Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Mart '12

 
Kategori
Efsaneler
 

Muraya

Bilinmeyen eski kıta ve uygarlıklardan bir başkası…

Bilinmeyenlere karşı insanoğlunun merakı çok eskilere dayanmıştır.

Her şeyi, her zaman merak ederiz. Bazen komşumuzu merak ettiğimiz kadar, bazen de ünlü bir sanatçının özel hayatını merak ederiz. Bunun için magazin çok revaçta olur, bunun için tarihi diziler çok ilgi görür, bunun içinde zaten değil midir ki sinema önlerinde bir bilet almak için kuyruklarda beklenir. İşin özünde merak vardır. Bilinmeyeni merak!

Benim bilinmeyenlere merakım biraz daha da enterasan bir hal aldı.

Eski uygarlıklar, yüzbinlerce, milyonlarca yıl öncelerdeki uygarlıklar, ciddi şekilde beni cezbediyor ve meraklandırıyor.

Dünyamızda kimler yaşadılar, neler yaptılar, nasıldılar?

Bu sorular yüzünden bilgisayarın karşısından ayrılamaz oldum, bu nedendirki evimiz kitaplarla dolu, yine buna sebep olan gece gündüz karışıklığım hasıl oldu.

Merak!

Evet, eski uygarlıklar!

Bu araştırmalarım sırasında bir yazı okudum.

“Yıldızlardan gelen ağabeyler!”

“Efendim”, nasıl yani. Hangi ağabeyler, hangi yıldızlardan gelmişler. Yani başka bir yıldızdan gelmişlerse uzaylılardır bunlar, öyleyse önemli, benim ilgi alanımdan biri de muhakkak ki uzay olduğuna göre derhal araştırmalıyım.

Edindiğim bilgileri nasıl yorumlanır diye bayağı bir düşündüm. Neticede kesinleşmiş bir şey yok…

Bir efsaneden söz eder gibi anlatacağım, ya da oradaki yazıları ben okudum sizde okuyun düşüncesi içinde sizlere aktaracağım.

Geçenlerde Lemurya’yı yazmıştım, şimdi yazacağım ise:

Muraya…

Enteresan isimler! Burada Muraya’dan söz edilirken Lemurya’da yazılmış.

Bu uygarlığın birbirini izleyen birkaç safha geçirdiğini ileri süren Isabel Buell:

Lemurya bir zamanlar, şimdi Pasifik Okyanusunun bulunduğu yerde bulunuyordu. Hem ilkel hem de uygar insanların yurduydu. Bu ülkenin daha evrimleşmiş ırkları lisan aracını geliştirirken diğerleri telepati yoluyla anlaşıyorlardı.

Bu muazzam kıta binlerce yıl süreyle ayakta kalarak çeşitli kültürlerin kaynağı oldu.

Muhtemelen aynı bugünkü gibi o günlerde de görülen ırklar ve kültürler arası çeşitlilik Lemurya’nın bugünkü tariflerinin birbirinden farklı olmasına yol açmaktadır. Bu yarı-mitolojik adalara atfedilen adlarda, çoğunlukla bir “a” sesi ve “mu” hecesine rastlanmaktadır.

Isabel Buell, 20 Ağustos 1974’ de şunları anlatmıştır:

“Bugün size Muraya’dan bahsedeceğim. Burası, Lemurya’dan çok önceleri mevcut olan bir kıtadır. Kökeni eski zamanlarda –en azından 4.000.000 yıl öncesinde kaybolmuştur.Muraya aynı Avustralya gibi muazzam bir ada-kıta, gerçek bir Aden Bahçesi’ydi.

Hem iyi hem de kötü insanlara sahipti, ancak kıtanın mahvına bu insanlar yol açmamıştı. Muraya’nın gelişmesi ve gerilemesi, gezegenin evrimine bağlı olarak doğal bir şekilde meydana gelmişti. Fiziki olarak ilkeldi ama spritüel enerjiler açısından evrimleşmişti.

Lemurya Uygarlığını başlatanlar da Murayalılardır. Adlarında aynı sesin bulunmasının nedeni budur. Lemurya “mu” hecesini Muraya’dan aldı.

“Kıtanın büyük bir kısmı ekvator boyunca uzanıyordu

Isı 25 derece ile 30 derece arasında değişirdi.  Bugünkü kıtalar gibi dünya üzerinde boylamasına değil de daha çok uzunlamasına yer alıyordu.

Gezegenin sarsılmasına neden olan afet sırasında kıtalar değişti. Gezegenin her sarsılışı sırasında kıtalar ileri geri yer değiştirirler. O zamanlar dünyanın diğer yerlerinde çok az insan bulunmasının yanı sıra kara kütleleri de suyla kaplı alanlara nazaran çok az yer tutuyordu. Bir kıta daha vardı ama orası, çoğunlukla iri hayvanlarla meskûndu.

