- Kategori
- Şiir
Mum
altı yaşında ve babasına çıraklık eder sanayide.
Yangın yerinden kurtarıldıydık, ilk kurtarılacaklardan bunlar, dedilerdi.
Ateşi getirdik, etimizde, için için yanardı
Saklanırken canımıza, bir damla ateş bıraktık kuru topraklara
tutuştu tüm bir asır, ekilirken topraklara.
Anadolu yandı, yanardı, buram buram yanık, kül kokardı,
yaşadığımızı bilirdik.
Tanrıyı kurşunladılar, gökyüzünden düştü ateş: tam isabet. Yananlara selam olsun.
Görmedim dedi, doğru mu?
Duymadım dedi, akar zaman…
Zaman çağırır, de haydi, gidelim: Altımda yanar Anadolu.
Üzerimde sönmüş küllerin mavi toprağı
Karanlık dehlizlerden öğrendiydik karanlığı,
mermi hızındaki düşünenlerin tetikteki parmağı.
Yetmezdi acılar, markuez bilir, dedi, fırlamışken kurşun, ne çıkar; onca şehitler,
ne içindi tüm ölümler?
Cennette acıyı genel istekten kaldırdıydı, yeniden gelir mi bizim için?
Canımı yakanların kaşınan irinlerini pul pul çıkarıp gösterdi Anadolu’nun yeni çocukları: baak, benim yaram daha büyük!
Kaybedenlere kaybedildiğimizden değildi yazılmamız,
Ben demek göze bakmak, içine; bizde ayıptı. Anamızın yanında sevmedik yavrumuzu, nedenimiz vardı: direnecekdi; zalimdi zamanımız.
Seher yeli zamanın tükenen mumundan serpti bizi Anadolu’ya; “ben” demedik.
Acı dedik, bal olsun, sus, dedik de, ben acı çektim demedik.
Bizi parçalarken zaman, duvarlar eskidendi, ne zaman biterdi, demedik. "Ben" demedik.
Bana bir sofra kur demedik, karnım acıktı demedik, susadım demedik.
Hepimizi aynı duvara yaslayıp kurşuna dizeceklerini bilirdik,
belki ondandı;
ben demedik.
Mermilerden hızlı olduğumuzu bilirdik
hep birlikte,
acıda gibi,
çocuklara,
yürürken zülüm,
bir de doğacak bebeklere,
göğsümüzü siper ettik.