- Kategori
- Blog
Neşe'mle başbaşa İstanbul'u yaşamak...

Moda Teras'ta Neşe'mle...
Geçtiğimiz Perşembe günü geldi İstanbul’a Neşe’m… Büyük kızı Elif, Nilüfer konserine bilet almıştı ve Cumartesi günü de Uşak’tan arkadaşının düğünü vardı Kartal’da… Sevinçten havalara uçtum, Neşe’mle birlikte olmak fırsatı doğmuştu. (Blog arkadaşlarımızla bir kahve toplantısı yapalım diye düşündük ama program belirsizliğinden mümkün olmadı) Onunla birlikte olduğum zamanlar o kadar mutlu oluyordum ki bu anların biteceği aklıma gelince de hüzün çöküyordu üzerime… Doyamıyordum çünkü, hep keşke yakınımda olsa diye düşünüyordum ve biliyordum ki o da benim için aynı şeyleri hissediyor. İnşallah bir gün yakın yerlerde kesişir hayatımız da bu kadar özlem yaşamayız…
Perşembe akşamı gittiler konsere, Cuma günü de ben çalıştığım için gündüz katılamadım onun alışveriş gezisine. Akşamüzeri aradığımda Elif’in Beşiktaş Akaretler’de bir restoranda yer ayırttığını, beni de davet ettiğini söylediğinde Eminönü’nden rotamı Beşiktaş’a yönelttim. Büyükada’dan beri ilk kez görecektim, özlemiştim, bir de kızıyla tanışma olayı hoşuma gitmişti.
Pastarito çok güzel, nezih bir restoran, dekor mükemmel, yaz olduğu için bahçe tercih ediliyor haliyle. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da konser veren Bjork’un yemekleri de bu restorandan getirtilmiş. Mum ışıklarıyla bezenmiş masalar, bahçe dekoru muhteşem, kulağa hoş gelen bir müzik de olunca, bir de Neşe’mi bana doğru gelir görünce koşup sarıldım özlemle… Kızı Elif çok şeker, güzel, işinde başarılı, modern bir hanımefendi. Elif’in Amerika’da yaşayan kız arkadaşı Işıl ile de tanıştığımda onun da Elif özelliklerinde olduğunu fark ettim. Yemek ve şarap seçimini bu tatlı kızlara bırakıp biz hasret gidermek için sohbete giriştik Neşe’mle…
Onu ne kadar özlediğimi yanımda olduğunda daha iyi anladım, yemek boyunca birbirimizin elini bırakmayıp sürekli sarılışımızdan da belli oluyordu. Bir de ikimiz de hep “inanmıyorum şimdi biz birlikteyiz” deyip durduk. Güzel bir ortamda, güzel bir şarap, güzel bir yemek, sevdiğim güzel insanlarla olmak büyük keyif verdi bana… Neşe’m kızıyla gidecekti düğüne, Elif’cik demez mi “Anne benim arkadaşım geldi biliyorsun, sen Sema ablayla gitsen ya düğüne”. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz, ikimiz de sevindik tabii… Düğün Kartal’da idi, dönüşte de bende kalacaktı, büyük bir keyifle döndüm eve…
Cumartesi akşamüzeri gelebildi Üsküdar’a, benim eve geldik, giyinip süslendik ve çıktık yola… Kartal da biraz uzak tabii, “Daha gelmedik mi ne kadar uzakmış” diye söylenip durdu bizimki, neyse sorup soruşturup vardık Emex Hotel’e. Düğün başlamıştı, gelin aslen Uşak’lı değil, görevi dolayısıyla bulunuyor orada. Nükleer tıp doktoru Özlem. Damat ise Hollandalı, şeker mi şeker, yüzünde hep gülücükler olan Eric. Gelinin annesine takıldım ben, bir kadın bu kadar mı tatlı olur diye düşündüm. Uşak’ta düğün gibi yemekli kına gecesi yapılmış, İstanbul’daki düğünün ardından bir de Hollanda’da düğün yapılacakmış. Allah mutlu etsin diyerek ayrıldık. Taksi beklerken minibüs önce gelince bindik, bindik de kendini ralli şoförü sanan sürücümüzle Allah’a emanet geldik Üsküdar’a…
