Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '07

 
Kategori
Kitap
 

Ne kadar okur, o kadar umut!

Ne kadar okur, o kadar umut!
 

İsterdim ki ben,
bir kitap bekçisi olayım
camları güneşli bir kitap evinde.
Duyduğum zevklerin en doyulmazıdır -
yıldızlı cenup denizlerinin alevinde
sabahlar gibi
sevilen bir kitap başında sabahlamak...."
Kitaplar, kitaplar...

Böyle yazmış Nazım.. Kitap sevgisiyle doğru orantılı değil midir memleketin hâli pür melâli? Ne kadar çok okur, o kadar çok umut... Keşke "ne ka ekmek, o kadar küffte" gibi basite indirgenebilse ama ülkenin çetrefilli ve kurtarılacak sayısız meselesi arasında okuma(ma)k da var. Kitap fuarının yolunu tutarken o bilindik hikaye geldi aklıma. Sonsuz bir kumsala vurmuş deniz yıldızlarını bıkmadan teker teker suya kavuşturuyordu adam. Yanına gelip de " iyi de, ne değişecek ki?Kumsal deniz yıldızıyla dolu " diye hayretle soran birine bir deniz yıldızı daha atıp denize 'bunun için değişti işte" diye cevaplayan o kahraman misali herkes kendini kurtarsa diye düşüne taşına girdim Montrö kapısından içeri. Yaklaşırken fuarın ana girişine uzaktan bir kuyruk çarptı gözüme. Fuarın içinde fatura ödeme kuyruğu olacak hali yok dedim, ne ola ki bu ? Acep bir manken mi gelmişti, yoksa şarkıları işportaya çıkmamış yeni bir "sanatçı" mı ? Başka bir fuarla mı çakışmıştı yoksa? Yaklaştığımda yanıldığıma sevindim. Zira bu umutvari kalabalık kitapseverler ordusuydu!

İzmir"de 12. yılını dolduran kitap Fuarına olan bu ilgi, daha giriş kapısında bekleşen onca insanla gösterince kendini, mutlu oldum.Karıştım insan kalabalığına, güneş tepede ve yakıcı olmaya başlamışken kimsenin gıkı çıkmıyor. Kararlı bir kalabalık! Kimse kimsenin sırasına "kaynak" yapmıyor kimse önden atlayıp "şark kurnazlığı" göstermiyor. Okumanın belirtileri duruştan anlaşılıyor mu ne? Yaşanası bir havaydı! Ne olduğu, kim olduğu ne düşündüğü önemsiz.Okuyor ya, farkında ya, sürüler içinden ayrılacak ne çok karakoyun...Aynı şeyi belediye otobüslerinde giderken de ister istemez düşünürüm; bu kent hiç de azımsanmayacak kitap kurduyla dolu. Kişi başına düşen kitap okuma oranlarının yerlerde değil de biraz daha zeminüstü (!) olmasında bu şehrin önemli payı var diye sebeplenirim. Kötünün iyisi işte, yetersiz ama bu da birşeydir!

Okul anı defterlerinin vazgeçilmez sorusuydu. Boş zamanlarında neler yaparsın? Neler yapılır? Gezilir, tozulur, haytalık yapılır, film izlenir... doğrusu bu! Ama o soru, boşluğu doldurunuz türünden olduğundan, hepsi yanlış seçenektir. Doğru cevap malum olduğu üzre kitap okurum olacaktı. Yoksa ayıp olur, yanlış olur. Öyle olmadığı bal gibi aşikardır. Kime ne? Ne tür kitaplar okursun diye peşinden sökün eden soru olmadıkça sorun yok.Varsa vay halimize! Düşün düşün dur. Cin Ali serüvenlerini mi yazmalı (!) Cin Ali okulda, askerde, evlendi... (uydurmaa! ) Al sana serisi işte. Hâlâ tutuluyorsa anı defterleri, şimdi durum nicedir, bakmak isterim.
Sunay Akın, okumak aslında başlıbaşına bir iştir ve dolu zamanlarda yapılır demişti.Bizler okumamaya mazeret olarak iş, güç hayat meyat hallerini gösteririz. "Bitmeyen işler yüzünden, siz böyle olsun istemezdiniz " ama mazereti haklı göstermeyi umduğumuz nafile ve uzunca bir listemiz hep vardır.

Televizyon karşısında geçirilen saatler, futbol müsabakalarından çalınan zamanlar, internet başında gereğinden çok geçirilen geceler... Daha çabuk bitirilecek işleri zamana yaya yaya okunacak vakitlerden çalarız.Neyin boş, neyin daha dolu zaman uğraşı olduğu aklımızın envanterine bir dökülse kimbilir neler çıkar ortaya. Şu birikmiş işleri bir halledebilsek deriz, bitmez! O liste uzadıkça uzar. Kitap da bekler. Birgün, birhafta, bir ay...Neyse ki hiç alınmaz, kırılmaz, bizi hep güleç yargısız karşılayan güzel bir dosttur. Ne zaman açarsak içini o zaman buluruz kendimizi. Kenarlarına notlar düşer, hayatla yüzleştirdikten sonra yeniden okuruz. Altı çizilen satırların o kadar da matah olmadığı, içimizin anlamının değiştiği, kaybettiği olur.O çizilen cümleler başka cümlelerle yer değiştirir. Her önsöz, önümüze açılan yeni bir hayatın da giriş basamağı gibidir.Hangi dünyalara sürükleyecek ne maceralar, ne fikir fırtınalarında bırakacak? Okumadan anlaşılmaz. Başucumuzda bekleyen satırlarımız vardır.Ömrümüzün anlamına eşitlenen bizi karanlık gecelerin koynundan söküp alan, kendimizin içinden yeni benler çıkarıp yüzleştiren, tokat yemiş gibi sersemletip, bulutlar üzerinde gezdiren kitaplar...
Bir zaman geçtikten sonra sevdiğiniz kitabın sayfaları arasında yeniden gezintiye çıktığınızda çay kahve lekelerine rastlar mısınız siz de? Ne çok severim ben.Şu sayfada az cebelleşilmemiştir şurası sular seller gibi gitmiştir. Şiir kitaplarında da en sevilen şiire denk gelen yerine yapraklar çicekler konur, kurutulur. Deniz kenarında okunmuşsa kum tanecikleri bulunur kiminin arasında."Küçük bir dolapta dünyalar vardır düşünemezsiniz..."

Bir de tadı alındığında kokusuna alışmış kurtlar gibi okumanın uğraş haline geldiği durumlar var ki...Yerine göre o da ayrı bir derttir! Göğünüzde sayısız yıldızın kaydığını düşünün! Hangisine bakarak dileğinizi tutacaksınız?! Huzursuz edici bir hal...! Beni oku beni oku diyen kitaplar birikir de birikir...

Kitap yakılan, yasaklanan bir ülkenin fertleri olarak biricik derdimiz bu olsun.!
Her şehre bir kitap fuarı kurulsun...!

Fotoğraf: İşte o kalabalığın delili...İnanmazsanız kendiniz görün. 28 Nisan"a kadar açık!

 
Toplam blog
: 80
: 1644
Kayıt tarihi
: 02.12.06
 
 

..