- Kategori
- İnançlar
Müminin davası özveri ister
Bugün inkara dayalı felsefe ve görüşlerin karşısında güçlü bir dava vardır. Bu, müminlerin davasıdır. Dünyadaki zulmü durduracak, insanlığa barış ve huzur getirecek olan İslam Birliği davasıdır. Allah'ın vaadi ve Peygamberimiz (sav)'in vasiyeti olan İslam ahlakının yeryüzü hakimiyeti davasıdır. Bütün Müslümanların sıkı sıkıya sarılması gereken bu dava, dev bir idealdir.
Davası olmayan, heyecanı ve ideali olmayan bir hareket mutlaka kaybeder. Küfrün, batıl da olsa bir davası vardır. Türk ve İslam aleminin birleşerek, Türkiye'nin liderliğinde dev bir topluluk oluşturması ise çok büyük bir davadır. Müslüman pasif, dini anlatmada çekimser, İslam Birliği idealine ve Allah'ın vaadine inancı zayıf bir yapıda olmamalıdır. Bu ideal, inanan her insanı motive etmeli; insana heyecan ve mücadele azmi vermelidir.
İman sahipleri, her zaman doğruyu işaret eden vicdanlarının sesini dinlerler. Ancak din, insanın sadece kendi içinde yaşaması gereken bir olgu değildir. “Dini herkes kendi vicdanında yaşamalıdır" yaygın görüşüyle dini bir yerlere hapsetme düşüncesi, Kur'an'dan habersiz olan ya da Allah’tan yüz çevirerek yaşayan kişilere ait çarpık bir iddiadır.
Allah'ın emridir; her iman sahibi insan, Rabb'inin nimetini durmaksızın anlatmakla, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla ve “yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar” fikir mücadelesi yapmakla sorumludur. Allah'ın buyruğu doğrultusunda iyi, doğru ve güzel olanı insanlara anlatmak, tavsiye etmek; işte müminin asıl görevi, asıl işi, asıl davası budur.
Ancak Allah'ın sünneti ve imtihanıdır; fikir mücadelesi içindeki samimi müminler her dönemde çeşitli baskı, engelleme ve iftiralarla karşılaşırlar. Müminlere dayanaksız iftiralar atılır, çok çirkin iddialar öne sürülür ve her devirde bunlara inanan vicdanı zayıf insanlar olur. Diğer Müslümanlar bu iftiralara inanıp inanmamakla ve korktukları için İslam'ı yaymaktan kaçınıp kaçınmadıklarıyla sınanırlar.
Samimi müminler, her dönemde Allah’a olan derin imanları, aşkları ve yalnızca O'nun rızasını kazanmayı amaç edinmeleri nedeniyle, aldıkları tepkilerden asla korkmaz, örnek bir cesaret ortaya koyarlar. Dini yayma faaliyetlerinde samimi ve cesurdurlar. Din ahlakını yaşamayanların yaptıkları baskılar, eziyetler, attıkları iftiralar müminleri korkutmaz aksine daha da şevklendirir ve motive eder.
Yaşadığımız ahir zamanda Müslümanlar arasında yaygın bir korku görüyoruz. Bu yüzden İslam'ı anlatmayı, İslam'a hizmeti ve dolayısıyla davayı bırakıyorlar. Kimi kaçıyor, kimi saklanıyor, kimi susuyor, kimi hakkın tam aksi yönde konuşuyor, kimi inkarın asıl kaynağı olan Darwinizm’in propagandası yapmaya başlıyor. Yaşadıkları korku yüzünden her biri farklı davranış sergiliyor, Müslümanlardan ayrı saflarda yer alıyor.
Müslümanlar umutsuzluğu, ürkekliği, teslimiyetçiliği ve korkaklığı bırakmalıdır; korkulacak tek güç Yüce Allah’tır. Küresel güç edebiyatı yapan ve Müslümanları pasifize etmeye çalışanlar kaale alınmamalıdır. İslam alemini dayanaksız "öcü"lerle korkutmaya çalışanlar, şeytanın görevlendirdiği kişilerdir.
Bediüzzaman bu konuda Mektubat'ta şunları söyler: “İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hissi havf’tır (korku hissidir). Dessas(gizli hilelerle aldatan) zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler. Onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafifiyeleri ve ehl-i delaletin propagandacıları, avamın (halkın) ve bilhassa ulemanın, bu damarlarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar. Çok ehemmiyetsiz evham ile çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hatta bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer.”
Dünya ehli insanların şüpheli bakmaları nedeniyle, bazı dostlarının kendisinden çekindiklerini hatta onlara hoş görünmek için kendisini olumsuz eleştirdiklerini ifade eder Bediüzzaman. Ve şöyle devam eder:
“Ben de derim: Ey Ahiret dostlarım! Benim Kuran'a hizmetkarlığımdan teberri edip (uzaklaşıp) kaçmayınız. Çünkü, inşaAllah benden size zarar gelmez. Eğer, faraza musibet gelse veya bana zulmedilse, siz benden teberriyle kurtulamazsınız. O hal ile müsibete ve tokada daha ziyade istihkak kesb edersiniz (hak kazanırsınız). Hem ne var ki evhama düşüyorsunuz?”
Korku damarı şu an daha da şiddetlenmiş durumdadır. Çünkü Müslümanlar, geçmişte sadece insanlar arasında, daha yakın zamanlarda ise gazetelerde haber oluyorlardı. Ancak bugün internette, radyo ve televizyonlarda daha yaygın şekilde haber olabiliyorlar. Bu nedenle korkunun şiddeti daha da fazladır. Onun içindir ki kınayıcının kınamasından korkmadan, tepki alacağından çekinmeden, samimi olarak İslam’ı savunan insanların sayısı azdır.
Bu Dava İman Davasıdır
Müminin davası iman davasıdır; bu dava Peygamberimiz (sav)'in, sahabelerin davasıdır. Bu, ecdadın davasıdır. Bu dava Allah'ın davasıdır. Bu davada bir insanı kurtarmak için her şey feda edilir. Bu davada benlik olmaz bu davada nefsin arzu ve tutkuları olmaz; insanın kendi zevkleri olmaz. Bu dava özveri ister. Bu dava insanı ve imanını kurtarmaktır. Kaldı ki imanını kurtarmak, insanı ölümden kurtarmaktan binlerce kat daha büyük ve değerlidir.
Bu, kutsal ve yüce bir davadır. Dava sahibi de olsa insan acizdir. Ancak Allah'a güvenip-dayanarak yaratılışı ve yeniden dirilişi kanıtlayarak insanların imanını kurtarmak için mücadele eden her bir mümin, bin nefer kuvvetindedir. Engellemek için önüne set de kurulsa, kurtulacak olan yalnızca bir kişi bile olsa mümin, seve seve Kur'an'a davet eder. Yeter ki o bir kişi sonsuz azaptan kurtulsun...
Müminler Kur'an ahlakını yaygınlaştırmak için hakkı, hakikati, güzelliği var güçleriyle anlatırlar. Peygamberimiz (sav) İslam'ın hakimiyeti konusunda şöyle buyurur: "Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmet b. Hanbel - Taberani - İbni Hibban)
İnkarcılar, müminlerin gücünü kırmak için onları dağıtmaya çalışsalar da müminler dağılmazlar aksine dağıtırlar. Kur'an ahlakının hakimiyetine engel olan küfrü dağıtırlar. Fitne yeryüzünden kalkmadan, din Allah'ın olmadan, İslam ahlakı dünyaya hakim olmadan davadan vazgeçmezler.
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Ali İmran Suresi, 173)