- Kategori
- Psikoloji
Neden Mutlu Olamıyoruz?

Bir mor salkım ağacı bile mutlu olmanız için yeterli olabilir.
Lise yıllarında felsefe öğretmenimiz, bir mitolojiden söz etmişti.Aklımda yer eden bölümü şöyle: İnsanoğluna, mutluluğun bir dağın tepesinde olduğu söylenmiş. Çeşitli girişimlerde bulunmuş insan. Fakat her seferinde, tam tepeye ulaşacakken aşağıya yuvarlanmış, asla tepeye çıkabilen olmamış...
Mutluluğu, parada, şöhrette sananlar büyük bir yanılgı içindeler. Elbette birçok sorunu, para olmadan çözmek mümkün değil, özellikle sağlık söz konusu olduğunda ..Ama hiçbir zaman para, şöhret; mutluluk için sihirli anahtarlar değil.
Siz bakmayın televizyonda gördüğünüz , anlı şanlı isimlerin sahte gülüşlerine...İyi bir gözlemci iseniz, kitle iletişim araçlarını şöyle böyle de olsa izliyorsanız, o yüzlerin, aslında bir maske olduğunu fark edersiniz.
Zengin veya şöhretli insan veya bunların her ikisi de olanlar, etrafındaki kişileri, sürekli doyurmak, onları memnun etmek zorundadır. Birinin çıkarına dokunması, bin tane düşmanı olması demektir. Hiç kimse kendisinden yeterince faydalandığını düşünmez, hep daha fazlasını bekler. Böylelikle, hemen hiç dostu olmaz, etrafı yalakalarla, dalkavuklarla doludur.
Ultra lüx konutlarında, saraylarında oturup, süt banyoları da yapsalar, altın kadehten de içseler bir türlü mutlu olamazlar. Çünkü o yere, kendisinden daha çok hakkı olanların, olduğu düşünülür; bu anlamda, gerçek seveni hemen hiç yoktur. En yakınları bile, onu para makinesi olarak görürler.
Sade vatandaş da ; ailesinin, kendinin geçimini sağlamak için çırpınmaktan, yanından geçip giden güzellikleri göremez, yaşayamaz. O da “başımı sokacak bir evim olsun, başka bir şey istemem” der. Oysa , ona sahip olunca araba, yazlık, çocukları için ev...Asla sonu gelmez isteklerin. Çünkü, genelde hepimizde var, bu doyumsuzluk...Sanki bunlara sahip olunca, mutlu olacağız. Piyangodan yüklü miktarda para çıkan insanlar, ilk iş olarak, eşlerini boşuyorlar...Boşuyorlar da yeni aldıkları genç, güzel veya yakışıklı eşle mutluluğu yakalayabiliyorlar mı?... Hiç sanmıyorum.
Dünyayı bir tiyatro sahnesi olarak görmedikçe, bizlerin de bir oyun süresi kadar ömrü olan oyuncular olduğumuzu kabullenmedikçe, asla mutlu olamıyoruz..Sarıldıkça sarılıyoruz yalan dünyanın nimetlerine. Hep denir ya “Oraya hiçbir şey götürülmüyor” Ama; insanoğlunun gözünü doyuran, sadece bir avuç toprakmış. Yaşlılar böyle söyler...
Benim gözlemlerime göre, en mutlu olanlar; kırsalda oturan, kendine yetecek kadar toprağı, evi olan insanlar...
Onlar, büyük şehrin trafiğinden, kirli havasından koşuşturmasından uzakta olmalarından dolayı, beden ve ruh sağlıklarını büyük ölçüde koruyabiliyorlar. Hem de, gerçek dostlukların verdiği güven, iç huzuru, sevgi duyguları onların yüzüne, şehir insanında göremediğimiz bir aydınlık olarak yansıyor.
Bunun farkına varan çoğu şehirli; kökeni köy olsun veya olmasın, artık huzuru köyde arıyor. Gücü yettiği kadar; ister iki odacık, ister kocaman bir villa...
Ama burada göz ardı edilmemesi gereken, sadece köyle değil, köyün gerçek sahibi olan köylü ile uyum sağlayabilmek. İşte bunu başarabilen şehir kaçkınları; hırs, açgözlülük, kıskançlık gibi insanı insan olmaktan çıkaran duygularını da yenebilirlerse, mutlu olmayı başarabiliyorlar...
Eğer; çoluk çocuk, kanatlanıp gitmişse, eşinizle birlikte, böyle bir köşede mutluluğu yakalayabilirsiniz. Veya daha gençseniz, tatillerde bile, o havayı teneffüs etmeniz, size çok şey kazandıracaktır emin olun.
Bir dost çayında bulduğunuz, iç huzurunu; beş yıldızlı otelde bulamadığınızı söylüyorsanız, sözüm size...
Sevgiler...