“ Muraya halkı renk, boy ve gönül rahatlığı bakımından şimdiki Güney Pasifik’teki Adalılara benziyorlardı.”

Aynı fiziki ve zihni yapılara sahiptiler. Tekerleği kullanmalarına karşın makineleşmiş değillerdi.

“Yıldızlardan gelen ağabeylerimizi”

İlk anlayan ve kozmik güçlerin nasıl kullanılacağını ilk bilenlerdendiler.

Bu insanlar Tanrı karşısındaki yerlerini anlıyor gibi görünüyorlardı. O zamanın insanları astral bedenleri ile seyahat ederlerdi. Bunu onlara,

“yıldızlardan gelen ağabeyler” Öğretmişti. Bu yöntemle uzaylıların kendileri de yıldızlara seyahat edebilirlerdi.

Hava son derece saftı; aynı gıdalar ve su gibi. Giyim kuşam atmosfer şatlarından dolayı ilkel ve gelişigüzel bir biçimdeydi. Sarongları andıran, sade elbiseleri vardı. Seksüel sorun ve nüfus artışı diye bir şey yoktu. İnsanlar yıldız sistemi ile ürüyorlardı.

“ Denizler canlı bir mavi ve yeşil renktedirler. Sanki “Technicolor”la renklendirilmiş bulutlarla bezenik olan gökyüzünün rengi tarif edilemez. Bazı bulutlar beyaz bazıları da gökkuşağı rengindedir. Sarı, mavi, yeşil pembe ve eflatun- kırmızı hariç- renkleri vardır. Sürekli gökkuşakları arasında yaşıyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Tüm bu manzara öylesine zengin ve canlı ki şimdiki dünya bunun yanda gri renkte kalır.

“Kum saf beyaz renkte... Hiç volkanik faaliyet olmadığından ne siyah kum var, ne de kırmızı toprak.

Bitki örtüsünün yeşili nerdeyse kör edici güçte… Devasa filodendronlara benzer bitkiler görüyorum. Evler daire biçimde. Bu bakımdan Atlantis’in evlerine benziyorlar. Bu kulübeler de değişebilir nitelikte. İnsanlar çoğunlukla, bunların içinde değil de toprak üstünde ya da bulundukları herhangi bir yerde uyuyorlar. Tehlikeli hayvanlar ya da sokan böcekler, tehdit eden unsurlar yok, sadece muazzam bir ahenk ve huzur var.

“Evrensel, güçlü, eğilebilir, içi boş, kambu şeklinde kamışlardan yapılmış gibi görünmektedir. Kamışlar hiç solmayan, harikulade bir koyu yeşil tondadır. Eğilip bükülerek birçok şekle sokulabildikleri gibi çok da dayanıklıdırlar. Evler hem değirmi hem de piramit biçimindedir. Kapılar ve pencereler doğal bir şekilde yerlerini bulmuştur. Kamışların bir ucu toprağa sokulurken diğer ucu, evi oluşturacak dairevi mekânın tavandaki merkezine doğru eğilir ve bu noktada diğer kamışların ucu ile bağlanır. Kamışlar yeryüzünün güçlerini geçiren bir iletken gibi faaliyet gösterirler.

Dış yüzeyden yukarıya doğru ulaşan enerji akımı merkezden geriye döner.

Halk bu sanatı

“yıldızlardan gelen ağabeylerden”

Öğrenmişti.”(alıntı)

Dedim ya. Eskiler, çok eskiler. Şimdi siz benim yerimde olun, böyle bilinmeyenleri okuyun ve merak etmeyin. Bunlar safsatadır diyin. İyi o zaman safsataysa bu kadar bilim adamı, bu kadar medyum ve de meraklı insanlar niye bu bilinmeyenlerin derdine düşmüşler. Efsaneler hep birer gerçekten yola çıkmış anlatılar değilmidir. Öyledir. O zamanbunlarında doğruluk payları vardır. Mu kıtası ile ilgili bilgileri araştırırken yazdığım Taşlar Kitabım için, piramitlerle onların bağlantılarını buldum. Mu kıtasından kaçanlar dünyanın her tarafına dağılmışlar çeşitli yerlerde çeşitli şekillerde pramit benzeri yerler inşa etmişler. Üstelik hala nasıl yapıldıkları hakkında kesin bilgilere kimse sahip değil…

O zaman aklınız karışıyor diyorsunuz ki, ben bu bilinmeyenleri biraz daha araştırayım, öğreneyim…

Bir başka yazımda buluşmak üzere…

 

Nazan Şara Şatana

 

http:// http://www.facebook.com/#!/profile.php?id=100002892442552

 

https://twitter.com/#!/nazansarasatana

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara