Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '11

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

Neuschwanstein Şatosu; Bir kralın masal dünyası

Neuschwanstein Şatosu; Bir kralın masal dünyası
 

neuschwanstein şatosu


Almanya’nın Bavyera eyaletinde, Würzburg’dan başlayıp, güneye doğru giden, Münih’ten sonra Füssen’de son bulan güzergaha, ‘’Romantik Yol‘’ adı veriliyor. Almanya’nın kırsalını tanıtan bu güzergah, sevimli kasabaları, çiçekli köy evleri, gölleri, yerel şatoları ile Bavyera’nın tüm güzelliğini yaşatan, keyifli bir destinasyondur. Son noktadaki Swangau kasabasında, iki göl arasındaki bir tepeye, Bavyera Kralı Ludwig II tarafından, hayatı pahasına yaptırılan Neuschwanstein Şatosu ise, ‘’Romantik Yol’’un pırlantasıdır.

Şato, başka bir dünyadan gelip, bu evrende, Swangau Gölünün tepesine takılı kalmış, büyülü bir mekan hissi verir görenlere ve sadece bir masalda varolabilirmiş gibi görünür.

Bu etkilenmeyi Walt Disney’de yaşamış olmalıdır ki, şatoyu kendi Disney logosunda kullanmayı tercih ettiği gibi, ünlü filmi, ‘’Güzel ve Çirkin’’in geçtiği mekanı yaratırken de, Kral Ludwig’in bu şatosundan esinlenmiştir.

Neuschwanstein Şatosu’na en kolay ulaşım yolu, Münih’ten trenle Füssen’e gitmek ve trenden iner inmez sizi karşılayan Swangau otobüslerine binmektir. Yaklaşık 10 dakikalık bir otobüs yolculuğunun sonuna doğru, bir tepenin üzerindeki şato, sislerin arasında yavaş yavaş belirmeye başladığı zaman , bir masal kitabının kağağını açıyormuşsunuz hissini yaşarsınız. Tepeleri karlı Bavyera Alpleri ve çam ormanlarının önünde, dantelimsi girintileri ve gotik kuleleri ile bulutların üzerinde gibi görünen  Neuschwanstein Şatosu,  sizi adeta  büyülü bir peri masalının içine çeker.

Küçücük bir köy olan Swangau’dan sonra, ister yürüyerek, ister shuttle otobüslerle veya son derece keyifli atlı arabalarla tepeye ulaşabilirsiniz. Sadece rehberli tur eşliğinde gezilebilen şatonun, kırmızı tuğlalı giriş cephesinden geçip, orta avluya ulaştığınızda,  artık nasıl bir zihnin bu masalı yazdığını öğrenme isteği daha ağır basmaya başlar.

Neuschwanstein Şatosu dendiği zaman, şatonun kendisinin mi, yoksa onu inşa etmeyi, varolmasının sebebi  haline getirmiş, Bavyera Kralı II.Ludwig ‘in mi daha etkileyici olduğuna karar vermek zorlaşır. Fazla uzun olmayan ömrünü ve ülkesinin hatırı sayılır imkanlarını, bu gerçekdışı gibi görünen şatoya harcamış, kimilerine göre ‘’deli’’ ,hayranlarına göre ise, ‘’çağının ötesindeki bir masalın kahramanı ‘’ olarak kabul edilen, bu eksantrik kral, bugün Almanya’ya senede 1,5 milyon turistin ziyaret ettiği bir eser bırakarak, kendi mitolojisini yaratmıştır.

Kardeşi Otto ile beraber, Prusya Prensesi olan genç annesi ve Bavyera Kralı babası Maximillian’dan uzakta büyüyen Ludwig II, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, Swangau’nun gölleri, dağları ve ormanları arasında yalnız geçirmesi utangaç kişiliği ile birleşince, insanlardan  izole yaşamayı tercih eden bir şahsiyete dönüşmüş ve bu karakter özelliklerini, Neuschwanstein Şatosu’na da yansıtmıştır.

