Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '10

 
Kategori
Güncel
 

Deyimlerle gündelik siyaset üzerine

Deyimlerle gündelik siyaset üzerine
 

Kabak Tadı vermek

Çiçeği burnunda genel başkan Kılıçdaroğlu’nun en büyük yanlışı (bence) Tayyip Erdoğan’la söz yarışına girmiş olması. Bunu eski genelbaşkan salı günleri parti meclis toplantısında zâten yapıyordu.

Kılıçdaroğlu’nun da aynı frekans üzerinden devam etmesi “değişim” adına geldiğini söyleyen biri için tutarsız bir başlangıç.

Bunu yapmak yerine seslendiği kalabalıklara AKP’den farklı olarak (olur a) iktidara geldiklerinde hangi somut projeleri uygulayacaklarını anlatması daha çok puan getirir. Aksine Konya’da Erdoğan’ın İsrail’e seslenerek Tevrat’ın 3 dilde “Öldürmeyeceksin.” emrini söylemesine karşılık Kılıçdaroğlu’nun Trakya’dan “Yalan söyleyemeyeceksin.” “Çalmayacaksın.” emirlerini hatırlatması belki ortalama insanı memnun eder ve taraftarları arasından “Vay be! gördün mü başbakana nasıl da anında cevap verdi.” gibisinden beğenme cümleleri çıkabilir, ama o kadar. Üstelik bu üslûbun Kılıçdaroğlu için bir dezavantajı da var: “Oturmuş” hitâbeti ve söze hâkimiyetiyle kitleleri etkileyen Erdoğan’a laf
yetiştirmek, öyle çok da kolay değildir.

Bindiği Dalı Kesmek

Kılıçdaroğlu, Olağan Kurultay’dan beri seslendirdiği bir söz grubu var: “Havuzlu villa.” Daha önce mütevâzı bir evde otururken, çift duvarlarla çevrili “havuzlu villa”ya taşındığından dem vurarak “başbakan olduktan sonra zengin olduğunu” ima ediyor Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın.

Kendisinin aldığı markalı, pahalı gömleği medyaya düşünce, “Bir ceket, bir gömlek…” aldım. Kasaya gittim ve parasını
kendim ödedim.” dedi Kılıçdaroğlu. Belli ki sinirlenişti bu “gömlek” işine ama pek sesini çıkarmadı.

Tam da burada bir empati yaparak, “Yahu Erdoğan yıllardır siyasetin içinde. Kazandıklarıyla (Ki hanımının da zengin bir aileden geldiği bilinir.) böyle bir villa almış olabilir.” diyerek bu artık “kabak tadı veren” “havuzlu villa” nakaratından vazgeçebilirdi. Ya da ortada bir bit yeniği varsa (villanın yasal olmayan yollardan elde edilmiş bir gelirden alındığına, ya da villayı “konduranlar”ın rüşvet olarak Erdoğan’a hediye ettiğine… dair) bu kamuoyuna belgelerle ortaya konmalıydı.

“Çamur at, izi kalsın.” siyâsette yaygın bir yöntemdir ama etkisi uzun süreli olmaz. Bu tavır, kafalara “servet düşmanlığı” mı körükleniyor acaba, sorusunu da getiriyor. Üstelik bu bir paradoks Kılıçdaroğlu için, hatta bir açmaz, bir çıkmaz. Çünkü eğer bu ülkede “havuzlu villalar”da oturanların parti tercihlerinin bir haritası çıkarılabilmiş olsaydı (rahatlıkla söyleyebilirim ki) Kılıçdaroğlu’nun partisi açık ara birinci parti çıkardı. Uzağa gitmeye gerek yok.

Bunun somut gerçek olduğunu 2009’da yapılan Yerel Seçimler’de de gördük zaten. Açın bakın İstanbul’un zengin ilçelerinin sandığa yansıyan parti tercihlerine, ne demek istediğimi anlarsınız.

Başkasının Değirmenine Su Taşımak

Kılıçdaroğlu rüzgârı aslında Yerel Seçimler sırasında esmeye başladı. Kılıçdaroğlu’nun aldığı %37 oy oranı ve 2.578.623 oy, yanlış okundu ve sürekli cilâlanarak gündemde tutuldu. Oysa 2009’daki Yerel Seçimler’de (Büyükşehir Belediye Başkanlığı için)

CHP’nin değirmenine su taşıyan birçok parti oldu.
Tipik bir örnek olarak MHP’yi verebilirim. (Ki aynı seçimlerde, aynı MHP Ordu’da belediyesi başkanlığı bazında DSP’yi destekleyerek DSP’nin adayının Belediye Başkanı seçilmesini sağladı.) MHP, 2007 Genel Seçimleri’nde, İstanbul’da %10.44 oy oranı ile 602.093 oy aldı ve 7 milletvekili çıkardı. Aynı MHP, 2009 Yerel Seçimleri’nde, aynı ilde, İl Genel Meclisi için %7.2 oranına ulaşırken bu oran, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için 5.15’e düştü. Fark: -2.05. Bu farkın kimin hânesine yazıldığını bilmek için kâhin olmaya gerek yok elbette.

AKP olmasın da, insiyakıyla hareket ederek hiç de “homojen” olmayan oyları, oyca kendisinden güçlü partiye kanalize etmenin bir mantığı var mıdır, bilemem. Ama ortaya çıkanın “aşure”ye benzediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Üstelik böyle bir yöntem partinin varlık sebebine zarar vermez mi?

MHP böyle “ittifak algılamaları”na meydan vermek yerine, Anadolu’da neden oy kaybettiğini, kalelerinin birer birer neden düştüğünü tahlil etse, çıkan sonuçtan bir ders alsa partinin geleceği için daha doğru olmaz mı? Yoksa MHP de medyanın bir kısmı ve “MHP’li laikçiler” tarafından “dizayn” edilmek istenen müstakbel bir “MHP-CHP Koalisyonu”na razı mıdır? MHP 1999’daki üçlü koalisyon sırasında aldığı yarayı unuttu mu acaba?

[O seçimlerde DSP’nin çıkardığı 136 milletvekili karşılık 129 milletvekili çıkaran MHP, dönüşümlü başbakanlığı bile seslendiremedi. Oysa 1995’deki seçim sonrasında RP’den (158) 23 milletvekili eksik çıkarmasına rağmen DYP (135) Demirel’in ayak oyunu ve 28 Şubat dayatması olmasaydı, liderini başbakanlığa taşıyacaktı. ]

Son söz: Referanduma yaklaşık 2 ay, 2011’daki seçimlere de 1 yıl var daha. Bu arada “ne olur ne biter”i kestirmek pek mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim: Bu deri daha çok su kaldırır.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..