Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '13

 
Kategori
Kitap
 

Murat Belge "Militarist Modernleşme"

Murat Belge "Militarist Modernleşme"
 

  • Militarizm üzerine Türkiye’de yayınlanmış en önemli kitabın Murat Belge’nin “Militarist Modernleşme” olduğunu söyleyebilirim. Zira, başlığında “Militarizm” geçen iki kitaptan birisi “Militarist Modernleşme”. Tabir bu ya “Tuğla gibi bir kitap”, 800 sayfa.
  •  
  • Geçtiğimiz haftayı bu kitabı okumaya ayırmıştım. Kitabı elime aldığımda “gözüm korkmadı” diyemeyeceğim. Ama birkaç sayfa okuduktan sonra kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Akıcı, ilgi çekici ve epey kültürlendirici bir kitap… Tabi bunda Murat Belge’nin yalın anlatımının, kolay okunabilirliğinin payı oldukça fazla! Gerçi Murat Belge’yi okuyanlar, genel olarak Murat Belge’nin yazı dilini ağır bulurlar. Aslında “Ağır” demek ne kadar doğru bilemiyorum… Aslında “Ağır” demekten ziyade “Anlaşılması zor” demek bence daha doğru olur kanısındayım. Aksine Murat Belge’nin yazı dili, cümle kurguları, anlatım tekniği gayet akıcı… Peki sorun nedir? Aslında sorunun yanıtı gayet basit… Murat Belge’yi uzun zamandan beri okuyan birisiyim. Daha öncesine gidersek, Radikal’deki köşesinden düzenli takip ettiğim bir yazardı. Sonrasında Taraf Gazetesindeki köşesinden aksatmadan takip etmeyi sürdürdüm. Düzenli olarak takip ettiğiniz bir yazarın olaylara ve olgulara hangi düzlem üzerinden baktığını anlayabiliyorsunuz. Kitaplarındaki durumda farkı değil. Anlaşılması kolay… Belki de bu yüzden Murat Belge okumak bana hayli keyifli geliyor. Bu keyften olsa gerek, Murat Belge’nin, “Militarist Modernleşme” isimli kitabını hepi topu bir haftalık bir zaman dilimi içerisinde nihayete erdirdim.
  •  
  • Murat Belge, “Militarist Modernleşme” isimli kitabında Almanya-İtalya, Japonya-Hindistan, Türkiye-Yunanistan karşılaştırmaları yapmış ve bu ülkelerde, asker eliyle toplumu tepeden biçimlendirme çabalarını irdelemiş. Takdir edersiniz ki bahsi geçen ülkeler dünya üzerinde “Militarist” tanımlamasını fazlasıyla hakeden ülkeler. Bakıyorsunuz iki dünya savaşı arasına, Almanya’da Nazizmin yükselmesi ve tepesinde sünepe onbaşı Adolf Hitler’in bulunması… İtalya’da Benito Mussolini…  Bu iki isminde militarizm hususunda dünyada gösterilebilecek iki örnek olması pek tabi ki tuhaf değil. Uygulamaları, insanlığa bakış açıları tümüyle büyümek, en büyük olmak ve bunun için eller tetikte, her an savaşa hazır bir vaziyette beklemek… Gerek Alman toplumu olsun ve gerekse de İtalyanlar olsun tarihsel kimlik bakımından da militarist uygulamalar için elverişli toplumlar. Ekonomik kriz dönemlerinde ise bu yapı kendisini su yüzüne çıkarmış. Peki bu gün bu iki toplum aynı düzeyde mi? Sanırım öyle dişe dokunur bir benzerlikleri yok. Her iki toplumda faşizm ve Nazizm gibi iki belanın üzerinden bu günlere gelmişler ve bence bu gün Avrupa’da demokrasilerini ilgi çekici bir noktaya taşımışlar. Peki ya Japonya… Bence en dikkat çekici ülke Jaonya! “Faşizm” dediğimizde Japon toplumunun eline kimsenin su dökebileceğini sanmıyorum. Bu gün Japonlara gıptayla bakanların, dünyada neden en fazla öğrenci intiharının Japonya’da gerçekleştiğini incelemelerinde fayda var. En küçük bir başarısızlığı onursuzluk olarak nitelendirmek ve bunun karşılığında aileye layık olabilmek adına onurunu kurtarmak için intihar denen müesseseye başvurmak Japon kültürünün temel taşı… Sanırım bunun en bilinen örneği “Harakiri” yapmak. Kimi noktalarda ailelerin çocuklarını intihara teşvik ettiğini düşünürsek, Japonya’daki vaziyeti kavramak gerçekten güç… Aileye layık olmak, devlete layık olmak, imparatora layık olmak… Japon toplumunda “Layık” olma çabası ve bu çabanın sekteye uğraması sonrasında cana kıymak olağan karşılanan, yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi teşvik edilen bir durum. Son yıllarda Japon toplumun bu kültüründe bir nebze olsun değişim olsa da, son yılların amentüsü ise çalışılan şirketlere layık olabilme çabası… Dünya üzerinde sanırım başka hiçbir ülkede şirketlerin kendilerine özel olarak bestelettiği marşları yoktur. Bu durum sadece Japonlarda var ve çalışanlar her sabah mesaiye başlamadan önce şirket marşını söyleyerek iş başı yapıyormuş. İlginç bir durum…
