- Kategori
- Siyaset
Nato’nun Saygısızlığı, Suud’ın Pervasızlığı ve Tüketilen İlişkiler

Uluslararası ilişkilerde baş döndürücü hızda gelişmeler yaşanıyor. Olaylar öyle hızlı akıyor ki, elinde kumanda televizyonun karşısında oturan birinin sürekli zapping yapması gibi seyrediyorum dış politikayı.
Başım dönüyor… Bir anlam vermiyorum…
Eskiden dış politika uzmanları ve analizciler uluslararası ilişkileri analiz ederken belli bir mantığa oturturlardı. Ve büyük oranda isabetli de olurdu. Gelişmeler onları doğrulardı. Şimdi dikkat ediyor musunuz, hiçbirinin yaptığı yorum ve analiz doğru çıkmıyor, isabetli olmuyor. Öngörüler genellikle boşta kalıyor.
Zihinlerde oluşan bir soru işaretinin cevabını bulmadan, şaşkınlığını üzerimizden atmadan ikinci bir soru geliyor. Önceleri afallıyoruz. Sonra ‘bakalım altından ne çıkacak?’ diyoruz. İşin garibi, ‘altında çıkanlar’ bizi değil tatmin etmek, başka şaşkınlıklara götürüyor.
Kısacası; her türlü ahlaki değerin, tutarlılığın, mantığın olmadığı bir rüya âlemindeyiz gibi bir duygu yaşıyoruz. Eskiden kapalı kapılar ardından yapılan hıyanetler, şimdi pervasızca, kimsenin yüzü kızarmadan aleni sergileniyor.
Cenaze evinde, düğünden konuşanların umursamazlığını, vurdumduymazlığını görüyorsunuz.
Bakın NATO gibi ciddi olduğunu zannettiğimiz bir kurumun yaptıklarına. Ortaokulda okuyan şımarık ve terbiyesiz bir öğrencinin öğretmenine yaptığı haddini aşan şakalar gibi davranışlar sergiliyor. Kurumun en sadık müttefiki olan Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı’nı düşman gösterecek kadar adileşebiliyor.
Amacı neydi? İnanın bilmiyorum. Tutarlı bir yorum da yapamıyorum. Tek aklıma gelen şey; Onuruna düşkün olan bu milletin sinir uçlarıyla oynamak, tahrik etmek, yanlış yapmaya götürmek ve yalnızlaştırmaktır.
Bakın Lübnan Başbakanı Hariri’nın yaptıklarına. Bir başka ülkeye gidiyor ve orada istifasını açıklıyor. Sonra da geri dönmüyor… Normal siyasi hayatta böyle bir şey yaşanmadı. Utanmadan da “can güvenliğim tehlikede” diyor.
Suudi Arabistan’da yaşanan pervasızlığa ne demeli? Müslümanlarla savaş halinde olan, Kudüs’ü işgal eden, binlerce Filistinliye öldüren İsrail lehine bir anda fetva çıkartıyor: “İsrail ile savaşmak caiz değil.”
Savaş olmasın, bunu kimse istememelidir de.
Amma…. Yıllardır Müslüman topraklarını işgal eden ve onlarla savaş halinde olan bir devletle ilgili söylenecek söz bu kadar hayâdan yoksun mu olmalıydı? Utanmadan, sıkılmadan ve şehit edilen Filistinlilerin ailelerinin acılarını hesaba katmadan barış çubuğu uzatmak neyin nesidir?
Ayrıca, konuyu politik gerekçelerle izah da edilebilirdi. Belik, yapılan pervasızlığı bir nebze de olsa örtebilirdi. Ama öyle de yapmadı. Konuya dini bir hükümle nokta koydu. Adeta Filistinlilerin yüzüne kılıç sallar gibi, keskin bir mesaj gönderdi: “İsrail ile savaşmak caiz değil”
Evet, ilişkiler de duygular da çok hızlı ve pervasızca tüketiliyor. Eskiden değil, dostluklar, ilişkiler, eşyalar bile kolay kolay tüketilmezdi.
Eşyaların bile bir hatırı vardı….
Eski bir araba için bile “emektarımız” denilerek sahip çıkılırdı. O arabayı eğer satmak zorunda kaldıysak, yeni sahibiyle dost olurduk artık. Çünkü aramızda ortak değer verdiğimiz bir nesne vardı. Aynı şey, tüm eşyalarımız için de geçerliydi. Kolay kolay elden çıkaramazdık. Onlarla dost gibi bir ilişki kurardık.
Şimdi, artık hiçbir şeyin kıymeti kalmadı. Her şeyi tüketiyoruz…
Hem de pervasızca….