Fransız Versailles Sarayının ihtişamı ile gözleri kamaşmış  ve  Wagner’in müziği ile büyülenmiş olarak, 19 yaşında tahta çıkmak zorunda kalan II.Ludwig, gerçeğinden daha epik bir Ortaçağ Almanyası’na  takıntılı bir tutku geliştirmiş ve hayal sarayında, ruhunu besleyen tüm bu unsurlar en belirleyici öğeler olmuştur.

Şatonun, sadece ikamet edilen bölümlerinin gezdirildiği turda, 1.kattaki meşe kaplamalı hizmetlilerin odalarını geçerek, asla bitirilememiş 2.kattan, kralın özel bölümü olan 3.kata ulaşılır. 3.Kat ve 4.kat, bir kralın yalnızlığını ve içinde yaşattığı romantizm ile dehayı nasıl birleştirdiğini gösteren  ihtişamlı bir görsel şölen gibidir.

Sahip olduğu imkanların görkemine rağmen, akşam yemeklerini mutlaka tek başına yediği küçücük masasının yer aldığı yemek odasından yatak odasına geçince, pek çoğumuzun yatak odasından daha küçük olan bu meşe kaplı odaya, dünyalar sığdırılmış olduğu görülebilir.

Dini inancına kuvvetle bağlı olan II.Ludwig’in karyolasının çatısı, Notre-Dame kilisesini andıran gotik bir kilise maketi olarak tasarlanmıştır ki, sadece buradaki ahşap işçiliğinin yapımı, dört yılda tamamlanabilmiştir. Sarayın tamamında görülebilen, kraliyet rengi gök mavisi, yatak odasında  göz alıyorsa da, odanın dekorasyonunda ki asıl vurucu öğe, duvar resimlerinin, ‘’Tristan ve İsolde’’ hikayesinden pasajları içermesidir. Bu resimlerin yoğun duygusallığı, hiç evlenmemiş olan kralın ulaşamadığı gizli bir aşkı olup olmadığı sorusunu akla getirir. Kız kardeşi ile 8 ay nişanlı kalıp ayrıldığı, bir başka 19.y.y. aristokrasi trajedisi kahramanı, kuzeni, Bavyera Düşesi, Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth, yada daha bilinen adı ile ‘’Sisi ‘’ , belki de bu ulaşılmaz aşk üçgeninin en güçlü adayıdır. ‘’Sisi’’nin, Kral Ludwig’in bir deli olduğunu hiçbir zaman kabul etmeyerek, onu savunan ve onu  en iyi tanımlayabilen  kişi olması da, bu savı güçlendirir.

Çalışma odasından geçilen bölüm, şatonun kral dairesinin etkileyici noktalarından biridir. Wagner’in Tannhauser operasından esinlenilerek, yapay kayalarla oluşturulmuş mağara, kısa bir dehliz ile, kralı,  Swangau gölünü seyredebilmesi için, bir dağın kovuğu şeklinde düzenlenmiş olan balkona taşır.

Kralın, çocukluk ve gençlik yıllarının özgür yalnızlığını ve doğaya olan özlemini, milyonlarca markın harcandığı sarayın içine mağara yaptırtacak kadar yoğun yaşaması, onun içine düştüğü umutsuzluğu duvarlara kazımış gibidir.

3. ve 4.katı kaplayan heybetli kraliyet salonu, mimari zarafetin ve estetiğin sergilendiği bir Bizans sarayının ideal kopyası gibidir. Tüm sarayda yaklaşık olarak 1 milyon adet kullanılan, kraliyet sembolü kuğu figürleri, bu salonda da göze çarpmaktadır. Salon, altın, emaye ve binlerce ışıkla parıldayan mozaiklerle bezelidir. Ağırlığı 1 tonu bulan, dore pirinçten yapılmış devasa şamdanların sadece 1 tanesinde, 600 mum yakılmaktadır. Büyük Salonun duvar resimlerinin, ‘’Kuğuların Şövalyesi ‘’ olarak bilinen, Lohengrin efsanesine adanmış olması, bu efsanenin genç kralı etkilediğini ve ona ilham verdiğini göstermektedir.

