Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

04 Aralık '21

 
Kategori
Anılar
 

Nane Yağcı Komşumuz

Naneci Kekik Yağcı
 
Çocukluğumun geçtiği Bey Mahallesi'nde (günümüzdeki adıyla Gazikemal Mahallesi) büyükbabama ait, üç katlı, ahşap konağımızın bitişiğinde yüzlerini fazla görmediğimiz bir komşumuz ikamet ederdi. Onların yüzlerini görmeyişimizi bizim evdeki büyüklerimiz "Evlerinde yoğun çalışıyorlar, komşularla görüşmeye zaman bulamıyorlar" diyerek izah ederlerdi.
 
Yoğun çalışmanın ne demek olduğunu bilmediğim bir yaşta olmalıydım ki meraklanıp bana bunu söyleyen büyüğüme tekrardan soruyordum. "Yoğun çalışma ne demek, ne yapıyorlar? "
 
Karşılık olarak ne denirdi ki, aldığım cevap eminim beni baştan savıcı oluyordu. Çünkü ben beynime yer eden bu yoğun çalışmayı ilkokula başladığım ilk günlerde, daha ABC'yi öğrenmeye başlamışlığımızda öğretmenimize de sormuştum. Öğretmenimde bana: "Devamlı iş yapmak, dinlenmeye, komşularla dahi görüşmeye fırsat bulamamak" diye izahatte bulunmuştu.
 
Sonra hiç sıkılmadan her sorumuza cevap vererek bizi bilgilendiren öğretmenime demiştim ki: "Öğretmenim bizim evimize bitişik bir ev var. Lakin biz onları hiç görmüyoruz. Büyüklerim onların yoğun çalıştıklarından görünmediklerini söylediler."
 
Bu sözlerim üzerine öğretmenimde bana: "Komşularınızın kim olduğunu çok merak ediyorsan, yüzlerini görmek istiyorsan beraber gider bakarız. .Acaba seni bu kadar merak ettirenler kimlermiş, neden hiç dışarda görünmüyorlarmış birlikte öğreniriz"dedi.
 
O yıllarda ilk okulda ders saatleri sabah 8.00 - öğle 12, öğleden sonra 1.30- 15.30 süreliydi. Öğle öncesi 3 ders, öğleden sonrada 2 ders olmak üzere 65 kişilik sınıfımızda toplam 5 ders yapıyorduk.
 
Öğretmenimle konuyu görüştüğüm gün öğle sonrası ders bitiminde beraberce bizim mahalleye geldik. Öğretmenim doğrudan bizim evin bitişiğindeki komşu evin kapısını çaldı. Az sonra da kapıya orta boylu yanakları kırmızıya çalan orta yaşlı bir adam çıktı. Adam hiç bizi süzmeden öğretmenime "Buyur hanımefendi ne istiyorsunuz," diye sordu.
 
Öğretmenim kendisini tanıttıktan sonra benim kimliğimden ve merakımdan bahsetti. Kendilerini tanımak istediğimizi söyledi.
 
Orta yaşlı orta boylu adam al yanaklarını yayvanlaştırarak gülümserken başımı okşadı. "Ben tanıyorum bu kızımızı, komşumuz Asım Efendi'nin torunu kendisi, dedesiyle her namaz vakti camide buluşur, cami çıkışında hoş sohbetler ederiz. Lakin ev ziyaretlerimiz olmaz, gerçekten yoğun çalışırız biz." dedi.
 
Öğretmenim işte bu yoğunluğun ne olduğunu bize göstermesini ve benim gözlemleyerek merakımın giderilmesini bir kez de rica etti. Beynimdeki soru işaretlerinin kalkmasının buna bağlı olduğunu dile getirdi. Yüzünü ilk defa gördüğümden bakışlarımı al yanaklarından alamadığım komşu amca, saygılı bir duruşla kenara çekilerek bizi içeriye buyur etti.
 
İki katlı, görkemli ahşap evin alt katında bulunan hanayına giriş yaparken burnumuza gelen taze ot kokularından adeta kendimizden geçmiştik. Öğretmenim: "Burası ne güzel taze nane ve kekik kokuyor" dedi.
 
