Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Muhsin başkan

Muhsin başkan
 

Muhsin Yazıcıoğlu


Kapalı bir hava. Geceden yağan yağmur yeni dinmiş. Odamın penceresini açtım. Yola, aşağıda oturan annemlerin bahçesine bakıyorum. Erik ağacı ne güzel çiçek açmış. İstanbul’un bohem şairi Orhan Veli’nin “Ağacım” şiirinden mısralar mırıldanıyorum:

“Güzel ağacım! / Sen kuruduğun zaman / Biz de inşallah / Başka mahalleye taşınmış oluruz. “

Beyhude yere, derin nefesler alıyorum yağmur sonrası toprak kokusunu ciğerlerime çekmek için. Oysa 3 – 5 kat yükselmiş taş yığınlarının bacalarından kirli dumanlar yükseliyor.

(Dipnot-1: Bizim mahalle eskiden “Bahçelievler” diye anılırdı. Akşam ezanına kadar kaygısızca koşuşturduğumuz sokaklar isten, yol kenarlarına dökülen yarı sönmüş kömürlerin kokularından geçilmiyor şimdi. 15 - 20 önce yıl oluşturulan mahallelere bile doğalgaz geldi de biz hâlâ, balkonlarımızda, Sırmalar’dan esen “kömür meltemleri”yle serinliyoruz (!) )

Çocukluğumdaki Bahçelievler günlerine dalmışken nur yüzlü annem açtı odamın kapısını.

Yanımdaki döner koltuğa oturdu. Belli ki yine gurbetteki kardeşlerimden taze haberleri vardı. Hem anlatıyor hem dönüyordu koltukta. Bir ara tam döndü. Kitap raflarının bitimindeki malzeme dolabının kapağında asılı büyük fotoğraflara gitti gözleri.

“Geçenlerde saymıştın hepsini. Dur bakayım unuttum mu, diyerek parmağını
fotoğrafların saymaya başladı.

- Bu Arif Nihat Asya. Bu Necip Fazıl Kısakürek. Bu, bu deyip sayıyordu fotoğraftaki kişileri.

Siyah beyaz bir fotoğrafa gelince durdu. Parmağı öylece kaldı.

-Oğlum bu kim?

-Muhsin Başkan, Muhsin Yazıcıoğlu. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı günlerinden o fotoğraf.

Gözleri aşağıya kaydı. Beyaz içinde iki insan. Hac yolundalar.

Eli, kadın fotoğrafında öylece kaldı. Yutkunuyordu.

-Peki Muhsin Bey’in yanındaki annesi mi?

-Evet, diyorum. Gözleri doluyor. Öylece bakıyor. Sadece bakıyor. Kimbilir içinden neler geçiriyor? Belki de bir çırpıda göz kalemiyle o karelerdeki Muhsin Başkan ve çile ana, Muhsin Yazıcıoğlu’nun annesi, yerine hemen ikimizin başını koyuyor.

Sonra dönüyor. Sesi hâlâ titriyor.

-Biliyor musun? İnsanın uzun yaşaması pek de iyi değil. Ne acılar, ne çileler, ne ölümler görüyor insan.

-Haklısın, diyorum.

***

Sözün bittiği yer bu olmalı. Annem sessizce gidiyor.

Odamda kalıyorum öylece. Gözlerim dolaba gidiyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nun fotoğrafına bakarken sanki koca bir mazi bulutu geçiyor onun fotoğrafının üzerinden. Mırıldanıyorum:

- Muhsin Başkan, sen ki 70’li yıllarda ne söndürülmez alevlerin içinden geçtin. Ankara’daki ateş çemberinin içinden yanmadan çıktın. Sen ki “Yollara Kürşad’lar uzanmış.. ölü”yken, cenazelerinde tabutlarına omuz verdiklerinle, bir bir eksilirken bile dağ gibi yiğittin.

Sen ki baştın, başkandın.

Sen ki MHP ve Ülkü Ocakları Davası’ndan dolayı ömrünün en güzel yıllarını boş yere, suçsuz; toplamı 7, 5 sene süren hapisliğinin 5, 5 yılını, 2, 5 metrekarelik
bir Yusufiye hücresinde, üstelik de dışarıda seni “can düşmanı” bilen, Dev-Yol
liderlerinden Nasuh Mitap’la da paylaşarak geçirdin. Sonrasında bırakılıverdin. Hiçbir ceza almadan.

Ne kadar kolay değil mi Muhsin Başkan, birgün o üzerine kapanan demir
kapılar büyük bir gürültüyle açıldı ve hiçbir şey olmamış gibi, “Serbestsin.” deyiverdiler.

Sonra yine mücadele. Yine mücadele. Gönlündeki o bitmez tükenmez Anadolu sevgisiyle düştün yollara. Bıkmadan, usanmadan, küsmeden, kırılmadan memleket sevgisini, birliği, dirliği anlattın durdun yıllarca. Sana yapılan bunca haksızlığa rağmen sen “Anadolu insanı”nı çok sevdin Muhsin Başkan. Onlar da seni çok sevdi. Sen vefâ timsaliydin.

Onlar da sana hep ahde vefa gösterdiler.

Muhsin Başkan, seni ilk defa 1976’nın sonlarında, şimdiki “Mavi Lokanta”nın üstündeki dernekte görmüştüm. Karacabey’deki Hara’ya staj için geldiğinde bizim kasabaya da uğramıştın birkaç arkadaşınla. Hâfızamın 32 yıllık önceki kısmında senden kalan; sürekli gülümseyen tertemiz bir yüz, 22 yaşında olmana rağmen lider ağırlıklı bir kişilik, davudî bir ses ve petrol mavisi takım elbise.

Sonra seni 1990’lı yılların birinde Almanya’nın Fürth şehrinde görmüştüm.
Nizâm-ı Âlem Ocaklarında. Aradan 20 yıl mı ne geçmişti. Sen 40’a merdiven dayıyordun ben, 35’ten gün alıyordum. Hiç değişmemiştin sanki Muhsin Başkan. Yine o gülümseyen ve güven veren o yüz. Değişen yalnızca alnında belirmeye başlayan ince çizgiler ve sana çok yakışan o bıyıklar. Epeyce sohbet etmiştik hatta ocağın mescit kısmında bir vakit namazında imamımız da sen olmuştun.

***

Teknik arızalara veya “suikast” söylentilerine girmeyeceğim Muhsin Başkan’ım. Biz kaza ve kadere inanan insanlarız. Ondandır ki biliriz: "İnnâ lillâhî ve innâ ileyhî râciûn." yüce hükmünü.Unutma Muhsin Başkan: Biz artık sensiz, çok daha “üşüyeceğiz”.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..