar ilçesi doğumluyum. İşitme engelliyim. İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültes..