Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '08

 
Kategori
Sinema
 

Mustafa... Bu filmi mutlaka izlemelisiniz.

Mustafa... Bu filmi mutlaka izlemelisiniz.
 

Resim Kaynağı: Candündar.com


Bir kişinin insan yönünü görmek ya da göstermek nasıl olur? İnsan yön ne demektir?

Atatürk’ ün insan yönünü gösterdik, gördük diyenlere sormak istediğim bir sorudur bu.

Atatürk’ ün insan yönünü gösterdim diyen Sayın Can Dündar tarzında bir belgesel hazırlasam ve hayali bir gazetecinin (tamamı uydurma olan) hayat öyküsünü “insan yönünü anlatıyorum” diyerek aşağıdaki gibi anlatsam film hakkındaki düşüncelerimi anlatabilmiş olur muyum acaba?

***

Boğaza karşı, bahçeli, iki odalı, ahşap duvarları tahtakurusu dolu bir gecekonduda dünyaya gelen Can tahtakurularının teninde açtığı yaralar yüzünden tahtakurularını hiç sevmezdi. Sevmediği bir diğer şey de kendisine “bitli” denmesiydi.

Çok güzel bir çocuk olan ama baba sevgisi görmediği için pısırık büyüyen Can’ ın çocukken en sevdiği oyun doktorculuk oynamaktı.

Parlak zekası ilk olarak doktorculuk oynadığı yaşlarda kendisini gösterdi. Oyun oynamak bahanesiyle kızları toplar, kendisi doktor, kızlar da hasta olurlardı. Muayene ve tedavi bahanesiyle kızların oralarını, buralarını açtırır okşar, severdi. Bu oyunun ileri yaşlarda başına iç açacağını, bu yüzden taciz ettiği kızdan okkalı bir tokat yiyeceğini ve mahkemelerde sürüneceğini hiç düşünmemişti.

Zeki ve çevik bir çocuk olan Can, yedi yaşındayken komşularının oğlu olan Ahmet tarafından türlü tacizlere uğradığı ve durmadan sopa yediği için, içinde adı Ahmet olanlara karşı inanılmaz bir öfke vardı. Bu öfkesini yıllarca içinden atamadığı için Ahmet isimli muhabiri işten attırmıştı.

İlkokul yıllarında zekası ve babasının yurtdışı görevlere gittiğinde öğretmenlerine getirdiği ilginç hediyeler nedeniyle öğretmenlerinin ilgisini çekmekte gecikmedi. Yakasına takılan kırmızı kurdeleler sanki gelecekteki başarılarını işaret ediyordu.

İlkokulu üstün başarıyla bitirdi. Ortaokula başladığı gün, okula ilk okulda kazandığı kırmızı kurdeleleri göğsüne takarak gittiği için arkadaşlarının antipatisini kazandı. Kendisini dışlayan arkadaşlarının hiç birisi onun bir gün medya gücünü kullanarak kendileri ile ilgili intikam dolu belgeseller yapacağını düşünmemişlerdi.

Onu ilk keşfeden Türkçe öğretmeni olmuştu. Bir gün, annesinin köyünden gelen iki kilo peyniri edebiyat öğretmeni Tevfik beyin evine götürdüğünde öğretmeni “senin Türkçen çok güzel, ileride edebiyatçı olursun, ben de tam senin yazılı kağıdını okuyordum, on üzerinden on aldın, aferin” dediğinde kalemle kazanmanın dayanılmaz cazibesini keşfetmişti.

İşte o gün gazeteci olmaya karar verdi. Gazeteci olacak ve Ü. Yaşar Oğuzcan’ dan arakladığı cümlelerle romantik yazılar yazacaktı. O günlerde internet denilen bir nimetin kendi hayatında önemli roller oynayacağını düşünmemişti, ama büyüyüp gazeteci olduğunda internette kendi yazılarını sahte isimlerle forward ederek haklı bir üne kavuştu.

Parlak üniversite yıllarında sadece kuru fasulye ile beslendiği için arkadaşları ona “gazcan” adını takmışlardı. Amfide ne zaman pis bir koku duyulsa tüm gözler kendisine çevrilir, o da masumiyetini ifade edebilmek için ayağa kalkar; parmağını ağzına sokup “oooo” dedikten sonra “kim o-sur- du, bit o–sur-du, o-su- ra-nın kı-çı-na iğ-ne bat-sın” tekerlemesini söyler, tekerlemenin her hecesinde bir arkadaşını işaret ederdi. Tekerleme bittiğinde parmağı hangi arkadaşını gösteriyorsa “işte bu osurdu” derdi.

Zekası, güçlü edebiyatı, masum ve güzel yüzü ile kızların çok ilgisini çekiyordu. Ama bir gün meşhur tekerlemesinin sonunda parmağı Pelin’ i gösterdiğinde tüm karizması bitmişti. Çünkü tam Pelin’ i işaret ettiğinde kıçını gene tutamamıştı. Pelin bu duruma çok gülmüştü.

Güçlü kalemi sayesinde bu durumun utancından kendisini kurtarmıştı. Güçlü kalemini önce sıkıyönetime ihbar mektubu yazmak, sonra da içeride işkenceler gören Pelin’ e teselli mektupları yazmak için kullanmıştı. Pelin mahpusta öldüğünde cenazesinde yine onun güçlü kaleminden çıkan basın bildirisi okunmuştu. Pelin' i ihbar edenin o olduğunu kimse bilmeyecekti.

Üniversite yıllarında da başarıdan başarıya koşuyordu. Başı polisle derde giren tüm öğretim üyelerini (babasının mesleği sayesinde) siyasi şubeden işkence yemeden çıkartabilmesi onu üniversitede haklı bir üne kavuşturmuş, tüm öğretmenleri tarafından sevilir, sayılır olmuştu.

Haklı ününü duyan dekan bir gün kendisini çağırarak “benim adımda Can, senin adın da Can, ikimiz karışıyoruz, bundan sonra senin adın belgeselci Can olsun” dediğinde hangi belgeselleri çekeceğini düşünmeye başlamıştı.

Bu düşüncesini zeki ve parlak bir mesleki kariyeri olan babasına açtığında aldığı yanıt tüm geleceğini şekillendirmişti. Babası ona “ne düşünüyorsun oğlum, kimin kağnısı gıcırdıyorsa onun belgeselini yap” demişti. O da öyle yaptı.

Her belgeselden sonraki muhteşem başarısını boğazda rakı içerek kutladı. Tek başınaydı, çünkü otlakçılara hiç tahammülü yoktu. Arkadaşları ona (gereksiz yere) cimri derlerdi.

**

Buraya kadar yazdıklarımın hepsi müptezel mizah kıvamında, ünlü bir kişinin tamamı uydurma olan “güya insan yönünü” anlatmıyor mu?

Her övgünün arkasından “güya maksadı aşan” bir cümle ile övdüğüm kişiyi yerin dibine sokmuyor muyum?

İşte buna “överken yermek” denir.

Överken yermenin ne olduğunu anlamadıysanız size bir film tavsiye edeceğim, bu filmi mutlaka izleyin.

Filmin Adı; Mustafa...

Bir insanın insan yönünü(!) överken yermenin nasıl yapıldığını anlatan en güzel film. Bu konudaki en güzel belgesel.


Mutlaka izleyin, bir gün lazım olabilir.

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..