Düğüne gitmeden önce bizim terasa çıkmıştık. Çok beğendi tam Dolmabahçe’ye karşı olan boğaz manzaramızı, mutlaka dönünce oturalım demişti. Neşe’min tahlillerde kolestrolu fazla çıktığından düğünde içtiği iki kadeh şarabın üzerine ben çay demledim tabii ki… İki bardak çayı zor içti uykusu öyle bir gelmişti ki gözleri kapanıyordu, manzaraya doyamayıp biraz daha oturalım demesine rağmen teras faslını noktalayıp, indik ve koyun koyuna uyuduk…
Sabah dışarıda deniz kenarında kahvaltı isteğimizle çıktık yola, orası burası derken Salacak Damalis’te karar kılıp oturduk. Kah denizi seyrettik, kah gazete okuduk, kah sohbet ettik bir de baktık saat biri geçmiş… Neşe’me Moda sözüm vardı, o illaki Moda iskelesi diyordu ben ise Teras cafe-bar-restoran… Tamam dedim ikisine de gideriz, önce İskelede çay, kahve türü bir şey içer sonra Teras’a geçeriz… Kadıköy’e geldiğimizde hazır Moda’ya tramvay varken binmemek olmaz dedim ve bindik. O tramvay bizi nasıl mutlu görmeliydiniz, eski günlere gittik, nostalji yaptık, mutlandık, hüzünlendik… Mühürdar’da indik tramvaydan… O güzelim evlere bakınarak gezerken Neşe’mle bir ortak noktamızı daha keyfettik. Evleri, balkonlarındaki çiçekleri seyretmek bize mutluluk veriyordu. Ama o evleri seyrederken ah keşke bu ev benim olsa diye düşünmüyorduk. O evleri sadece seyretmek o anımızın keyfi oluyordu. Sardunyaları ikimiz de çok seviyorduk, kendine has kokusuna bayılıyorduk, hele sakızı balkonlara ne de güzel yakışıyordu… Bu keyifli yürümenin ardından Moda’ya vardığımızda Ali Usta’dan dondurma yememek olmaz deyip aldık külahta dondurmalarımızı… Koço’nun önünden inerken, eskiden çok gelirdik buraya dedim, bir de Kalamış’ta Todori vardı salaş bir bahçe içinde, canımız balık istediğinde geldiğimiz…
Ve nihayet iskeleye vardık. Benim genç kızlığımda burası diskotekti ismi de Şato idi. Birkaç kez geldiğimi hatırlıyorum. Şimdi tamir edilmiş çok güzel de olmuş amaaa nedense bu güzelim mekan hiç ama hiç sarmadı beni. Neşe’me orada çay-kahve sözü vermiş olmama rağmen hiç oturmak istemedim orada… (Bu konuyla ilgili bir blog yazacağım önümüzdeki günlerde) Zaten boş masa olarak da güneş altında olan yerler kalmıştı bir iki tane… Gel dedim seni benim bahsettiğim yere götüreyim, bak yukarısı deyip gösterdim Moda Teras Cafe Bar Restaurant’ı… Zaten o da pek istekli değildi çıktık bizim mekana doğru…
Restoran kısmında düğün olduğundan cafe bar tarafına geçtik. Neşe’m bayıldı mekana, ağaçlar kesilmemişti mekanın içinde bırakılmışlardı, gölgelik yapıyordu ortamı, etraf ve yerler ahşap ağırlıklıydı. İlk açıldığından bu yana biraz eskimişti dekor vs ama yine de güzeldi. Tam denize karşı boş masa bulup oturmuştuk. Denizden epeyce yüksekte idik, önümüzde de yeşillik bir alan ağaçların ardından deniz geliyordu. Kalamış yat limanı karşımızda olduğu için denizde sürekli bir hareket vardı, sürat motorları, envai çeşit tekneler, küçük çocukların kullandığı minik takalar (Bunlar bazen devriliyorlardı, tekrar düzelmesini seyretmek hoştu) keyifle seyrettiğimiz enstantaneler oluşturuyordu. Bu arada gelen kişilerin de nezih olması da bir etkendi mekanın hoşluğuna sebep. Akşam saat yediye kadar saatin nasıl geçtiğini anlamadan keyifle etrafı seyredip sohbet ettik. Ayrılık saati yaklaşmıştı. Eve gelip eşyaları toparlayıp motora kadar geçirdim Neşe’mi… İyi ki geldin Neşe’m… İstanbul’da seni yaşamak çook ama çok güzeldi… Ve şimdiden özledim seni bilesin…
Sevgilerimle…
NOT: Önümüzdeki günlerde ilginizi çekeceğini umduğum Moda iskelesi ile ilgili bir blog yazacağım sizlere…