Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '15

 
Kategori
Öykü
 

Mugalata ile doğruluk perisi

Mugalata ile doğruluk perisi
 

·Koşarak yanından uzaklaştım, zaten bundan sonrasında söyleyecekleri beni zerre kadar ilgilendirmiyordu. İnanmak ile inanmamak arasındaki çelişkilerimin düğümünü çözmüştüm onu sevmeye başladığımda. O, perdeyi aralasa aralasa bizim için; umuda dair ne varsa onları bize katmak için aralardı. Sevince, sevdiği insana yakıştırdığı tek şey kılıf oluyor insanın. Parmağımda can gibi ikimize ait olduğunu hatırlatan nişan yüzüğümü adeta kafasına çalarak ayrıldım yanından. Onunla olabilmek için dünyaları isteselerdi seve seve feda ederdim. Ama benim dünyam ondan ibaretti, onu nasıl olur da başkalarına teslim ederdim? Yapamadan sevdim. O benim çocukluk hayalimdi, onunla olabilmek için aşkı sırtlayıp sevgiye dair bütün iyi temennilerimi aşka adamıştım. Bir ay sonra evlenecektik. Gözleri kahve kokulu sevgilim… Telvemde ayrılık da çıkmamıştı hâlbuki.
 
·Koşarak yanımdan uzaklaştı. Zaten bundan sonrasında ona söyleyeceğim ne olabilirdi ki? İnsanoğlu şeytana yenilir derler ya; aslında şeytan olan da melek olan da hep yine insanoğlu. Seçimlerimizin kaderini yaşatıyoruz sevdiklerimize ve en mühimi de kendimize. Birbirimizi çocukluğumuzdan beri tanırdık, ben önceleri ona arkadaş gözüyle baksam da zamanla uzun kumral saçlarının esiri olduğumu fark etmiştim. O uzun sarı saçların sahibi ben olmalıydım, onun her şeyi ben olmalıydım, bir başkası değil. Bir anlık heves değil, bir anlık heves değilsin dedim. Artık bana inanmıyordu. İnanması için bir nedenim vardı: ona duyduğum aşk. Yine de bu yeterli gelmeyecekti. Çünkü ben ona, sevdiğim dediğim kadına yanlış yapmıştım. Sonra farklı yolların farklı vasıtaları haline geldik. O koştu, ben peşinden koşmadım. Koşsam da gururum beni kolumdan hemen tutardı. Gurur… Sevenleri ayıran gurur mu ki?
 
“Birbirlerini seviyorlardı, bunu neden yaptın?”
 
“İkimiz oynadık ve ben kazandım. Bilirsin, birimizden biri kazanmak zorunda. İradeli olsaydı da bana yenilmeseydi o da o zaman.”
 
“Bunu yapmamalıydın, sen, sen çok kötüsün.”
 
“Şimdi zırvalamayı kes. Kazandım mı, kazandım. Ayrıldılar mı, ayrıldılar. Zafer benim…”
 
“Seni öldürmem lazım.”
 
“Haydi, bir dene bakalım, sen beni öldürsen bile ben yeniden başka bir insanda doğarım merak etme sen.”
 
·Bir başkasıyla evlenişini seyrediyorum. Damatlık ona o kadar yakışmış ki! Kollarında gelin çiçeği olacaktım, hiçbir zaman yüzümü soldurmayacaktı. Kahrediyor beni, hâlâ onun kokusu var üstümde. Hâlâ o sinmiş gecelerime, gündüzlerimin günaydınlı sürprizleri oluyor sesi; kulaklarımda. Onu o kadar çok özlüyorum ki… Bir başka kadın var kollarında, bir başka kadının yanında ve bir başka kadınla. Şöyle bir uğrayıp, ona mutluluklar dileyip çekip gidecektim. Tıpkı o gün yaptığım gibi. Başaramadım. Ben ona mutluluk dileyeyim derken farkında olmadan bütün mutsuzluklarımı yanıma alıp da gelmişim. Yine ona, onu son bir kez görmek için gelmişim.
 
· Yine karşımdaydı upuzun kumral saçlarıyla. Yalnız bu kez kollarımda başka bir kadın vardı. Aradan geçen beş yıllık zaman bile unutturamamıştı bana onu, yalnız gururum el vermemişti, yapamamıştım. Hatalarımı affettirememek şöyle dursun, üstüne bir de başka bir kadınla evlenmeyi seçmiştim. Aşkta gurur olur muydu? Gurur ne kadar geçerliydi? Ben gururlu bir adam oldum da sadık bir adam olmayı hiç bilemedim. Kendimi yaralarımla dövmek için mi evleniyorum başka bir kadınla? Ya da yaram taze değil imajını mı vermeye çalışıyorum gururla?
 
“Bunu nasıl yaptın sevenlere? Nasıl oldu da Murat’ın başka bir kadınla evlenmesine göz yumdun? Sen çok ama çok kötüsün.”
 
“Önce ufak bir sürpriz, hayatın acı bir sürprizi gibi başladı her şey. Sonrası sonra… Bak işte, o tam da benim düşlediğim gibi şimdi başka bir kadınla. Yağmur’un adı yağmurlarda saklı değil artık, yağmur’un yağmuru onun kendi gözlerinde, bak yaş olmuş; ağlıyor… Sen doğruluksun, dürüstlüksün ve ben mugalâta… Seninle olan savaşlarımızda hep ben kazanacağım…”
 
·Her şey dün gibi netti Yağmur’un hafızasında. Murat’la birbirlerini çok seviyorlardı, Murat onun çocukluk aşkıydı ve eninde sonunda son aşkı olarak yanında kalacaktı. Sonra bir gün Murat’ı başka bir kadının kollarında, başka bir kadının hayatında, başka bir kadının yolunda buldu. Murat ona yalan söylemişti, onu aldatmıştı. Doğruluk ile Mugalâta’nın bir savaşıydı bu. İnsanlar gururun aşkın sevginin ve sevmenin derecesini ölçemezken bir de yalanlara kapılıveriyorlardı. Capcanlı duruyordu karşısında şimdi Murat. Onu aldattığı kadının kollarında! Kendisine bunu neden yaptığını kendisi de bilmiyordu. Onu tebrik etmek için dikilmişti güya karşısına. Tebrik ile acının yönü değişmişti yine… Belki de suratına tükürecek ve acısını hafifletecekti içinde. Yapamazdı. Yapmadı.
 
“Seni öldürmem lazım Mugalâta. Sen, sevenleri bile ayıracak kadar kötüsün. Doğru gibi görünüp insanları, birbirlerini sevenleri kandırıyorsun. Şeytanla birlik oluyorsun ve bütün melekleri; doğrulukları yerle bir ediyorsun. Bak, seven birilerini daha ayırdın. O bir başka kadının kollarında, sevdiği kadın yalnızlığın huzurunda can çekişiyor. Seni öldürmeliyim, hemen burada şimdi!”
 
“Sana söyledim doğruluk perisi. Sen beni öldürsen dahi ben başka insanlarda ve başka ruhlarda yaşamaya devam edeceğim. Çünkü neden biliyor musun? Bu dünyanın düzeni böyle… Ben olmasam sen hiç olamazsın. Yalanlar riyalar yanlışlar olmasa doğruluğun kıymeti ve doğruluğun peşinde koşan doğru olan insanların kıymetleri anlaşılır mı ki?”
 
“Bana ahkâm kesmeyi bırak! Seni hemen burada öldüreceğim.”
 
Doğruluk perisi Mugalâta’nın tam karşısında dikilmiş silahını ateş almak üzere Mugalâta’ya doğrultmuştu. Adeta insanlığı kurtarmak üzere atılan bir adımdı bu.
 
“Başka insanların canını yakmana, sevenlerin birbirlerine yanlış yapmalarına göz yummana izin vermeyeceğim, gerekirse şuracıkta vuracağım seni. Son duanı et!”
 
Doğruluk Perisi Mugalâta’yı vurmuştu. Mugalâta yerde çırpınırken Murat sevdiği kadının yağmur gözlerinden öpemeden onu kaybetmişti. Kollarında o kadın vardı, sevdiği kadına bir anlık gafletle yanlış yaptığı o kadın. Yağmur, yağmur dolu gözlerini kaldırımların ıslaklığına razı etmişti. Silahın ateş aldığını bir tek onlar duymuşlardı:. Biri Doğruluk Perisi, diğeri ise son nefesini vermek üzere olan Mugalâta…
 
Mugalâta son nefesini verirken dünyaya yeniden geleceğini, başka insanları yanlışlarla yoldan çıkartacağını biliyordu. Onun işiydi bu. Onun adıydı bu. Ona bu yüzden Mugalâta derlerdi. Doğru gibi görünen yanlışların adresiydi o. Bir de gurur vardı, sevenlerin sevdiklerine gidememe bahaneleri olarak yaşayan. Doğruluk Perisi mugalâta’yı vurduğu ve öldürdüğü için ceza bile almadı, almazdı.
 
Çünkü zaten mugalâta başka bir düzende başka yanlışları yaşatmak için yeniden dünyada olacaktı. Doğruluk Perisi ve gurur da… Üçü aynı düzende olmasa insanlık var olmayı becerebilir miydi?
 
Gökten üç niyet düştü. Biri mugalâta, biri doğruluk perisi ve sonuncusu gurur… Kim hangisine ihtiyaç duyuyorsa onu alacaktı. Üçü hiçbir zaman yok olamazdı ama hafifletilebilirdi insanlığa kattığı acıları. İnsanoğlu doğruluğu seçmekte direnirse mugalâta kendi acısını yalnızca kendisinde sarmayı seçebilirdi belki, gurur da kendisinden bir halt olmayacağını anlayıp çeker giderdi. Anlardı ki insanlar birbirlerini sevmeye devam ettikçe daha güzeller… Anlardı ki sevdiğini sevdiğine söyleyen insanoğlu nefes aldıkça dünya hep daha güzel…
 
Dilara AKSOY
 
http://www.twitter.com/yazarprensesi
 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..