Komşu amca da "Evet kızım, biz burada nane ve kekik yağı üretimi yapıyoruz. Üst katta yatar kalkarız bu hanayda da nane kekik depomuz ve üretim yaptığımız alanımız mevcut. İmbiklerimiz, kazanlarımız hep bu alandadır. Ailecek biz bu işi yaparız. Sabah erkenden karım ve iki oğlumla dağlara çıkar kekik toplarız, dere kenarlarından nanelerin yapraklarını dallarını incitmeden alırız. Sonra çuvallarla sırtlanır getiririz. Hiç canlarını incitmeden nazikçe hanaya sereriz. Biraz dinlenmelerini sağladıktan sonra kucaklarız kovalara koyarız sonra bütün gün onları imbikten geçirip yağını çıkartırız. Onlar Allah'ın bize bahşettiği güzelliklerdir. Biz onlara sevgi saygı göstererek davranırız, onlarda bize hizmet etmenin bilincindelermiş gibi kokularını kaybetmeden yağlarını son damlasına kadar kazanlara doldururlar. Biz bu işleri oğullarımla yaparken hanımımda bütün gün yağları koyacağımız küçük şişeleri yıkar temizler, şişelere doldurduğumuz yağlar uçmasın diye hemen ağızlarını tıpalar. Üzerine şişenin içinde ne olduğunu belirten etiketlerini yapıştırır. Ben onları akşam saatlerinde tüccara götürürüm. Tüccarda bu ufak şişeleri sokak satıcılarına dağıtır. O adamlar alabildikleri kadar şişeleri sepetlerine koyarlar, mahalle aralarında simit satar gibi "nane yağcı, kekik yağcı geldi hanımlar beyler" diye bağırarak satarlar. Parasının bir kısmı tüccara kalır, diğer kısmıyla ev, aile geçindirirler. Kekik yağını, nane yağını alanlar doktor yüzü görmez. Hastalar bunlardan deva bulur, sağlam insan da sağlığını korumuş olur. O yüzden her eve girer bu kekiğin, nanenin yağı. Onca kekiği dağlardan toplayıp eve yetiştirecez, sonra ihtiyacı olana ulaştıracağız diye bizde ailecek adeta durmaksızın uğraşıp dururuz. Ne kadar yoğun olduğumuzu var sen hesap et. Namaz vakitlerine ayırabildiğimiz zaman dışında az yemek, az uykuyla saatlerce çalışırız. Yani işimizin hakkını vererek yapıyoruz. Rızkımız da bereketli oluyor elhamdülillah. Bu yüzden komşuları ziyarete vaktimiz olmaz. Ancak camide, yahut bayramda seyranda gördüğümüz kadarıyla görüşüp helallaşırız."
 
Nane, kekik yağı üreticisi amca bunları öğretmenime anlatırken öyle dikkatli dinlemiştim ki, anlamadığım hiç bir nokta kalmamıştı. O günden sonra ne iş yapıyorsam yoğun çalışmayı şiar edindim. Üstlendiğim bütün görevlerimi o yüzden hakkını vererek yaptım ki kazancım helal getiri olsun. Ve ben de günün sonunda dinlenmeye zaman bulduğumda, başımı yastığa her koyduğumda iç rahatlığıyla elhamdülillah diyebildim.
 
Komşumuz olan o amcaya da o günden sonra yüzünü hiç görmesem de hatırladıkça hep " Yağcı amca "diye hitap ettim. lakin onun yağcılığı ele güne değildi, alın teriyle ekmek kazanımıydı. Sonra ki yıllarda gördüğüm kula kulluk edenlere, el etek öpenlere de yağcı denildiğini öğrenince yağcı amcayı aklıma getirmemeye gayret ettim.
 
Profesyonel olarak gazetecilik mesleğime başladığım yirmili yaşlarımın başında nane ve kekik yağı üretimi yapımının yaygınlaşması için çok uğraş verdim. Bir kekik yağı üretimi yapan fabrikanın kurulması halinde, bu işten onlarca kişinin para kazanabileceğini savundum. Ne yazık ki, kimse oralı olmadı. Bunun nedeni şehrin ileri gelenlerinden bir bilene sorduğumda karşılık olarak şu cevabı almıştım.
 
"Senin çocukluğundaki insanlar kanaatkârdı. Ufak bir şişe nane, kekik yağı satışından elde ettiği parayla evine bir ekmek alabilen şükreder, yetinirdi. Gençler okudukça gözü açıldı, fabrikada çalışmayı ar sayanlar oldu. Okuyup memur olanlar azla yetinmeyi yanlış buldu. Hatta enayilik saydı çoğu. İlaç sanayide gelişince kimya girdi devreye teknoloji gelişti. Pek çok şey onların eliyle üretilir oldu. Nane ve kekik yağları çoğu insanlarca 'tu kaka' muamelesi gördü. Ot bilindi, kullanımı unutuldu. Şimdi sabahın köründe kim dağlara giderde koca dağların bağrından kekik toplar, eteklerinden nane yaprağı yolar? İlaç sanayicileri ilmi bilenlerce nanenin kekiğin değerinden değer kazanıyor. Dolayısıyla toplanma işlerini toptan görüyorlar artık. Yolluyor çalışanlarını makinelerle yoluyorlar kekiği, naneyi, makineye yaptırıyorlar bu işi acımasızca. Sonrada sanayilerinde ne şekil, ne amaçla kullanıyorlar bilinmez. O işlerin ne şekil olduğunu onların fabrikalarına izin veren devlet büyükleri bilir ancak.."
 
Evet devlet büyükleri biliyor, bir de alternatif tıp diye bu işin sırrını çözen ve ticaretini yapanlar biliyorlar.
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..