  •  
  • Hindistan daha farklı bir ülke… Kalabalık bir nüfus, iç karışıklıklar, binlerce inanç anlayışı… Böyle bir toplumunda huzur bulması pek kolay değil tabi. Ülkenin bölünmesi, birleşmesi gibi birçok sorunu yaşamış Hindistan. Yanı sıra bir İngiliz sömürgesiydi. Hal böyleyken, Japonya’da ölmek onurlu bir hareketken, Hindistan’da yaşamak, yaşama çabasına girişmek onurlu bir davranış olarak karşımıza çıkıyor. İşte Mahatma Gandhi örneği… Sanırım dünyada “Sivil İtaatsizlik” hususunda parmakla gösterilebilecek tek lider. İnançlara saygı temelinde yaklaşması, özgün kıyafetleri falan pek de öyle yabana atılmayacak mücadele yöntemleri. İnsan yaşamını merkeze alarak vermiş olduğu özgürlük mücadelesinde Gandhi Hindistan’a çok şeyler katmış bir lider. Toplumu militarist kimlikten uzak tutmayı başarmış ama en nihayetinde bir suikaste kurban gitmiş.
  •  
  • Yunanistan ise daha başka… Felsefenin doğduğu topraklar… Öyle aman aman asker bağımlısı bir ülke değil Yunanistan. Ama milliyetçilik Yunan toplumunda da ilgi gören bir akım. Tabi bizim kadar olmaları zor olsa da, her toplumun kendini yücelten bir resmi tarihi, kendisini birleştiren bir takım argümanları vardır. Yöntem ise milliyetçi sloganları amentü bellemektir. Biz de milliyetçiliğin daha fazla olduğu bir gerçek. Sürekli iç düşman, dış düşman gibi temel iki anlayış üzerinden düşman üreten bir toplumda, her an savaşa hazır olmak… Militarizmin bir anlamda varlığını teminat altına alan argümanlar. Gerçi Yunanistan bildik bir darbe süreci yaşamış olsa da, ordunun toplum üzerindeki nüfuzu bizdeki kadar değil. Bizde de son yıllarda ordu toplum üzerindeki nüfuzunu kısmen de olsa kaybetti. Ama orta sınıftan yoksun olan bizim gibi toplumlarda, askerin kurucu güç odağı olması, ille de kendisini farklı bir zeminde tanımlamaya itiyor. Bir anlamda yönetme iddiasından vazgeçmiyor asker. Bizde de her zaman iç düşman tehdidi, dış düşman tehdidi gibi argümanlar askeri teyakkuz halinde tutmuş. Tabi militarist toplum yapısı savaş süreçlerinde ortaya çıkmıyor. Aksine savaş süreçlerinin dışında ortaya çıkan bir gerçek. Kadı ki Türkiye cumhuriyet tarihi boyunca iki savaş girişiminde bulunmuş ki bunlar da ordunun gücünü test etmek için ideal savaş türlerinden değil. Birisi Kore’ye asker göndermek, diğeri ise Kıbrıs… Ama bu toplum da belirgin bir militarist yapı var. Bunda Osmanlı’da Yeniçerilerin iktidarı belirleyen güç olması… Cumhuriyetle birlikte ise kurucu gücün ordu olması toplumun militarist bir kimliğe evirilmesinde önemli rol oynuyor. Murat Belge, özellikle 1950’li yıllarda “Ordu Radyosu” isimli bir kanalda askerlerin konuşmalarından kesitler vermiş ki “akıllara ziyan” demek zorunda kalıyorsunuz.  Dikkat ediniz, bu durum PKK eksenli Kürt Sorununda dahi kendisini fazlasıyla hissettiriyor. Sonuçta sorun çözümlendiğinde insanlar ölmeyecek ve kangrene dönüşmüş olan bir sorun ülke gündeminden kalkacak…  Ama zihnini resmi devlet söyleminin argümanlarıyla doldurmuş çevreler, bir türlü bu sorunun çözümüne ilişkin tavır alamıyor. Oysa toplumdaki anket çalışmalarına bakıyoruz, sorunun çözümüne toplumun çoğunluğu onay verirken, daha önceki birçok gelişmede askerin arkasında yedeklenen çevreler, “Karşılığında ne verildi?” gibi absürd bir soruyu sorarak kendilerini bağlıyorlar. Basit bir şekilde yanıt verecek olursak, en azından ülkenin bölünmeyeceği teminat altına alındı, bu durum sizi kesmiyor mu? Sanırım hepi topu bir üç beş ayın ardından çözüm sürecine destek vermekten kaçınan çevrelerde yeni paradigmayı kabullenmek zorunda kalacaklar.
  •  
  • Sanırım fazla uzattım.
  •  
  • Murat Belge’nin “Militarist Modernleşme” isimli kitabını, doğrusunu isterseniz her yurttaşın okumasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Kolay değil, 800 sayfa… Ama değiyor.
 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..