4.Katta yer alan ‘’Şarkıcılar Salonu ‘’ freskleri ise,1885 yılında F.Pilory tarafından yapılmıştır ve yine Wagner’in Parsifal efsanesine yer verir. Wagner, kralın hayranı olduğu bir müzisyendir  ve kral onu himaye ederek desteklemiş,  ilişkilerini zamanla arkadaşlığa dönüştürmüştür. Hayatının anlamı olan şatonun duvar resimlerinde, çoğunlukla Wagner operalarından pasajlar yer alır, ancak bu şatodaki ironi, Wagner’in buraya hiç gelememiş olmasıdır.

 Neuschwanstein Şatosu, kralın yapmayı istediği üç adet şatonun birincisi ve yegane bitirebildiğidir. Şatonun yapılması, bulunduğu konumdan dolayı, dönemin teknolojisi ile karmaşık iskele ve taşıma çözümleri gerektirmiş ve çok büyük miktarda malzeme teminine ihtiyaç duyulmuştur.

 Mimar Riedel ve Dollmen tarafından, 1869 yılında başlanan şatonun yapımı, kralın öldüğü sene olan 1886 ‘da bitmiştir. Kral, şatonun yapımının sürdüğü  yıllarda, bulunduğu tepenin zirvesinden karşı yamacı birleştiren, şatonun yapımından önce babası II.Maximillian tarafından doğa yürüyüşleri için kullanılmak üzere yapılmış, ‘’Marienbrücke’’ köprüsünden, hayalinin gerçeğe dönüşümünü sabırla izlemiştir.Tüm bu yapım yılları süresince, daha aşağıda yer alan Hohenswangau şatosunda kalarak, mesaisinin önemli bölümünü, bu hayal peşinde harcamıştır.

Zamanını ve ülkesinin tüm kaynaklarını şatonun yapımına kanalize etmesi , kendi bakanları tarafından  suçlanarak cezalandırılmasına sebep olmuş, Haziran 1886 ‘da, Bavyeralı bir grup doktordan oluşan psikiyatri komitesi, kralın zihinsel rahatsızlığı olduğunu ilan ederek, konumunun gerektirdiği bir saygı ile sıkı gözetim altında, Starnberg gölü üzerindeki Berg Şatosu’na gönderilmiştir.

Aynı senenin 13 Temmuz’unda, derinliği 1,5 m.yi geçmeyen Starnberg Gölü'nün sularında, kendinin ve doktorunun cansız bedenleri bulunmuş, cinayet mi, boğulmamı, yoksa intihar mı olduğu, hiçbir zaman açıklık kazanamamıştır.

İnsanların içinde değil, kendi yarattığı seçilmiş bir dünyada yaşamayı tercih etmiş olması, Kral II.Ludwig’i tanımlayabilecek bir kader çizgisidir. İçinde sadece 3 hafta kalabildiği, gerçeküstü bir dünyanın simgesi olan, Neuschwanstein Şatosu ise, Walt Disney’e ilham vermiş ve bugün gerçeküstü bir başka dünyada, Walt Disney’in logosunda  varolmayı sürdürmektedir.

Ölümünden sadece 6 hafta sona ziyarete açılmış olan şato, bugüne kadar yaklaşık olarak 50 milyon ziyaretçi ağırlamıştır ve Avrupa’nın en güzel şatolarından biridir.

 

Kaynak : Les meilleurs chateaux du monde.

 

 

 
Toplam blog
: 31
: 3253
Kayıt tarihi
: 01.12.11
 
 

İTÜ mezunu Yüksek Şehir Plancısıyım. Sadece gezmek ve yazmak istiyorum. ..