Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Güzelliği gizeminde gizli...

Güzelliği gizeminde gizli...
 

Geniş pencereli evinin balkonunda önünde, uzanıp giden denize bakıyor kadın. Gençliği bir fısıltı kadar sessiz, gelip geçmiş sanki gözünden, yüzünden, saçlarından… Sallanan iskemlesinde dalarken mavilere, götürüp bırakıyor kendini mazisine… Annesi geliyor gözüne. Işıklı perdelerinin önünde her teline tek tek dokunurcasına bir güzel tarardı saçlarını; dökerdi omzuna. Bazen de iki yana örer, öyle bırakırdı. Uçlarına da rengarenk kurdeleler... Hele tepesinde iki bukle olarak durduğunda saçları; şirinlik muskası gibi sokağa salındığında; kucaktan kucağı bir sevgi seli olurdu.

Çocuktu, cinsiyetinden soyunmuş, kız ne, erkek ne bilmez oyunların çağında her şey nasıl da pamuk prenses masalıydı. Uyumadan önce mutsuz biten bir masalın sonunda bir gece;

"Bu kötüler" dedi "Niye var anne?"

"İyilik nasıl belli olur kötülük olmasa"

"İyi ki var" dedi annesi.. Kafası karıştı, sevmeli miydi kötüleri bilemedi…

Aklının birden fazla ayrıntıyla dolacağının işaretlerini veriyordu yaşananlar. Eteklerini kaldırıp kaçışlarından erkek çocuklarıyla ip atlanmayacağını öğrendi. Hayat ikiye ayrılırdı demek. Kadınlar ve erkekler… Bu ayrılış üzerine kurulurdu neredeyse tüm gerçekler. Suya atılan taşın oluşturduğu halkalar gibi birbirini bağlayan nedenler üzerine acemi düşünce talimleri yapıyordu. Kafası hep karışacaktı.

(Kadınların aklı çantaları gibidir, ikisi de karışık…)

Biraz daha büyüyünce erkeklerle oyunlardan başlayan bu ayrılığı bir ağaca benzetmeye başladı. Kökü derinde başı göklerde bir ağacın gövdesinden iki dal ayrılmıştı, daha narin, çiçekli olanı kendisiyle özdeşleştirdi. Yan yana ama güzelliği ayrılığında olan iki dal…

("Aynı daldaydık aynı daldaydık aynı daldan düşüp ayrıldık aramızda zaman yol yüzyıllık..")

Şirinliğini değil; güzelliğini göstermeyi, daha önemlisi fark edilmeyi sevdiğini anladığında, erkekler duruyordu yolun karşısında. Yerine göre aşkından ölse bile onlara "ip"lemiyorum mesajı vermesi gereken bir sezgi yerleşti içine. Çocukluğunun oyunlarından rövanşını alır gibi. Kadınlığın korunaklı duvarları örülüyordu işte. Oturmasından kalkışına bakışından duruşuna daha dar alanda kısa paslaşmalar gerekiyordu kimi zaman...

Sınırları kendisi kadar değişken olmayan, net çizgilerle belirlenmiş kurallarla hareket edildiğinde rahat iletişim kurulacak, yönlendirilecek "oyuncaklardı" erkekler. İlk gençlik çağlarında hayatının figüran kalplerine verdiği küçük rollerle kendini sınadı. Zamanla başrol oyuncuları çıktı sahneye. Ve doğanın değişmez kuralı aklına işledi;

"Erkek değil kadın seçer…"

Bazen çıkılmaz bir sokak kadar karmaşalı hayatın içinde kolay değildi seçmek de…Belgeselleri izlediğinde her şey ne kadar da basit görünüyordu; cennet kuşlarının çiftleşme mevsiminde aynı büyüklükte, aynı parlaklıkta, aynı gözalıcı renklere sahip erkek kuşların dişisine daha cazip görünmek için yaptıkları kurlar da hep aynıydı. Orda bile şu tüleksiz! –kadının kadına bazen attığı arızalı bakış açısı- kuşa bile "dişi kuş çok seçici" dedi belgeseli dillendiren o davudi erkek sesi. Hal böyleyken bize şaşmamalı diye haklılık payı çıkardı kendisine. Sonra da yine golü attı kalesine Freud’un o bilindik sözüyle;

"Kadın psikolojisini otuz yıldır incelememe rağmen büyük soruya cevap bulamadım. Kadınlar gerçekte ne ister?"

Kadın bu düşüncelerin koynunda balkonda olduğunu unuttu, bir hırka aldı sırtına. Daldı yine düşüncelere.. Düştü o girdap gibi kendine çeken sorunun içine. Gerçekte kadınlar ne istiyor? Aşk, sevgi, şefkat, ilgi, para, güç, makam, mevki…. en çok en fazla en… en.. ennn… hangisi öncelikli hangisi sonra da olsa olur? Yoksa hepsi bir arada mı?

Sıkıldı daha eğlendirici tespitlerine daldı.

Şık bir davette tüm kadınların bir erkeği çekici bulmasının nedeni yanında şıkır şıkır giyinmiş güzel, alımlı bir kadındır. Yine aynı davette kadınlar giydikleri elbiselerin detaylarıyla birbirini kollar. Erkeklere kalan gözler, bacaklar, göğüslerdir…

Ağlamak; kadının silahında ki son mermidir… Bir de ağlamanın tadı ve karşılığı en çok erkekte çıkar. Omzunda ağlayarak tadı, istediklerini yaptırmak da karşılığı...

Kadının bazen daldığı detaylar o kadar çok zihin ve göz yorar ki meselenin özü görülemeyebilir. Ağaçların yapraklarının yeşiline, o yeşilliğin üstündeki böceklere, böceklerin yaprağa verdiği zarara. ;) dalıp gitmişken birinin ormanı göstermesi gerek. Kim olabilir: elbette bir erkek... Daha düz, daha net…

Dedikoduyu, bitmeyen insan ilişkilerinin doğurduğu sonsuz halleri, kozmetik deryasında yeni çıkan parfümleri, rujları, rimelleri.. Yazlık- kışlık- mevsimlik sezonların hem isyan edilen hem de hep de "ayy çok güzellll" diye vitrine yapıştıran elbiseleri, hayatın en sevilen nakaratı alışverişi, yemek çamaşır bulaşık, ve bir de kocalarını, kadın kadına erkekler kıraathanesi kıvamında konuşurlar da sessiz bir vahaya çekilmek istediklerinde bir erkeğe başvurabilme ihtiyacı duyarlar. En muzır fıkralar da kadınlarda, sözler de… Mesela...

Erkekler yatakta neye güldüğümüzü bilselerdi bizimle asla sevişmezlerdi…

Yaz mevsimi erkeklerde olsa olsa testerojen hormonunun zirve yapmasıdır kadınlarda hormonların yanı sıra plajda ince görünme kaygılarının depreştiği diyet, form lıght sancılarını çağrıştırır.

Nedense yine en çok erkeklerle anlaşır. Kendi cinsiyle didişir. Hele de iş hayatında…

Tevekkeli değil; ortaçağda "şeytan" rolünün biçilmesi kendilerine, o da bir melek nihayetinde… diye diye akşamı etti kadın. Uyuşmuş yerlerini ovuşturarak Amaaan! Neyse ne dedi. Güzelliği gizeminde gizli işte…

 
Toplam blog
: 80
: 1644
Kayıt tarihi
: 02.12.06
 
 

..